Sinema,Çizgi Roman,Oyun,Dizi,Müzik,Kitap,Soundtrack,Anime,Metal vs. ama çoğunlukla Sinema
Cuma, Temmuz 29, 2011
Heart of the Beholder (2005) - Ken Tipton
Çarşamba, Temmuz 27, 2011
Transformers: Dark of The Moon Soundtrack
- Dark Side Of The Moon
- Sentinel Prime
- Lost Signal
- In Time You'll See
- Impress Me
- We Were Gods Once
- Battle
- There Is No Plan
- We All Work For The Decepticons
- The Fight Will Be Your Own
- Shockwave's Revenge
- No Prisoners, Only Trophies
- The World Needs You Now
- It's Our Fight
- I'm Just The Messenger
- I Promise
- Our Final Hope
2. Paramore - Monster
3. My Chemical Romance - The Only Hope For Me Is You
4. Taking Back Sunday - Faith
5. Staind - The Bottom
6. Art Of Dying - Get Thru This
7. Goo Goo Dolls - All That You Are
8. Theory Of A Deadman - Head Above Water
9. Black Veil Brides - Set The World On Fire
10. Skillet - Alive & Awake (The Quickening - Rock Radio Remix)
11. Mastodon - Just Got Paid (ZZ Top cover)
Cuma, Temmuz 15, 2011
Transformers: Dark of the Moon
Bay'in filmogrofisine bakıldığında temel hususiyetlerini tespit etmek güç değil. Bir kere, görkemli ve stilize aksiyon sahnelerine olan yoğunluk. Bunu her filminde aynı ölçüde başarıyla kotardığını söylemek güç olsa da bu hususta yetenekli birisi olduğu su götürmez bir gerçek. Bay görkem ve şaşaalı imajlara o kadar düşkün ki birçok filminin süresi 2,5 saati bulurken bu sürenin görece çok az bir kısmını hikaye geliştirmeye harcayıp ağırlıklı olarak aksiyon üstüne yoğunlaşıyor. Neticede karşınızda bitmek bilmeyen araba takibi, patlama, çatışma vs. sahneler ile dolu filmler buluyorsunuz. Filmlerinde komediye ağırlıklı olarak yer vermesi, onun bu türde de yetkin işler çıkarabileceğinin emaresi. Aslında Armageddon absürd bir komedi filmi olarak bile görülebilir. Hemen her filminde yıldızlardan müteşekkil bir oyuncu kadrosu kurmayı başarıyor, bu filmlerinin izlenebilirliğini arttıran etkenlerden. Coen'lerin favori oyuncuları John Turturro, Steve Buscemi gibi isimler Bay'in de sıklıkla beraber çalıştığı isimlerden. Amerikalı olmaktan her şeyiyle memnun bir adam, dolayısıyla filmini şovenist repliklerle bezemekten kaçınmıyor. Milliyetçiliğiyle atbaşı giden militarizm güzellemesi de filmlerinden eksik olmuyor. Bay'e dair bilinmesi gereken bir diğer şey de, geçenlerde Shia LaBeouf'un da bir ropartajda belirttiği gibi, ergen psikolojisine hitap eden bir cinselliği filmlerine yedirmesi. Bugüne kadar herhangi bir filminde bir müstehcen sahneye yer vermemiş olsa da başroldeki aktrislerini çektiği kamera açılarıyla bile filmine örtük bir erotizm yedirmeyi seviyor. Bunların hepsini topladığımızda Bay'in biraz kıro bir sinemacı olduğu sonucuna varılabilir.
Bana göre de,çok matah olmayan kariyeri itibariyle Michael Bay'in The Rock'tan sonraki en iyi işiydi Revenge of The Fallen. Bir kere filmin çok şahane bir görselliği vardı, özel efekt çalışması ve Bay'in becerisi birleşince ortaya görülesi bir çok sahne çıkmıştı. Üstelik bu filmdeki aksiyon sahneleri ilk filmdeki gibi ne olup bittiğini anlamadığınız bir keşmekeşe dönüşmemiş, daha derli toplu ve kolay takip edilebilir bir hal almıştı. Filmin asıl bombası komediye verdiği ağırlıktı, birbiri ardına gelen mizah yüklü diyaloglar ve sahneler, Revenge of The Fallen'ı değme komedi filmlerine taş çıkartan bir yapıma dönüştürmüştü. Bu durumda en büyük aslan payı artık bence bir yıldız olan Shia LeBeouf ve John Turturro'ya ait olsa da ilginç bir şekilde Megan Fox da ön plana çıkmayı başarmıştı. Poz versin diye yerleştirildiği ilk filmden sonra devam filminde daha ön plana çıkmayı başaran Fox, daha sonra Jennifer's Body'de gösterdiği komedi yeteneğinin izlerini burda vermişti. Demokratlara ve 11 eylül sonrası terörle savaş politikasına dair göndermeleriyle tam anlamıyla cumhuriyetçi bir alegoriye dönüşen Revenge of the Fallen'ın en büyük sorunu dağınık ve mantık gözetmeyen senaryosu ve Bay'in filme ne kadar para döktüklerini ele güne göstermek istercesine çekmeye doyamadığı aksiyon sahnelerinden ötürü filmin bi türlü bitmek bilmemesiydi.
