Pazar, Haziran 10, 2012

Twixt


Francis Ford Coppola'ya karşı hiçbir zaman çok büyük bir hayranlığım olmadı ama neticede sinema tarihinin en saygı gören filmlerinden bazılarına imza atmış bir adam, bunu inkar etmek imkansız. Hal böyleyken kariyerinin son demlerini öğrenci filmi gibi şeylerle geçiriyor olmasını anlamak biraz zorlaşıyor.


Spielberg ve Scorsese gibi çağdaşlarına kıyasla biraz daha garip, biraz daha "artiz" bir figür olduğunu göz önüne alınca çok da şaşılacak bir şey yok gerçi. Yazının konusu filmi "canlı kurgulama" şeklinde göstermek gibi bir fikri varmış ilk başta örneğin. Seyircinin tepkilerine göre sahneleri uzatıp kısaltacak, hikaye ögelerini falan değiştirecekmiş. Neyse ki bunun pratikliğin zıttı bir deney olduğu idrak edilmiş de vazgeçilmiş. Saçma sapan işler, neyse.


En son 1997 tarihli "Jack" filmiyle stüdyo sistemi kapsamında bir iş yapan Francis Ford Coppola bundan 10 yıl sonra insana afakanlar bastıran "Youth Without Youth" ile sinemalara geri dönüş yapmıştı. Nasıl pazarlanacağı bilinemediği için pek izleyici bulamadığı gibi eleştirel manada da hoş karşılanmayan bu filmin sonrasında kendi çekip kendi dağıtacağı ve seyirci derdine düşmeyeceği filmler yapmaya odaklanacağını belirtmiş yönetmen. "Twixt" de bu sürecin 3 yıl önce yapmış olduğu ve benim izlemediğim "Tetro" sonraki ikinci örneği görünüşe bakılırsa.


Hall Baltimore (Val Kilmer) isimli çok da başarılı olmayan bir yazarın kimsenin gelmediği bir imza günü vesilesiyle uğradığı bir kasabada işlenen bir cinayet üzerinden gelişiyor "Twixt"in hikayesi. Kasabanın şerifi (Bruce Dern) cinayetin arkasında bir gizem olduğundan emin, Hall'ın da nadir hayranlarından, ona bu olay üzerine ortak bir kitap yazmayı teklif ediyor. Şerif ile kreatif bir ortaklık fikri çok çekici gelmese de olayın kendisi gerçekten ilgisini uyandırıyor Hall'ın. Belki de bu sefer daha popüler bir kitap ortaya çıkarırım umuduyla başlıyor araştırmaya. Coppola bu ya, hikayeyi böyle kendi haline bırakmıyor tabi, bir de rüya alemini sokuyor işin içinde -filmin ismi de buradan geliyor zaten; between (arada) kelimesinin eski versiyonu olan betwixt'in kısaltılmışı twixt-. Yanında beliren V (Elle Fanning) isimli bir kızla kasabanın rüya versiyonunda gezinen Hall (Ben Chaplin) bir noktada Poe ile karşılaşıyor ve ona kitap fikrinden bahsediyor. Diyor ki bu kitabı yazabilmem için cinayeti kimin işlediğini öğrenmem lazım, Poe da içinde sübyancı rahiplerle vampirlerin bir arada olduğu, Hall'ın uyanık olduğu vakitlerde yaşadıklarına da sirayet eder hale gelen bir hikayeyi başlıyor anlatmaya.


Gördüğü bir rüyadan yola çıkarak senaryoyu yazan yönetmen, Poe'nun ve Nathaniel Hawthorne'nun yapıtlarından esinlendiğini söylemiş. Poe sadece bir karakter olarak filmde yer almıyor sadece hayatında birçok detayı da hikayeye yedirmiş yönetmen. Poe'nun yaşadığı şehir olan Baltimore baş karakterin soy ismi olmuş mesela. Kendisi 27 yaşındayken evlendiği 13 yaşındaki kuzeni Virginia da burada Hall'un katilini bulmaya çalıştığı V olarak karşılığını bulmuş. Tüberküloz hastalığı neticesinde hayatını kaybeden Virginia üzerinden güzel, genç ve masum olanın ölümü üzerine bir alegori yapmaya çalışmış muhtemelen yönetmen, biraz çorba yaparak tabii. Poe ile Hall'un yazım tekniklerini tartıştığı bir sahne var, ünlü şiiri "The Raven"ı nasıl yazdığını metodolojik olarak anlattığı bir bölüm. İzlediğimde derinliği ile etkileyici bulmuştum ama sonradan öğrendim ki yazarın ünlü makalesi "The Philosophy of Composition"dan birebir kopya yapmış Coppola.


İçinde ilginç fikirler barındırsa da öğrenci filmi gibi derken de boşa konuşmuyoruz, geniş bir araziye yayılan kendi evinde çekmiş filmi yönetmen.  İnsanın ismi Coppola olunca bahçesinde çektiği filme bile en azından Val Kilmer, Bruce Dern ve Elle Fanning gibi isimleri toplayabiliyor. Bileşenler fena değil yani aslında ama uygulama vasatın altında. Gün içinde geçen kısımlarda ışıklandırmadan tut kurguya kadar sıfır bütçe ile çekilmiş ultra indie bir film izlediği hissiyatına kapılıyor insan. Rüya bölümlerinde de seçilen renk paleti ve bir iki ürkütücü slow mo sahne sayesinde film biraz stil ve kişilik kazanıyor olsa da o kısım da gene çok amatör kokan bir yeşil ekran kullanımından kaybediyor. 
 
