Cumartesi, Aralık 31, 2011

2011'in En İyi Filmleri


X-Men:First Class

Sadece X-Men filmlerinin en iyisi değil, aynı zamanda yapılmış en iyi çizgi roman uyarlamalarından da bi tanesi. Ve tartışmasız senenin en iyi filmi. Devam filmine ilişkin çalışmalar pek beklediğimiz hızda ilerlemese de büyük ihtimalle gerçekleşecek. Mümkünse de gerçekleşsin zaten zira bundan daha fazla devamı getirilmeyi hakeden bir film yok.


A Better Life

Bu filmi yılın sonlarına doğru izledim, iyiki de ıskalamamışım. Uzun zamandır eşine rast gelmediğimiz ölçüde duyarlı ve dokunaklı bir film. Amerika'daki göçmenler nezdinde, amiyane tabirle iki yakasını bir araya getirmek için çırpınan insanlar üstüne enfes bir hikaye. Golden Compass gibi bi faciaya imza atabilmiş Chris Weitz'den beklenmeyen bir başarı.


The Whistleblower

Esasında 2010 yapımı bir film Whistleblower ama gösterime girmesi bu yıla sarktı, o sebepten bu listeye almakta bir sakınca yok kanımca. Bosna ve fuhuş kaçakçılığı üstüne cesur ve sözünü sakınmayan keyifli bir film.


Kung Fu Panda 2

Kabul etmek lazım ilki kadar iyi bir film değil bu. Fakat gene de çıtayı düşürmemişler ve senenin en iyi animasyonuna imza atmayı başarmışlar. Gişesi de ilki kadar olmamıştı, inşallah bu üçüncü film ihtimalini tıkamaz zira Jack Black'in sesiyle Po'yu birkaç kez daha izlemekten hiç yerinmem açıkçası.


Rango

Yukarıda yılın en iyi animasyonu Kung Fu Panda 2 dedik ama o biraz Po'nu hatırına oldu açıkçası. Zira Rango birçok açıdan son derece özgün bir film ve Gore Verbinski'nin ne kadar yetenekli bir yönetmen olduğunu bir kez daha hatırlamamıza yardımcı oldu. Sinema dergisinden Uygar Şirin'in bir yazısından atıf yaparak söylersek "motion capture(hareket yakalama) ile değil emotion capture(duygu yakalama) tekniği ile çekilip Cameron ve Zemeckis avanesine taş atan" film Western türüne de şık bir saygı duruşuydu.




Midnight In Paris

Woody Allen'ın son filmi, insanın elindeki zamanın kıymetini bilemediğine dair şık bir hikayeydi. Lüzumsuz ve bence başarısız kara film denemelerindense böyle filmlerin onun kulvarı olduğunu bir kez daha göstermiş oldu. Gerçi Owen Wilson böyle bir senaryoda bile oyunculuğuyla sırıtmayı başarıyordu ama kadronun geri kalanına diycek yok. Özellikle Salvador Dali rolundeki kısacık ama şahane performansıyla Adrien Brody'e.


The Adventures of Tintin:The Secrets of The Unicorn

Spielberg-Jackson işbirliğiyle karşımıza çıkan Tintin, olabilecek en münasip ellere teslim edilmiş bir projeydi. Çıkan nihai iş de sorunsuz bir uyarlama olmasa da özgün materyalin ruhunu ve havasını taşıyabilen bir uyarlama oldu. Jackson'ın devam filmini iple çekiyoruz.


Scream 4

Klasik üçlemeye yapılan bu ekleme çoklarına pek yaranamadı ama ben bayağı keyif aldım, eski bir arkadaşa rastlamışım hissine benzer bir hisle seyrettim. Gişede isteneni verememiş olması bir 5. film şansını öldürdü bildiğim kadarıyla ki bence böylesi daha iyi. Güzel bir şekilde noktalanmış oldu seri.


Source Code

Source Code da senenin en özgün filmlerinden biri. Kusursuz bir film değil, ama çok da sık karşılaşmadığımız entellektüel derinlik vadeden bilimkurgulardan. Duncan Jones Hollywood'un yeni sığındığı limanlardan,görünüşe bakılırsa da bu payeyi hakediyor.


