Walter'ın dramı bir virüs gibi etrafına yayılıyor ve en çok oğullarına etki ediyor. Büyük olan Porter, başkaları için para karşılığı ödev ve tez hazırlayarak koleje gitme derdinde. Böylelikle babasını ve babasına dair herşeyi arkasında bırakmak istiyor. Hatta bu konuda babasıyla olan ortak yönlerini listeleyip yok etmeye çalışacak kadar da kararlı. Hikaye ilerledikçe ne kadar uğraşırsa uğraşsın bir nevi armut ağacın dibine düşer gibi bir noktaya evrilmesi de Porter'ın dramı. Küçük oğlu Henry ise abisinden farklı olarak babasından nefret etmek yerine, onu yanında istiyor. Kuzgunu en sıcak karşılayan da o oluyor zaten, bu şekilde de olsa eskisinden farklı olarak babasınının kendisiyle konuşup vakit geçirmesini yeğliyor Henry. Bu iki rolde Anton Yelchin ve 9 yaşındaki sempatik oyuncu Riley Thomas Stewart son derece yetkin birer performans sergiliyorlar. Kastın içinde yegane sırıtan isim Foster'ın kendisi zaten. Ben zaten eskiden beri kendisinin çok büyük bir hayranı sayılmam ama bu filmde oyunculuğuyla karakterine lüzumsuz bir kırılganlık katmış.
Sinema,Çizgi Roman,Oyun,Dizi,Müzik,Kitap,Soundtrack,Anime,Metal vs. ama çoğunlukla Sinema
Pazar, Ağustos 28, 2011
The Beaver
Walter'ın dramı bir virüs gibi etrafına yayılıyor ve en çok oğullarına etki ediyor. Büyük olan Porter, başkaları için para karşılığı ödev ve tez hazırlayarak koleje gitme derdinde. Böylelikle babasını ve babasına dair herşeyi arkasında bırakmak istiyor. Hatta bu konuda babasıyla olan ortak yönlerini listeleyip yok etmeye çalışacak kadar da kararlı. Hikaye ilerledikçe ne kadar uğraşırsa uğraşsın bir nevi armut ağacın dibine düşer gibi bir noktaya evrilmesi de Porter'ın dramı. Küçük oğlu Henry ise abisinden farklı olarak babasından nefret etmek yerine, onu yanında istiyor. Kuzgunu en sıcak karşılayan da o oluyor zaten, bu şekilde de olsa eskisinden farklı olarak babasınının kendisiyle konuşup vakit geçirmesini yeğliyor Henry. Bu iki rolde Anton Yelchin ve 9 yaşındaki sempatik oyuncu Riley Thomas Stewart son derece yetkin birer performans sergiliyorlar. Kastın içinde yegane sırıtan isim Foster'ın kendisi zaten. Ben zaten eskiden beri kendisinin çok büyük bir hayranı sayılmam ama bu filmde oyunculuğuyla karakterine lüzumsuz bir kırılganlık katmış.
Salı, Ağustos 23, 2011
You're gonna have to work very hard to stay alive, Nick!
Rory Breaker: Your stupidity must be your one saving grace.
Nick The Greek: Uh?
Rory Breaker: Don't "uh" me Greek boy! How is it that your fucking stupid soon-to-be-dead friends thought they might be able to steal my cannabis and then sell it back to me? Is this a declaration of war? Is this some white cunt's joke that black cunts don't get? 'Cause Im not fucking laughing Ni-ko-las!
Nick The Greek: ...
Rory Breaker: I know you couldn't have known my position 'cause you're not that stupid that if you did, you wouldn't have turned up here scratching your arse with that "what's going on here?" look slapped all over your chevy chase! But what you do know is where these people live...If you hold back anything, I'll kill ya. If you bend the truth or I think you're bending the truth, I'll kill ya. If you forget anything, I'll kill ya. In fact, you're gonna have to work very hard to stay alive, Nick. Now, do you understand everything I've just said? 'Cause if you don't, I'll kill ya!
- Aptallığın hayatını kurtaran bir lütuf olmalı.
- Ha?