Hayır, madem bütçeyi düşük tutup çoğunluğu sürreel sularda gezinen kafana göre bir film yapma derdindesin, adı belli iyice garipleşip "Eraserhead" misali bir şeyler yaratsana be adam. Kendisinin stüdyo sistemi içinde yaptığı "Bram Stoker's Dracula"  bile -aradaki yapım kalite farklarını bir kenara koyarsak tabii- bundan çok daha cüretkar bir filmdi. Nerede o filmde insanın zihnine nakşolan gotik imajlar, nerede bu filmin amatör korku filmi öykünmeleri... Val Kilmer, Bruce Dern ve Elle Fanning ellerinden geleni yapsalar da bir yerden sonra oyuncu kadrosu geri kalanı kurtaramıyor haliyle. İnsanın yaşlandıkça artistik yeteneğinde körelmeler yaşanmasından daha üzücü bir şey varsa o da kişinin bunu görmekten aciz olması olsa gerek. Coppola'nın kendi doğrusunu tez vakitte bulabilmesi dileğiyle.
 

Pazar, Haziran 03, 2012

Safe: Beklentileri Aşan Bir Statham Filmi


Aksiyon ikonu geleneğinin günümüzdeki yegane bayraktarlarından olan ve bu yönüyle bu satırların yazarı gibi birçoklarının takdirini kazanmış Jason Statham cephesinde işler çok iyi gitmiyor bir süredir. Filmogrofisinde ara ara kötü filmlerin yer alması değil bahsettiğimiz, daha ziyade gişede eski performansının uzağında seyretmesi. En son 2008'de Transporter 3,Death Race ve Bank Job ile bu manada başarılı bi yıl geçiren Stath,sonrasında sadece Expendables ile gişede gün yüzü gördü ki o da birçok yıldızı kadrosunda barındıran bir filmdi. Bundan sonraki proje seçimlerinde biraz farklı bir güzergah izlemesi şart gibi görünüyor yoksa 90'ların sonunda Van Damme,Stallone ve diğerlerinin başına geldiği gibi teatral gösterime girmeyen B filmlerinin aktörü haline gelebilir. Sırada Taylor Hackford ve Brian De Palma gibi namlı yönetmenlerle çalışacağı iki projesi var,bir de Stallone'un senaryosunu yazdığı bir film. Bakalım son yıllarda üzerine yapışan klişelik hissini üzerinden atabilecek mi göreceğiz.

Bu ay içinde gösterime giren son filmi Safe bu noktada ilginç bir film çünkü hasılatı itibariyle bekleneni veremeyen Statham filmlerine eklenen son halka olmasına rağmen gişesine tezat bir şekilde nitelikli bir aksiyon sineması örneği. Safe gibi gayet düz ve sıradan bir isimle yola çıkılması dışında olumsuz bir özelliği bulunmayan böyle bir filmin seyirciden gerektiği kadar ilgi görmemesi üzücü olmuş. Bir şekilde tüm New York mafyasının peşine düştüğü bir kızın kurtarıcılığını üstlenmek durumunda kalan geçmişi karanlık bir karakterin hikayesini anlatan Safe, çok özgün olmamakla beraber eli yüzgün düzgün yazılmış bir senaryodan yola çıkıp yönetmeninin maharetiyle parlayan bir film. Filmogrofisinde bugüne kadar pek de kaydadeğer bir işi olmayan Yakin, beklenmedik biçimde şık ve stilize aksiyon koreografileri barındıran bir filme imza atmış. Safe gibi tür sineması örneklerinde artık çok sık karşılaşılmayan bu durum, filmi bağrımıza basma sebeplerimizden de biri aynı zamanda. Paul Greengrass (Dan Bradley'nin de katkısıyla) Bourne serisinde harika bir iş çıkartmış olsa da bu filmden sonra aksiyon janrına egemen olan aktüel ve bir o kadar da sallantılı kamera kullanımı, arada Vantage Point gibi iyi örnekler haricinde çoğunlukla filmin izlenilirliğini düşüren bir etken oluyor. Birkaç ay önce gösterime giren Safe House bu noktada ideal bir örnek,o filmde de sarsıntılı görüntülerin arasında cool birşey oluyorsa da anlaşılmama gibi bir sorun yaşanıyordu. Yakin işte bu "cool" action kavramını hakkıyla yerine getirerek iyi bir tür sineması örneği ortaya koymuş. Bundan sonraki işlerinde bu çıtasını daha da yükseltir umarız.


Safe,Jason Statham için canlandırdığı karakter itibariyle de görece farklı bir film zira Luke Wright ne bir Frank Martin ne de bir Chev Chelios. İlkinin coolluğundan,ikincisinin mizahından da yoksun,karanlık ve dramatik bir figür. Dolayısıyla Stath'in burda aktörlük kumaşını bir nebze de olsun zorladığını belirtmek gerek. Stath dışındaki yan rollerdeki oyuncu kadrosu ilginç biçimde karizmatik adamlardan müteşekkil (Anson Mount,Chris Sarandon,Robert John Burke vs) bu da filmin tonuna ilginç bir katkıda bulunmuş. Zaten Boaz Yakin'in senaryosu mafya figürleri,politikacılar ve polislerin kolkola hareket ettiği karanlık ve sert bir gerçekçilikle bezeli bir New York portresi çizerken,oyuncu seçimindeki isabet de hikayenin bu yönüne katkıda bulunuyor.