Mansiyon:
2011'in anılmaya değer diğer filmleri
Trust
The Beaver
Insidious
Ides of March
Crazy,Stupid,Love
50/50
Nadir and Simin,A Seperation
Carnage
Tucker and Dale vs. Evil
Even The Rain
Rise of The Planet of The Apes
Fast Five
Miral
Contagion
Moneyball

Niyetlenip de ya izleyemediğimiz yada henüz bizim bu diyarlara uğramamış filmleri de zikredelim de listede bu niye yok gibisinden sorular akıllara gelmesin: War Horse, The Muppets, The Descendants, Young Adult, Tinkor Tailor and Spy, Tyrannosaur, Stake Land, Snow Town, Red State, Melancholia, Martha Marcy May Marlene, Hobo With a Shotgun, Point Blank, The Guard, The Skin I Live In, We Need to Talk About Kevin, Real Steel.

Cuma, Aralık 30, 2011

2011'in En Kötü Filmleri


The Human Centipede 2

2009 yapımı Human Centipede, çıkış noktasıyla bile mide kaldırmayı başarmışken kimilerince yeterince kanlı olmamakla eleştirilmişti. Yönetmen Tom Six, eleştirilere kulak vermiş olacak ki ikinci filmini tamamen kan ve boka bulamakla kalmayıp, bu kulvardaki çıtayı geri dönülemez boyutlara sürüklemeyi de başarmış. A Serbian Film'deki bebek tecavüzünden daha tiksinç neyle karşılaşabiliriz diye düşünürken Six, filmin sapığından kaçmaya çalışırken panikle doğum yapan hamile bir kadının, bebeğininin kafatasını gaz pedalına basarak parçaladığı bir sahneyle bayrağı devralmış. Bundan başka daha birçok akla ziyan sahne de mevcut. Biri bu adamları durdursun, cidden!


Your Highness

Danny McBride komik bi adam, dahil olduğu her filme renk katmayı başarıyor bir şekilde. Sinemadaki ilk başrolünde aynı zamanda senaryoyu da kaleme aldığı Your Highness'ın fragmanını ilk izlediğimde de gülmekten yarıldığımı hatırlıyorum. Fakat filmi izleme bahtsızlığına eriştiğimizde gördük ki en komik kısımlar fragmanda harcanırken, filmin geri kalanı komiklik niyetine yapılmış bir dolu bayağılıkla doldurulmuş. Bir yere kadar sabretseniz de finale doğru "yuh artık!" der hale geliyorsunuz. Filmdeki yegane işleyen şey Justine Thereoux'un performansı. Natalie Portman'la Zooey Deschanel'in böyle düzeysiz bir filme hangi akla hizmet dahil oldukları ise ayrı bir gizem.


Hanna

 Joe Wright gibi yönetmenler, Pride and Prejudice yada Atonement tarzı filmleri hakkıyla sürükleyebilecek isimler. Fakat aksiyon gibi spesifik bir türler üstüne eğilip o türün dinamiklerini yok sayarak bir çeşit avantgarde yaklaşımlar tutturmaya çalışdığınızda kucağınızda Hanna gibi hilkat garibeleriyle kalakalmanız olası. Benzeri bir durum Ang Lee'nin Hulk'ında da söz konusuydu ama o film bir şekilde kendisini izletmeyi başarıyordu. Hanna'da bu söz konusu değil, ilk yarım saatte izleyeni baymayı başarıyor.


The Change-Up

Your Highness'ın izinden giden bir başka yapım. Judd Apatow ve avanesinin son yıllarda komedi türüne enjekte ettikleri ve yer yer başarılı sonuçlar veren "kabalık" düzeyini bazı yönetmenler tahammül edilemez boyutlara sürüklemeyi başarıyorlar. Birşeyin daha fazlasının değil optimum olanının makbul olduğunu anlamaktan uzak bu zihniyetin elinden çıkma filmler de bol miktarda bebek pisliği, izlemesi şöyle dursun nasıl filme çekildiğine dahi anlam veremediğiniz bir dolu tiksinç seks sahnesiyle dolu yapımlar oluyor. Gene Your Highness'da olduğu gibi kadrodaki Jason Bateman, Ryan Reynolds, Olivia Wilde gibi yeteneği tartışılmaz isimlerin böyle bir senaryoya nasıl evet dedikleri ayrı bir muamma.


