Salı, Nisan 30, 2019

Instant Family


Wahlberg aynı yönetmenlerle tekrar tekrar çalışmayı seven bir aktör. Son 10 yılda 20 film çekip bunun 4'ünü Pete Berg, 3'ünü Michael Bay, 2'sini de Seth MacFarlane yapmış bir adam bu. Son favorilerinden biri de "Hot Tub Time Machine", "She's Out of My League", "Mr.Popper's Penguins" filmlerinin senaryolarını yazmış, yönetmen olarak da Adam Sandler'ın en dandik filmlerinden olan "That's My Boy"a ve "Horrible Bosses"un devam filmine imza atmış olan Sean Anders görünüşe bakılırsa. 2 yıl arayla iki "Daddy's Home" filmine imza atan ikili, hem idare eder bir komedi serisine imza atmışlar hem de gişede başarılı bir geri dönüş almışlardı. Hal böyle olunca bir kez daha bir araya gelmekte bir beis görmemişler belli ki ve ortaya "Instant Family" çıkmış.

Yönettiği filmlerin genelde senaryosuna da imza atan Anders'in kendi yaşamından esinlenerek kaleme aldığı bir senaryoymuş "Instant Family". Eşiyle 3,6 ve 1 buçuk yaşlarında 3 kardeşi evlat edinmiş olan yönetmen sadece kendi deneyimlerinden esinlenmekle kalmayıp birçok evlat edinmiş ya da evlat edinilmiş insanla da görüşerek filmi ortaya çıkarmış. Çocukları olmayan Pete (Mark Wahlberg) ve Ellie'nin (Rose Byrne) evlat edinmeye karar verip en sonunda Lizzy (Isabela Moner), Juan ve Lita'dan müteşekkil 3 kardeşte karar kılarak onlarla yaşadıkları uyum sürecini konu ediniyor film. Başlarda güllük gülistanlık görünen şeyler sonradan kabusa dönüşüyor, bunun üzerinden yaratılan komedi hikaye ilerledikçe dramaya evrilme eğilimi gösteriyor. Finale doğru orta bir yol tutturularak ikisine de az buz dokunmuş bir hikaye anlatılmış oluyor. Belli bir yaşanmışlık üzerine inşa edildiği aşikar olan film ne kadar uğraşsa da didaktik olmaktan kaçamıyor ve haliyle hikayenin dramatik gücü de bu sebeple yara alıyor. Zaten tümüyle bir komedi ya da drama yapmaya yeltenmeyen yönetmen, bunların her ikisine yoğunlaştığı yerlerde de tümüyle bir başarı sağlayamıyor ve netice önemli şeyler söylüyor olsa da seyir zevki düşük bir filme imza atmış oluyor. Rose Byrne komedi yeteneğini defalarca kanıtlamış bir aktris ve Wahlberg ile kimyaları yerinde; Isabela Moner geleceği parlak bir yetenek ve Octavia Spencer da izlemesi her daim keyifli bir isim ama gene de hepsinin gayretleri filmi ayağa kaldırmaya yetmiyor.

Çarşamba, Nisan 10, 2019

Bumblebee


Michael Bay öyle ya da böyle "Transformers"ı blockbuster aleminin mihenk taşlarından biri haline getiren isimdi ama artık 5 filmin ardından kimsenin kendisinden yeni bir tane daha talep etmesi de söz konusu değildi. Tabii bu feci şekilde franchise ihtiyacı içinde olan Paramount'un bu fikri mülkün soğumasına izin vereceği anlamına gelmiyordu ki vermedi de. Bay'in yönettiği son film olan "Last Knight"ın prodüksiyonu sürerken Bumblebee spinoff u üzerine senaryo çalışmalarına başlanmıştı bile.