Dark of The Moon da senaryo kısmında öncülüyle aynı ölçüde defolu bir yapıya sahip. Gerçi Transformers filmlerinde hikaye robot savaşına yer açsın diye kullanılan bir öğe olmaktan öte bi anlam taşımıyor, ben iki filmde de robotların ne başında kapıştıklarını çok hatırlamıyorum mesela. Ama iki filmin ardından o kadar metropoller, gökdelenler yerle yeksan edilmiş, hem kötü robotlar hem de tüm gizli servisler televizyon kanallarında bas bas "bu çocuk aranıyor" diye bağırmış olduğu halde Sam Witwicky'nin hala "nerde ve nasıl olduğunu anlatamam ama iki kez dünyayı ve sizin hayatınızı kurtardım" diye ortalıkta dolanması ilginç(!). Tabii tüm "o gezegeni buraya taşıycaz" komplosu da ayrı bi soru işareti, madem gezegene restorasyon, bunun için de köle iş gücü lazım, insanları oraya taşısalardı daha kolay olmaz mıydı acaba?(!)
Böylesi noktaların üstüne kafa yormayı reddedip temaşaya yoğunlaşıldığı takdirde ise filmden bir hayli keyif almak mümkün. Zaten filmin ilk yarısında hikayeden ister istemez kopuyorsunuz, ancak şehrin istila edildiği ikinci bölümde film akıcılık kazanıyor. Bir bakıma Black Hawk Down'ın uzaylı versiyonuna dönüşen film, aynı şeye niyetlenip eline yüzüne bulaştıran Battle:Los Angeles'ın yapamadığını yapıyor. Özellikle kimi sahneler çok iyi kotarılmış, ardındaki emeğe gıpta etmekten kendiniz alamıyorsunuz. Sam ve tayfası içindeyken ikiye bölünen binadan kaçış, otobandaki robotlar arası kapışma, paraşütten atlayan askerlerle birlikte başlayan aksiyon resmen dört dörtlük. İkinci filme nazaran mizahın dozu azaltılmış, LaBeouf ve Turturro ellerinden geleni yapıyorlar gene, ama Alan Tudyk bu noktada girdiği her sahneyi çalmayı başarıyor. John Malkovich her zaman olduğu gibi mevcudiyetiyle yer aldığı filme renk katmayı biliyor. Sempatik aktörler Josh Duhamel ve Tyrese Gibson'ın bu filmde pek bir ağırlıkları yok, kadroya yeni katılan Rosie Huntington-Whiteley ise sırf poz versin diye filme sokulmuş, Megan Fox'un yokluğu bir hayli hissediliyor. Özellikle ikinci filmle birlikte Mikaela-Sam ilişkisi inandırıcılık sorununu aşıp geliştirilebilir bir noktaya gelmişti, bu filmle birlikte tekrar başlanılan noktaya dönülmüş, zira böyle bir hatunun Sam Witwicky tipinde biriyle birlikte olabileceğine bi şekilde ikna olsanız da Sam Witwicky gibi bi karakterle hiç bir şekilde yan yana düşünemiyorsunuz. Senaryonun en büyük açmazı bu!
3D'den herkesin kendince beklentisi vardır belki ama benim en büyük beklentim izlediğim filmde 3. boyutun, yani derinliğin idrakine varabilmek. Perdede gördüğüm objelerin etrafımda olduğu hissiyatını bana vermeli 3 boyutlu bir film. Transformers bu açıdan isabetli bir proje çünkü tamamiyle görsellik üzerine kurulu bir film, seyircinin göz bebeklerini yerinde oynatacak 3 boyutlu sahneler oluşturma potansiyeli var. Ama 2,5 saatlik koca film boyunca üç boyutlu bir şey izledğimizi hissetiren bir iki sahneden, hatta sahne bile değil, andan fazlasına sahip değil Transformers 3. Zaten gözlükleri çıkardığınızda da bi nebze bulanıklaşmaya karşın film seyredilebiliyor. Yüzde 70'nin 3 boyutlu çekildiği iddia edilen bir film niye 3 boyutlu değildir? Ya 3 boyutlu sinema şu an geldiği nokta itibariyle vadettiği teknolojik yenilikleri seyirciye sunmaktan uzak, yada yapımcılar bize yalan söylüyor. Üç boyutlu kameraların devasa ebatları nedeniyle aksiyon sahnelerinde kulanımlarının çok pratik olmadığı bilinen birşey zaten. Ama zaten 3.boyutun en işlevsel olduğu sahneler bol adrenalin yüklü sahneler, orda faydalanamayacak olduktan sonra ne anlamı var ki bu tekniği kullanmanın? Gözlük kullanım işkencesi de apayrı bir mevzu, 3 boyutlu sinema bir yerlere gelecekse gözlüğün safdışı bırakılması elzem- ki halihazırda gözlüğe ihtiyaç bırakmayan bir 3D üstüne çalışılıyor bildiğim kadarıyla-. Filmi daha karanlık hale getirdiği yetmiyor gibi benim gibi altyazıları okuyabilmek için gözlük üstüne gözlük takanlara bir kat daha bir ızdırap vadediyor. Daha önce izledikleri içinde bir nebze Tangled'dan memnun kalmış biri olarak (bazılarının dibinin düştüğü Avatar'dan da çok etkilenmemiştim) Dark of the Moon 3D ile ilişkimde bir dönüm noktası teşkil ediyor. Bu film ile birlikte sonradan 3D'ye çevrilen filmlere kesinlikle gitmeme, 3D çekilenlere de önyargıyla yaklaşma kararı almak durumundayım.