Cowboys&Aliens

Listedeki bir başka Olivia Wilde filmi daha. Proje seçerken daha dikkatli olmasını önereceğiz ama yapımcı hanesinde Spielberg ve Ron Howard, senaryoda Damen Lindelof, Roberto Orci gibi isimlerin olduğu bir projeye niye hayır desin ki. Üstüne üstlük Harrison Ford, Sam Rockwell, Paul Dano gibi isimlerin de olduğu bir oyuncu kadrosu da söz konusuyken. Bu kadar iyi malzemeden Cowboys&Aliens gibi yavan bir film çıkarabilmeniz için yönetmen koltuğuna Jon Favreau gibi birini oturtmanız şart zira kendisi o çok beğenilen Iron Man filmlerinden de anlaşılabileceği üzere filmin hikaye ayağının ne derece sağlam olduğuna zerre önem vermeyen bir insan. Daniel Craig çölde uyanıyor, bir kasabaya gidiyor, uzaylılar kasabaya dalıyor ve sonrasında da kovboylar uzaylılara; koca filmin olay örgüsü bundan ibaret. Umuyoruz bu film, kağıt üstünde parlak duran bir konseptin nitelikli bir filmi garanti etmediğine dair Hollywood'a bir ders olur da bu tarz filmler için 160 milyon dolar gibi meblağları harcamaktan vazgeçerler.


Green Lantern

2011'in iyi davranmadığı isimlerden biri de Ryan Reynolds. Oynadığı her role ve dahil olduğu her filme bir izlenebilirlik kazandıran, hem komik hem de karizmatik olmayoı başarabilen, bu sene yer aldığı filmlerin başarısızlığının ardından sorgulanır hale gelse de kesinlikle yıldız niteliklerine sahip bir isim. Fakat Change-Up gibi berbat komedilerde yada Green Lantern gibi kötü tasarlanmış filmlerde yer aldığı müddetçe bu konumunu pekiştirmesi güç. Green Lantern da Hollywood'un ders çıkarması gereken filmlerden zira nitelikli bi çizgi roman uyarlaması yapmak istiyorsanız ya o çizgi romanının evrenini gerçek yaşama monte etmeniz (Dark Knight, X-Men filmleri) yada sinema perdesinde soluk alıp veren bir çizgi roman evreni inşa etmeniz(Tim Burton'ın iki Batman filmi ve Sin City) şart. Kesinlikle yapmamanız gereken şeyse koca kafalı iyi uzaylıların ve gene koca kafalı kötü adamların olduğu, korku yutan bi bulutun dünyayı ele geçirme ihtimali üzerinden ilerleyen, süper kahramanın düşen bir helikopteri kurtarmak için yüzüğüyle yarış pisti yarattığı bir film yapmak! Hadi kafanıza sert bi cisim düştü yada silah zoruyla falan böyle bir şeye onay vermiş bulunsanız bile kesinlikle bu projeye 200 milyon doları gömmemelisiniz. Yoksa kucağınızda nur topu gibi bi gişe faciasıyla kıç üstü oturup kalmanız hayli olası.


Killer Elite

Gene oyuncu kadrosuna ve fragmanlarına tav olup havamızı aldığımız bir başka yapıt. İnsan hiç birşeyden olmasa Hanna'ya rakip olmaktan utanır zira aksiyon filmiyim diye ortaya çıkıp izleyeni afakanlara garkeden ikinci film bu. Olan Dominic Purcell'e olmuş zira canlandırdığı yan karakterde hem rol yapabildiğini hem de istedikten sonra iyi rol yapabildiğini kanıtlamayı başarmış.