Hailee Steinfeld'ın canlandırdığı Charlie'nin kendisine 18'inci yaş günü hediyesi olarak verilen külüstür bir Vosvos'un Bumblebee çıkmasının öyküsü filmde anlatılan. Charlie babasını kaybetmiş, annesi ve annesinin yeni erkek arkadaşı ile de çok anlaşamayan sıkıntılı bir figür. Bumblebee Charlie'nin ıssız yaşantısına bir ışık gibi doğuyor ve çok geçmeden can ciğer kuzu sarması oluyorlar. Tabii Bumblebee ile alakalı memleketindeki savaş, onu bulup öldürmeye çalışan kötü robotlar, aynı şekilde kendisine çok da sıcak bakmayan ordu mensupları  vs. ile dolu bir fon öykü de akıp gidiyor bir yandan arkada. Bee'nin peşine düşenler kendisini arayıp bulduklarında da karşılarında çapı yettiğince Charlie'yi buluyorlar. Kötülerin hakkından geliniyor, Charlie yeni arkadaşı sayesinde hayatında yeni bir sayfa açıyor, vesaire vesaire.


Hikayeden de anlaşılacağı üzere (80'ler Amerika'sı, babasız bir ailedeki sıkıntılı çocuk figürü ve onun uzaylı arkadaşı) Bay'in gürültülü filmlerinden sonra yapımcılar Spielberg tarzına yaklaşıp E.T. türevi bir hikaye anlatmayı daha uygun görmüşler ama benzerlerinden hiç bir ayrıksı yanı olmayan CGI aksiyonu ve hedefini neredeyse hiç vuramayan komedi denemeleri eşliğinde geçen, gereğinden kat kat uzun -neredeyse iki saat- bir film "Bumblebee". Bay hakkında ne düşünürseniz düşünün, en azından onun yaptığı "Transformers"larda izlediğinizin bir Bay filmi olduğunu başından sonuna kadar hissedebiliyordunuz izlerken, bir kişiliği vardı her birinin. Bu filmse tümüyle bir komite tarafından yapılıp seyirciye sunulmuş gibi; hikayesi aksiyonu komedisi hepsi çok hesaplı, böyle bir filmden seyirci ne bekler diye bir bilgisayara sorulup çıkan algoritmaya göre hayata geçirilmiş gibi duruyor. Neticede ortaya çıkan da "meh"den öte bir reaksiyon alamıyor. 135 milyon dolarlık bütçeyle 450 milyon doları aşkın bir global gişe yapmasına rağmen tüm "Transformers" filmleri içinde en kötü finansal performansı sergilemiş olmasına bakılırsa seyirci de genel olarak benle aynı kanaatte.


Cuma, Nisan 05, 2019

Transformers: The Last Knight (2017) - Michael Bay


"Age of Extinction"ın gişede iyi para getirmesi "franchise"sızlıktan kırılan Paramount'un gözünü daha yükseklere dikmesine sebep oldu ve  devam filmi için yeni fikirlerle gelmesi için Akiva Goldsman ile görüşmeye başladılar. MCU'nun alıp başını gitmesinden esinlenerek "Transformers"dan bir sinema evreni yaratmanın derdine düşen stüdyo, Bay ve Spielberg'le kafa kafaya verip bir yazar odası bile oluşturmuşlar. Bu ekipten çıkan iki temel fikir de "Kral Arthur" efsanesi ile 2.Dünya savaşı olmuş.


