Pazartesi, Aralık 24, 2018

The Amityville Horror (2005) - Andrew Douglas


1974 yılının kasım ayında Ron DeFeo adında bir adam anne-babası ile 4 kardeşini tüfekle vurarak öldürdü. New York'un Amityville beldesinde gerçekleşen katliama ilişkin mahkemedeki savunmasında evde duyduğu bazı seslerin kendisine bu cinayetleri işlettiğini iddia etti DeFeo ama mahkeme bunu kabul etmedi ve ömür boyu hapse mahkum edildi, halen de cezasını çekmekte. Amityville söylencesini oluşturan esas olay ise gerçekleşen bu trajediden ziyade sonrasında yaşandığı iddia edilen olaylar zira 1975 yılında DeFoe'lardan kalan evi satın alan George ve Kathy Lutz çifti yeni evlerinde daha bir aylarını doldurmadan tüm eşyalarını arkalarında bırakıp gitmişler. Yaşadıklarını iddia ettikleri olayların kayıtlarını dinleyen Jay Anson isimli bir yazar da buradan yola çıkarak "The Amityville Horror" isimli romanı yazarak hatırı sayılır bir başarı elde edince bir film uyarlamasının yapılması gecikmemiş ve 1979 yılında "Amityville Horror" korku külliyatına kazandırılmış.


Yazımızın konusu "The Amityville Horror", 79 model olanın yeniden çevrimi. İkisi arasında seriye ait 7 film daha yapılmış ama çoğu video piyasasına dönük. 2000'lerde Michael Bay'in kurmuş olduğu Platinum Dunes ne kadar korku klasiği varsa hepsinin yeniden çevrimine girişerek piyasaya dalmıştı. Brad Anderson filmi "Machinist"in senaryosunu beğenen Bay, filmin yazarı Scott Kosar'ı "Texas..."ı yazması için kiralamış, film gişede fena da iş yapmayınca "Amityville"i de ona emanet etmiş. Yönetmen koltuğuna geçen Andrew Douglas, öncesinde yaptığı bir belgesel dışında genelde müzik videoları yönetmeni olarak biliniyormuş, dolayısıyla onun da ilk siftahı. Reynolds o zamanlar daha Hollywood'da kendini koyacak yer arayan yıldız adaylarından biriydi. Birkaç yıl sonrasında piyasanın en aranan genç yıldızlarından biri haline gelecek olan Chloe Moretz'in yer aldığı ilk film olma özelliğini de taşıyor aynı zamanda bu yapım.


Orjinal filmi izlemediğim için yeniden çevrim standartları çerçevesinde değerlendirme imkanım olamayan "Amityville" George (Ryan Reynolds) ve Kathy Lutz (Melissa George) çiftinin Kathy'nin önceki evliliğinden olan 3 çocuğu ile birlikte DeFoe'lardan kalan eve taşınmalarıyla başlıyor. Çok geçmeden Ron'ın iddia ettiğine benzer şekilde evde sesler duymaya başlayan George'un ruhi dengesi yavaş yavaş kaykılmaya başlıyor. Durumu geç de olsa farketmeye başlayan Kathy, küçük kızının hayali arkadaşının evde öldürülmüş çocuklardan biri olduğunu öğrenmesiyle birlikte iş işten daha fazla geçmeden mevzunun daha derinine inmeye karar veriyor vesaire vesaire..


Güya 70'lerde geçiyor olmasına rağmen saç modellerinden tut da Ryan Reynolds'ın gereksiz derecede kaslı vücuduna varan kadar hiç de otantik olmayan bir görünümü var filmin, bir nebze kıyafetlere özen gösterilmiş o kadar. "Deadpool" ile artık bir marka haline getirdiği sarkastik oyunculuk anlayışını daha o zamanlardan her filmine yedirmeye başlayan Reynolds burada da nefret etmenin bir hayli zor olduğu cool ve sempatik bir karakter olarak başlıyor hikayeye. Hikayenin ilerleyen bölümlerinde yaşayacağı dönüşüme keskin bir kontrast oluşturması itibariyle ideal bir tercih olsa da karakterin yaşadığı değişim neredeyse bir gecede gerçekleştiği için çok da bir anlam ifade etmiyor. 
 