 

Don't Be Afraid of The Dark

Bu film de afişinde Guillermo Del Toro var diye bir filmi izlememeniz gerektiğinin kanıtı. Geçen yıl gösterime giren Splice'ı da bu noktada yadetmeden geçmemek lazım. Bu filmde ekstradan, her daim izlemesi keyifli Guy Pearce, uzun zaman sonra Tom Cruise'un karısı rolünden başka bişeyde karşımıza çıkan Katie Holmes ve kağıt üstünde ilginç bir öykü de vardı ama gene bildik numaraları tekrarlayan, klişe bir tür örneği olmuş çıkmış.


Just Go With It

Adam Sandler birbiri ardına kötü filmler yapmaya son sürat devam ediyor. Söylenenlere bakılırsa benim fragmanına bile tahammül edemediğim Jack&Jill'le bu mevzuda kendi nirvanasına ulaşmış durumda ama Just Go With It de kendi çapında gayet feci bir film. Başkarakterin Brooklyn Decker gibi bir afeti bırakıp Jennifer Aniston'ı tercih ettiği bir film ne derece kaale alınabilir ki zaten, yani hangi evrende mümkün böyle bir şey? Resmen fizik kurallarına ters, yerçekimini inkar gibi bişey!


Drive Angry 3D

Dibe vurma yolunda son sürat ilerleyen bir başka isim de Nicolas Cage. Görünüşe bakılırsa Face/Off yada Lord of War gibi nitelikli filmlerde bir daha belirmeyeceğine dair yemin falan etmiş durumda zira birbiri ardına hangi amaca hizmet ettiği anlaşılmaz yapımlarla karşımızda çıkmaya devam ediyor (maksat Amber Heard'ün önünü açmaksa başka tabi, o açıdan başarılı bi film!).

2011'in Hayal Kırıklıkları


Tree of Life(**1/2)

Terence Malick, yeni bin yıla girmeden evvel The Thin Red Line ile, sinema ile nasıl şiir yazılabileceğini göstererek herkesin aklını başından almış, 70'lerdeki çalışmalarından haberdar olmayan bizim gibilere kim bu adam dedirtmişti. Ondan bikaç yıl sonra New World ile karşımıza çıktığında bi önceki filmine şahane oturan sinema dilinin her materyale aynı ölçüde uygulanabilir olmadığına şahit olmuştuk. Tree of Life da aşağı yukarı aynı sorundan muzdarip. Sean Penn'in de filmden memnuniyetsizliğini belirtirken dile getirdiği gibi düz bir sinema diliyle anlatılsa etkili olabilecek bir hikaye, Malick'in ellerinde yer yer sıkıcılaşan bir anlatıya dönüşüyor. Üstelik bu sefer, önceki filmlerinden farklı olarak Malick'in kamerası doğaçlama kareler yakalama peşinde koşarken nerede duracağını bilemez bir görüntü veriyor. Oyuncuların performansları da bundan nasibini almış, ne yaptıklarına dair bi fikirleri yokmuşcasına ortalıkta dolanıyorlar. New World ile birlikte Terence Malick'in bu ikinci ıskası, bi sonraki hatasıyla yeni filmini heyecanla beklediğimiz yönetmenler arasından çıkması olası.


Battle:Los Angeles(**1/2)

Battle:L.A.'den ilk kez fragmanları vesilesiyle haberdar olmuş, çok da heyecanla bekler bir hale gelmiştik. Zira tanıtımlardan öngördüğümüz kadarıyla film bir çeşit District 9-Black Hawk Down kırması olacaktı ve en azından görsel açıdan hayli iddialı bir şey olarak arz-ı endam edecekti. Fakat izlediğimiz film vadettiklerini karşılayamadığı gibi, lüzumsuz bir militarizm ve Amerikan propagandasına bulandırılmış, keyif almanın kolay olmadığı bir yapım olarak karşımıza çıktı.


Terri(**)

Bu filme dair söylenebilecekleri söylemiştik evvelce. Sadece oyuncularının hatırına izlenebilen bir yapım.