Bu sebeple daha filmin ilk sahnesinden öğreniyoruz ki Transformer'lar tee ortaçağlardan beri dünyayı mesken edinen bir ırk imiş, hatta büyücü Merlin ve Kral Arthur ile kankalıkları bile varmış, saksonlara karşı olan mücadelelerinde onlara yardım etmişler. Tabii hikayede illa erişilmesi gereken bir zamazingo olması lazım (önceki filmlerde de illa bir şeyin ele geçririlmesi gerekiyordu), buradaki hedef de robotların Merlin'e emanet ettiği herşeye kadir bir asa . Bu asanın peşindekilerden biri de Cybetron'da ikamet eden Quintessa namında bir tanrıça kişilik. Gezegenine dönüp memleketini harap ve bitap biçimde bulan Optimus Prime'ı kafalayıp bu asayı kendisine getirmesi için beynini yıkayan Quintessa, Optimus'u dünyanın üzerine salıyor. Dünyada da durum çok iyi değil, ordular robotların avına düşmüş. Bir önceki filmde tanıştığımız Cade Yaeger'ın eline ölmekte olan bir transformer vesilesiyle bir tılsım geçiyor. Allah'ın işi ya, söz konusu tılsım mevzu bahis asayı bulmak elzem bir element çıkıyor. Öte yandan asa da herkese kalkmıyor, Merlin'in soyundan geliyor olmak icap etmekte. Bu noktada da devreye bu işlerle esasında zerre ilgisi olmayan Vivian (Laura Haddock) giriyor. Ha bir de Anthony Hopkins'in canlandırdığı Witwiccan tarikatının son lideri Edmund var, yüzyıllardır Transformerları gizlemekten bunlar sorumluymuş. Arada ilk üçlemeden tanıdık simalar olan Lennox (Josh Duhamel) ve Seymour (John Turturro) da beliriyorlar. İki buçuk saat boyunca tüm bu karakterler tanışıp hep birlikte Megatron, Quintessa vs artık her kimse yüzleşmeye giriyorlar ve tabii ki iyiler kazanıyor.


Transformers evreni ile olan ilişkisi Michael Bay filmlerinden ibaret biri olmak seriyi izlemeyi kolaylaştıran bir etken. Çoğu karaktere hiç bir aşinalığınız olmuyor, bir öncekinden bir sonrakine ne olup bittiğini de unutuyorsunuz zaten. Bay'in iki saatten daha kısa film yapmaya alerjisinin olması (hatta bu filmden de bir saat kırptığı söyleniyor, ne çekiyorsa artık) ve filmin "yazar kadrosu"nun filmi dallandırıp budaklandırmak için canlarını dişlerine takıp hikayeyi saçamalık sularına çekmeleri de perdede olup bitenlere dikkat kesilmemeyi kolaylaştırıyor. Hikayeden bu denli kendinizi soyutlayınca geriye Bay'in ustalıkla kotardığı kaos sahneleri kalıyor ki ben izlemekten bir hayli keyif aldım. Filme dökülen parayı her bir karesinde görebiliyorsunuz, Bay'in aksiyon sahneleri de 5 film boyunca daha bir temiz ve anlaşılır hale geldiler. Önceki filmlerde birçoklarının yerden yere vurduğu ama şahsen benim bir hayli güldüğüm kendine özgü komedi anlayışını baya bir gemledi son iki filmle birlikte yönetmen ki benim için bu negatif bir nokta. Serinin önceki iki filminde Amir Mokri ile çalışan yönetmen bu sefer Jonathan Sela ("Grimm Love", "John Wick") ile anlaşmış ama bu ne derece isabetli bir karar tartışılır zira 4 ayrı kamera ile çekim yapıldığı için filmin aspect ratiosu değişip duruyor ve hangisi daha kabahatli bilmiyorum.


Hem karakterin tasarım hem de Wahlberg'in oyunculuğu sebebiyle Cade karakteri bir Sam Witwicky olmayı başaramadı. Gene de Wahlberg'in belli bir ekran karizması var, onunla bir yere kadar idare etmeyi başarıyor. Fakat hiç bir şekilde eşleştirildiği Laura Haddock ile bir kimyasal uyumları yok, Whalberg'e aile babası ya da ne bileyim, birinin abisi olmak dışında bir rol verilmemesi lazım, romantiklik aktörü değil kesinlikle. Öte yandan Haddock sempati ve seksapaliteyi birleştiren oyunculuğu ile parlamayı başarıyor. Yabancı basında Bay'in aktrisi "yeni Megan Fox" gibi filme aldığından dem vuranlar olmuş ama bana saçma geldi açıkçası. Kastın bir diğer dişi üyesi Isabela Moner de kısıtlı süresini azami fayda ile değerlendirenlerden. Hem aksiyona hem duygusal sahnelere kolayca adapte olan bir oyunculuğu var, iyi bir keşif. Oyuncu kadrosunun halinden en memnun görüneni ise Anthony Hopkins. Oyunculuğu ve kendini çok ciddiye almaması ile bilinen aktörün böylesi hafif bir materyalin bir parçası olmaktan keyif aldığı her halinden belli oluyor.