 
 
Böylesi bir hikayenin ağır ağır açılan ve seyirciyi yavaş yavaş dehşetin içine sokan bir tempo ile anlatılması lazım aslında ama 2000'lerin ortasındaki korku sineması için böyle bir tercihin düşünülmesi çok da mümkün değildi. Son 10 yılda başarı düzeyleri tartışmaya açık olsa da tür içinde değişik şeyler denemeye çalışan Ari Aster, Robert Eggers gibi isimlerin sinemasına benzer bir yaklaşıma daha müsait bir materyal aslında "The Amityville Horror". 
 
 
Andrew Douglas'ın filmi ise benzeri yeniden çevrimler gibi hikayenin seyirciyi bir jump-scare'den diğerine götürmekten öte bir anlam taşımadığı, karakterler hakkında kendilerini  önemsememize izin verilecek derecede bir derinleşmeye gidilmeyen, bir atmosfer yaratma kaygısı güdülmeksizin her ne kadar yer yer etkili olsalar da klişe olmaktan da öteye gidemeyen korkutma taktiklerine başvurulan bir yapım. 
 

Oyuncu kadrosu ellerinden geleni ardlarına koymamışlar, özellikle Melissa George. En büyük oğlanı nerede gördüm diyordum, "Butterfly Effect"teki psikopat veletmiş, başarılı kerata. Yönetmen Douglas da her ne kadar fena gişe yapmamış olsa da filmden çok memnun kalmamış olacak ki kurmaca işlerinden elini eteğini çekmiş gibi görünüyor, arada geçen sürede adı sanı duyulmamış bir film ve "Mindhunter"ın iki bölümü dışında yaptığı bir iş yok. Bu remake işleri de 2010'ların gelişiyle birlikte öldü zaten. Döneminin ürünü olan ve bunu her şeyiyle hissettiren bir film "Amityville" neticede.

Pazartesi, Aralık 10, 2018

Back Roads


Alex Pettyfer'in ismini en son "Magic Mike" setinde hem yönetmen Soderbergh'e hem de Channing Tatum'a artistlik yaptığı haberleri ile duymuştum. O zamanlar yeni bir yıldız yaratma ümidi ile çok göze sokulan aktörlerden biriydi ama fazla şımardığı intibası uyandırdı demek ki herkeste, bayadır gözden gönülden ıraktı. Görünüşe bakılırsa bütünüyle de kopamamış bu işlerden, hatta yetmemiş yönetmenliğe bile soyunmuş.


"Back Roads"  Tawni O'Dell isimli bir yazarın 1999'da çıkan bir romanı. Annesi dayakçı babasını öldürünce üniversiteye gitmek yerine üç kızkardeşine (Nicola Peltz, Chiara Aurelia ve Hala Finley) bakıcılık yapmak durumunda kalan 19 yaşındaki Harley'nin (Alex Pettyfer) öyküsü burada anlatılan. İstemediği bu sorumluluk altında ezilen Harley babasının zorbalıkları altında geçen çocukluğu da eklenince psikolojik bunalımın eşiğinde geziniyor. İki çocuk annesi evli bir kadınla (Jennifer Morrison) yaşamaya başladığı yasak ilişki bu karanlık içinde kendisi için tek ışık kaynağı haline geliyor ve bu kadına karşı saplantıya dönüşen tutkusu hem ilişki hem de kadın için zorlayıcı hale gelmeye başlıyor. Öte yandan film ilerledikçe Harley'nin ailesi içindeki dinamiklerin hiç de göründüğü gibi olmadığını öğrenmeye başlıyoruz ve kendisi ile birlikte etrafındaki herkes bu batağın içine öyle ya da böyle çekilmeye başlıyor.