13(***)

Bikaç yıl önce İstanbul Film Festivalinde Gela Babluani'nin filmi Tzameti'yi izlediğimde, çıkış noktası itibariyle son derece ilgi çekici olan filmin perdeye aktarılış biçimiyle sıkıcı bir hale dönüştüğünü ve bir yeniden çevrimi bundan daha fazla hak eden bir film olmadığını düşünmüştüm. Aklıma gelmeyen şeyse, yeniden çevrimin başına gene Babluani'nin kendisinin getirileceğiydi. Halihazırda iyi bir hikayeye sahip olmakla kalmayıp kadronuza Jason Statham, Mickey Rourke, Michael Shannon, Alexander Skarsgard gibi kalburüstü oyuncular eklediğiniz halde nasıl vasat bir filme imza atabileceğinize dair ders niteliğinde bir iş çıkarmış Babluani. Filmin öyküsü o kadar iyi ki, yönetmeninin tüm çabalarına rağmen kendini izlettiriyor. Oyuncu kadrosu da ellerinden geleni yapmışlar, Statham'i ilk kez görece dramatik bir rolde izlemek keyifli. Yani son tahlilde aksi yönde tüm çabalara karşın kötü olmayı başaramayan bir film karşımızdaki. Bu listede yer almasının sebebi, kaçırılan fırsata yanmamız.


Pirates of The Caribbean:On Stranger Tides(**1/2)

Johnny Depp'i bir kez daha Jack Sparrow olarak izlemek ilk bakışta fena bir fikir olarak gözükmemişti. Geoffrey Rush da geri dönecekti, hepsinden iyisi Orlando Bloom olmayacaktı. Bunların üstüne Ian McShane ve Penelope Cruz faktörleri de eklenince ister istemez sizi beklentiye sokan bir projeydi Pirates 4. Fakat son kertede elinizde doyurucu bir senaryo olmayınca hepsi boş, karşınıza çıkan bir şekilde izlenebilir olsa da olmasa da olurmuş diye düşüneceğiniz bir film oluyor.

Pazartesi, Aralık 26, 2011

2011'in En İyi Posterleri



Rise of The Apes'in diğer poster çalışmaları filme ayrılan tanıtım bütçesi düşünüldüğünde pek de başarılı değildi. Fakat bu iki poster filmin ruhunu en iyi şekilde tanımlamakla kalmıyor, aynı zamanda zekice tasarımları ve görsellikleriyle de göz dolduruyor. (D)EVRİM!


Dexter'ın bu sezonki din ağırlıklı temalarına temas eden şahane bir çalışma. "İntikam Meleği Dönüyor"dan daha iyi bi tagline da bulunamazdı heralde.


Roman Polanski'nin filmi çocukları kavga eden iki ailenin olayı medeni biçimde tartışmak üzere bir araya gelmelerini konu ediniyor. Hadisenin giriş, gelişme ve sonucuna dair afiş çalışmasından fikir edinmek mümkün!


Bazı filmlere yapılan son derece özensiz posterleri gördükten sonra Ides of March gibi örneklerle karşılaşınca hala bu işi çok büyük bir bütünün parçası olarak görüp ciddiyetle yaklaşan insanların var olduğuna sevinmekten kendinizi alamıyorsunuz. Yılın en iyi filmlerinden birine yakışır şekilde yılın en iyi posterlerinden biri.


Önümüzdeki yaz gösterime girecek Rises ile birlikte tamamlanacak Dark Knight üçlemesi için hazırlanmış fan yapımı bir poster çalışması. Dark Knight Rises'ın şu ana kadar görücüye çıkan diğer iki posteri de göz alıcı ama önümüzdeki yılın filmi olduğu için bu listeye almadım.


Ghostface'in alameti farikası iki unsuru maske ile bıçağı zekice ve şık bir biçimde sentezlemeyi başarmış bi tasarım.


Filmin fragmanlarından yükselen beklentileri pekiştiren bi poster çalışması. Sonucun bekleneni verememiş olması üzücü.


Zack Snyder'in biraz fazlaca üstüne gidilmiş filminin, sarı saçlarıyla resmen göz kamaştıran Emily Browning'den gücünü alan posteri.


İğrenç Human Centipede'nin daha da iğrenç devam filminin afişi burada ne arıyor diye düşünülebilir. Fakat filme dair az buçuk fikir sahibiyseniz bundan daha münasip bir poster tasarımı daha olamayacağını da biliyorsunuz demektir.