5 filmin de müziklerinin emanet edildiği Steve Jablonsky, kapanışı da büyük yapayım demiş herhalde. Önceki filmlerin müzikleri 15-20 parçadan müteşekkilken burada süresi 2 saati geçen 43 parçalık bir albüm yapmış besteci fakat bunların içinden sadece "Sacrifice", "Purity of Heart", "Seglass Ni Tonday" ve "The Gretest Mission of All" isimli parçaları dinleseniz kafi. Aslında biraz dinlenebilir düzeye çekilse fena olmamış albüm ama kesinlikle 2 saat ayırılacak düzeyde değiller


Michael Bay bu sefer kesinkes altını çizerek bunun çekeceği son Transformers filmi olacağını belirtmişti, hakeza Mark Wahlberg de. Herhalde seyircinin ilgisinin azalmaya başlayacağını öngördüler zira dünya çapında 600 milyon dolardan fazla hasılat yapmış olsa 200 milyon doları aşan maliyetinden ötürü Paramount'a 100 milyon dolar kayba yol açtığı rapor edilmişti film gösterime girdikten sonra. Böylelikle serinin en maliyetli filmi aynı zamanda en az para kazananı oldu.

Pazartesi, Nisan 01, 2019

Transformers: Age of Extinction (2014) - Michael Bay


Söylenenlere göre Michael Bay bu filmle birlikte yönetmen dümenini başka birine devretmeyi planlıyormuş -hatta Roland Emmerich, Joe Johnston, Jon Turteltaub, Stephen Sommers, Louis Leterrier ve David Yates gibi isimler zikredilmeye başlanmıştı-. Fakat bir gün Universal Stüdyolarının parkında Transformers atraksiyonunun önündeki sırayı görünce seriyi henüz bırakmak istemediğini farketmiş. Bir önceki filmde çalıştığı İran asıllı görüntü yönetmeni Amir Mokri'yi de yanına almış ve başlamış hazırlığa.


Bir nevi Shia LeBeouf'un koltuğunu devralan Mark Wahlberg'den önce rol Dwayne Johnson'a teklif edilmiş ama Brett Ratner'ın "Herkül"ü ile çakıştığı için reddetmek durumunda kalmış aktör. Oyuncu kadrosunun Wahlberg dışındaki yeni yüzleri Jack Reynor, Nicola Peltz, Stanley Tucci, Kelsey Grammer, Bingbing Li, T.J. Miller ve Titus Welliver. Megatron'u önceki filmlerde seslendirmiş olan Hugo Weaving aradaki zamanda seri hakkında atıp tuttuğu için bu filmde yerini orjinal çizgi filmde de karaktere sesini vermiş olan Frank Welker almış.


"Age of Extinction" bir reboot değil, önceki üçlemenin 4 yıl sonrasında geçen yeni karakterlerin yer aldığı bir devam filmi. "Dark of The Moon"un da senaryosuna imza atan Ehren Kruger'in bir kez daha kalemi eline aldığı film 65 milyon öncesine götürüyor bizi ve öğreniyoruz ki "Yaratıcılar" diye bir alien ırk dünya üzerine bir gün Transformerslara hayat verecek olan bir alaşımın tohumlarını saçar iken dinazorların da kökünü kazımışlar. Günümüze gelindiğinde bir şirketin kazı yaparak bu alaşımı çıkartıp transformer drone işine girdiğini görüyoruz.