Çarşamba, Temmuz 06, 2011
hope of the existence of the divine...
John Anderton: It's better if you don't think of them as human.
Danny Witwer: No. They're much more than that. Science has stolen most of our miracles. In a way, they give us hope, hope of the existence of the divine. I find it interesting that some people have begun to deify the Precogs.
John Anderton: The Precogs are pattern-recognition filters, that's all.
Danny Witwer: Yet you call this room "the temple".
John Anderton: Just a nickname.
Fletcher: The oracle isn't where the power is, anyway. The power's always been with the priests, even if they had to invent the oracle.
John Anderton: You guys are nodding like you actually know what the hell he's talking about.
Jad: Well, come on, Chief. The way we work, changing destiny and all, I mean, we're more like clergy than cops.
John Anderton: Jad?
Jad: Yeah?
John Anderton: Go to work. All of you.
Danny Witwer: Sorry. Old habit. I spent three years at Fuller Seminary before I became a cop. My father was very proud.
John Anderton: What does he think about your chosen line of work?
Danny Witwer: I don't know. He was shot and killed when I was 15 on the steps of our church in Dublin. I know what it's like to lose someone close, John. 'Course, nothing is like the loss of a child. I don't have any children of my own, so I can only imagine what that must've been like. To lose your son - in such a public place like that. At least now you and I have the chance to make sure that kind of thing doesn't happen to anyone...
John Anderton: Why don't you cut the cute act, Danny boy, and tell me exactly what it is you're looking for?
Danny Witwer: Flaws.
John Anderton: There hasn't been a murder in 6 years. There's nothing wrong with the system, it is--
Danny Witwer: Perfect. I agree. But if there's a flaw, it's human. It always is.
- Onlara insan gözüyle bakmamalısın.
- Hayır, onlar insandan çok daha fazlalar. Bilim, mucizelerimizin çoğunu bizden aldı. Bir bakıma bize umut veriyorlar. İlahi bir gücün var olduğu umudunu. Bazı insanların kâhinlere tapmaya başlamasını ilginç buluyorum.
- Kâhinler birer algılama filtresidir, o kadar.
- Evet ama siz bile bu odaya "Tapınak" diyorsunuz.
- Sadece bir yakıştırma.
- Güç kehanetlerden gelmez. Güçlü olan papazlardır. Kehaneti onlar icat etmiş olsalar bile.
- Gerçekten söylediklerini anlıyormuş gibi kafanızı sallıyorsunuz.
- Hadi ama Şef. Şu kader değiştirme olayları filan...Yani bizler polisten çok rahip gibiyiz.
- Jad.
- Evet.
- İşinize dönün. Hepiniz.
- Özür dilerim. Eski alışkanlık. Polis olmadan önce 3 yıl boyunca Fuller vaazlarına katıldım. Babam gurur duymuştu.
- Seçtiğin meslek hakkında ne düşünüyor?
- Bilmiyorum. 15 yaşımdayken Dublin'deki kilisemizin basamaklarında vuruldu ve öldürüldü. Yakın birini kaybetmenin ne demek olduğunu iyi bilirim John. Tabii, hiç bir acı evlat acısına benzemez. Benim hiç çocuğum yok. Ben bu acının neye benzediğini sadece tahmin edebilirim. Oğlunu öyle halka açık bir yerde kaybetmek.
En azından şu anda elimizde böyle bir şeyin başkasına olmasını önlemek için fırsat var.
- Neden gevezeliği kesip gerçekte ne aradığını anlatmıyorsun Danny?
- Kusurlar.
- 6 yıldır hiç cinayet işlenmiyor. Yanlış giden hiç bir şey yok. Sistem--
- Mükemmel. Kabul ediyorum. Eğer bir kusur varsa insanidir. Bu her zaman böyledir.
Minority Report (2002) - Steven Spielberg