Kitap çıktığı vakitler film uyarlamasını Adrian Lyne'ın yapması planlanıyormuş ki hikayenin erotik yönü düşünülünce ideal bir seçim aslında. İnsan Lyne nasıl bir filme imza atardı diye düşünmeden edemiyor. O dönemler Harley karakteri için seçmelere katılan isimlerden biri olan Pettyfer kendi prodüksiyon şirketini kurunca yaptığı ilk işlerden biri artık rafa kalkmış kabul edilen "Back Roads" uyarlamasını hayata geçirmek olmuş. 20'li yaşlarının ortalarında olsa da hala Harley'yi oynamaya kararlı olan Pettyfer yönetmen olarak birçok isme teklif götürse de sonuç alınamayınca o işi de kendi üstlenmeye karar vermiş. Körpe bir yönetmen için biraz iddialı bir materyal aslında bu ama yanına tecrübeli bir yapım ekibi ve Jarin Blaschke ("The Witch, "The Lighthouse", "I Believe In Unicorns") gibi kendini kanıtlamış bir görüntü yönetmenini iliştirmeyi ihmal etmemiş yapımcılar.
 

 
Yönetmen koltuğuna geçince ilk iş olarak başrol adayları listesinde kendi isminin üstünü çizmiş olsa daha iyi olabilirmiş gerçi. Alex Pettyfer daha 30'una gelmemiş bir isim olsa da üniversite çağında bir genç havası da vermiyor hiç, fazla olgun bir fiziği var oynadığı karakter için. Hikaye olgun bir kadınla yaşadığı ilişki üzerinden kendi cinsel geçmişi üzerine bir aydınlanmaya yaşayan genç bir karakteri konu ediniyor neticede ama Morrison'la yan yana durduklarında o olgunluk farkını hissedemiyorsunuz. Gene de karakterin geçirdiği bunalımı ifadeye dökme konusunda başarılı olduğu söylenebilir aktörün.


Roman hakkında yer yer komediye kayan yanları olduğu söylenmiş. Artık filme aktarırken bu kısımları es geçmeyi mi uygun gördüler yoksa filmin komik yerleri vardı da ben mi yakalayamadım bilmiyorum ama finale doğru ilerledikçe gayet depresif bir hal alan ve insanı üzüntüye gark eden bir hikaye burada anlatılan. Aile içi istismarın dolaylı ve dolaysız şekilde tüm aile mensuplarını ne denli perişan ettiğini gösteren ibretlik bir boyutu var. Kamera arkasına tecrübesiz bir isim geçince makul ölçüde kırpılan filmin bütçesini hikayeyi süre ilerledikçe daha da kapalı alanlara sıkıştırarak örtmeye çalışan Pettyfer, içeriğin boğuculuğunu görsel olarak da desteklemiş böylelikle ki ışıklandırması itibariyle de karanlık bir film zaten. 
 

Oyuncu kadrosu da bu iç buruculuğun altını ellerince iziyorlar. Özellikle ailenin en küçük kızını oynayan Hala Finley, kendisini çevreleyen tüm negatifliklere karşı sergilediği sempatikliği ve masumiyeti ile en çok içinizi parçalayan ve akıbeti için en çok endişelendiğiniz karakter olurken ortanca kardeş Chiara Aurelia da tam aksi şekilde, soğukluğu ve kardeşlerinden farklı olarak ruh haline verilen zararları kabullenmiş haliyle seyirciyi etkilemeyi başarıyor. Abi ve abla pozisyonunda olsalar da kardeşlerine nispetle yollarını çok daha kaybetmiş olan merkezdeki iki karaktere hayat veren Pettyfer ve Peltz  yetenek itibariyle kifayetsizlikleri olsa da ellerinden geleni ardlarına koymuyorlar. Son tahlilde bittiğinde seyircinin kalbinde bir yumru olmasa da belli bir sızı bırakan, daha büyük bir prodüksiyona ve daha kifayetli bir yapıma ihtiyaç duyduğu aşikar olsa da eldeki imkanlarla en iyisinin yapılmaya çalışıldığı aşikar bir yapım "Back Roads".