Transformerlar artık devlet düşmanı ilan edilmişler ve peşlerinde onları avlamakla görevli ajanlar var. Otobotların izini süren sadece onlar da değil, yaratıcıların Optimus'u bulup getirmesi için kiraladığı Lockdown isimli karizmatik bir abi de var. Bu arada yeraltına çekilen Optimus da kendi çapında bir mucit olan Cade  tarafından bulunuyor. Kızı Tessa görevlilere ihbar etmesi yönünde telkinde bulunsa da Cade Prime'a yardım elini uzatmaktan kendini alamıyor ama gene de keşfediliyor ve CIA'in saldırısına uğruyorlar.


Sonradan öğreniyoruz ki alaşımları çıkaran şirket transformerları da eritip drone yapıyormuş, hatta hakkının rahmetine kavuşmuş olan Megatron'un kalıntılarından Galvetron diye yeni bir robot çıkarmış ki nihayetinde otobotların da üstüne salınıyor bu arkadaş ama çok geçmeden zincirlerini kırıp özü Megatron'a ulaşmayı başarıyor. Sonra ergen kız kaçırılıyor. Babası ve yavuklusu peşinde uzay gemilerine çıkıyorlar. Daha sonra kendimizi Hong Kong'da buluyoruz. Bir dolu kovalamaca ve patlamaca gerçekleşiyor vs.


Vicdansız Michael Bay bize bu hikaye müsveddesini 2 saat 45 dakikada anlatmayı ancak başarıyor -tüm serinin en uzun filmi bu-. Bu sürenin 70 dakikası aksiyon sahnesi. Bir önceki filmin iki katı ölçekte, 500 patlama sahnesi var filmde. Bir noktadan sonra beyin ses saldırısına karşı kendini de kapatıyor zaten, hikaye mikaye salıyorsunuz. Önceki üçleme de gürültülü ve uzun filmlerden müteşekkildi ama belli bir ölçü de gözetiliyor gibiydi. Burada Bay'in kayışını koparmasına izin verilmiş ve sonuç beyin zonklatıcı olmuş.



Seyircinin kulağını iğfal etmeye gösterilen özen karakterlerden esirgenmiş üstelik. Kim ne derse desin, tüm kusurlarına rağmen ilk üç film komedi yeteneği had safhada olan Shia LeBeouf, John Turturro, Kevin Dunn, Julie White gibi aktörlerin hayat verdiği ve açıkçası izlemesi bir hayli eğlenceli olan bir dolu mizahi karakterin yer aldığı, yer yer kendini fazla ciddiye almaktan kendilerini alamasalar da güldürmeye de aynı ölçüde odaklanan yapımlardı. Bu filmin oyuncu kadrosu ise, -her ne kadar çoğunluğu itibariyle kifayetsiz olmasalar da- öncekilerin kalibresinde değiller ve karakterleri de çok banal. İyi kötü Sam Witwicky ve sevdiklerine ne olup bittiğini umursuyorduk önceden çünkü Shia'nın oyunculuğu seyirciye bunu yaptırıyordu. Wahlberg ve ahfadı için benzeri şeyleri söylemek mümkün değil maalesef.


2014 yılı istatistiklerine göre global olarak 1 milyar dolar sınırını geçebilen yegane film olmasına rağmen büyük ihtimalle 210 milyon doları bulan bütçesi nedeniyle birçoklarınca "Age of Extinction"ın beklentilerin altında kaldığı şeklinde yorumlar yapıldı yapılmasına ama ne en aşağı 250milyon dolar karı cebine indrien Paramount Pictures, ne de yönetmen Michael Bay bu laflara kulak astılar ve sonraki filmin hazırlıklarına başlandı bile. Artık o da bir sonraki yazımızın konusu olsun.