- Bana ha deme, Yunanlı çocuk. Siktiğimin aptal, yakında ölmüş olacak arkadaşların nasıl olur da malımı çalıp sonra da bana geri satabileceklerini düşünürler? Bu bir savaş ilanı mı? Zenci amcıkların anlayamayacağı, beyaz amcıkların yaptığı bir şaka mı bu? Çünkü ben gülmüyorum, Ni-ko-las!
- ...
- Biliyorum içinde bulunduğum durumu bilemezdin çünkü o kadar da salak değilsin, eğer bilseydin buraya kıçını kaşıya kaşıya geri dönüp yüzüne o aptal "burada neler oluyor" bakışını takınmazdın. Ama bu heriflerin nerede yaşadığını biliyorsun...Eğer benden bir şey saklarsan, seni öldürürüm. Gerçeği çarpıtırsan ya da gerçeği çarpıttığını düşünürsem, seni öldürürüm. Bir şey unutursan, seni öldürürüm. Doğrusu, hayatta kalmak için çok çabalamalısın, Nick. Söylediğim her şeyi anladın mı? Çünkü anlamadıysan, seni öldürürüm.
Lock, Stock and Two Smoking Barrels (1998) - Guy Ritchie
Salı, Ağustos 16, 2011
Rise of The Planet of The Apes
Perşembe, Ağustos 11, 2011
Murder In The First
Çıkış noktası olarak aldığı kaçış teşebbüsü gerçeklere dayansa da hikayenin geri kalan kısmı ağır biçimde değişikliğe uğratılmış. Gerçek Henri Young, filmde tasvir edildiği gibi aç kız kardeşini doyurmak için posta ofisinden para çalarak hapse düşmüş biri değil. Rehin aldığı insanlara şiddet uygulamasıyla bilinen bir banka soyguncusu, cinayetten tutuklanmış bir adam. 5 kişilik kaçma teşebbüsünde yakalanınca McCain'le birlikte uzun süreli olarak hücre cezasına çarptırıldıkları rivayet edilse de birkaç ay içinde genel koğuşa geri döndükleri de söyleniyor. Ertesi yıl Young, McCain'i filmde tasvir edildiği gibi kaşıkla öldürmüş ama sebebini hiçbir zaman ifşa etmemiş. İşin en ilginç tarafı, filmdeki akıbetinin aksine McCain'den önceki cinayet suçundan ötürü müebbete mahkum edilen Young, 1972'de şartlı tahliyeyle serbest bırakılmış, kısa süre sonra da tahliye şartlarını ihlal ederek ortadan kaybolmuş. O günden sonra izini kaybettirip kendisinden bir daha bilgi alınamayan 1918 doğumlu Young, filmin çekildiği yıl halen hayatta ve filmi izlemiş olma ihtimali var.
Henri Young'ın hayat hikayesindeki kimi boşluklar üzerinden yola çıkarak tamamiyle kurmaca bir hikaye anlatan Murder In The First, bu haliyle ister istemez bir ajitasyon örneğine dönüşüyor. Halbuki Young'ın öyküsündeki kimi unsurları ödünç alarak kurmaca bir karakter üzerinden bu hikayeyi anlatmaya yeltense kalbur üstü bir drama dönüşmesi işten değilmiş. Gene hikayedeki vurucu unsurlar belli ölçüde etkileyiciliklerini koruyorlar ama bir süre sonra ister istemez izlediklerinizin gerçeklerin çarpıtılmış versiyonu olduğu ya da olabileceği duygusu filme yönelik iyi niyeti baltalıyor. Hollywood bu tarz mevzularda son derece pervasız, ikisi de Ron Howard'ın elinden çıkma A Beautiful Mind ve Cindrella Man konu üzerine iki sabık örnek zira her iki film de hikayesini işledikleri tarihsel kişiliklerin biyografik kimi gerçekliklerini ciddi ölçüde saptırmalarıyla biliniyorlar.
Kimilerince 70'ler olarak kabul edilse benim gözümde sinemanın altın dönemi 90'lı yıllardır, zira bu dönemdeki filmler müthiş bir ritm duygusuna ve akıcılığa sahiptirler ki ne öncesi ne de sonrası dönemdeki filmlerde bu nitelik aynı düzeyde bulunmaz. Murder In The First de kusurlarına rağmen, gene bu dönemin izlemesi keyifli filmlerinden.