Pazar, Eylül 08, 2019

Greta



80'ler 90'larda yer yer karşımıza çıkan filmlerdi, kadın sayko filmleri. "Fatal Attraction" ve "Single White Female" tarzı yapımlarla artık eskisi kadar sık karşılaşılmıyor. 90'larda  "The Crying Game" ve "Interview With The Vampire"la kariyerinin zirvesine çıkan kariyerinin yönetmen Neil Jordan'ı bu filmi yapmaya iten de hem o dönemin filmlerine bir atıf yapmak hem de kendi peak dönemine bir öykünme çabasıdır belki, kim bilir.


Chloe Moretz'in canlandırdığı Frances isimli genç bir kızın bir gün metroda bulduğu bir çantayı sahibi olan Greta isimli kadına (Isabela Huppert) teslim etmesiyle başlayan hikaye, annesini yakın zamanda kaybetmiş Frances'in Greta'nın arkadaş canlısı tavırlarına aldanarak bir nevi annesinin boşluğunu doldurmaya çalışmasıyla gelişiyor. Tabi çok geçmeden Greta'nın gerçek yüzü ortaya çıkıyor olsa da Frances'in bu saplantılı kadından kurtulması o kadar kolay olmuyor.
 
 

Çekimleri 2017'de "The Widow" ismiyle gerçekleşen film her ne kadar hikayesinin merkezine New York'u alsa da esasında çoğunluğu yönetmenin memleketi Dublin'de çekilmiş. Zaten bir elin parmaklarını geçmeyecek mekanlar arasında gidip gelen filmin lokasyon çekimlerine pek de ihtiyacı olmamış. Görüntü yönetmenliğini gene kendisi de bir İrlandalı olan  Seamus McGarvey (The Avengers, Godzilla, Atonement) üstlenirken filmin müziklerini Guillermo Del Toro'nun "Pan's Labyrinth" ile tanınan Javier Navarrate yapmış.


Yönetmen Jordan eklektik bir kariyere sahip olsa da eli pek korku-gerilime yatkın değil o yüzden o janr dahilinde bir film izlemek isteyenleri tatmin etmeyebilir "Greta". Seyirciyi diken üstünde tutan, gore açısından da elini korkak alıştırmayan bir filme imza atabilirdi, materyal buna müsait çünkü. Öte yandan üçüncü perdesi itibariyle beklenmedik şekilde rahatsız edici bir hale bürünen de bir hikayeye sahip bir film bu. 
 
 

Greta'nın karanlık geçmişinin ve arızalı kişiliğinin tüm ayrıntılarına filmin sonuna doğru hakim oluşumuz, önceki kısımlarda karakterine dair edindiğimiz izlenimlere yeni bir anlam kazandırarak yüzde yüz özgün olmasa da ayakları yere basan bir psikopat tiplemesiyle karşı karşıya olduğumuzu anlamamızı sağlıyor. Çocuğuyla sorunlu ilişkisi olan bir anne figürü ile anne arayışı içinde olan bir kız figürü ilk kez kullanılan bir hikaye kalıbı değil ama karakterlerin psikolojik altyapılarının netleşmesi ve davranışlarına bir nedensellik katması itibariyle filmin kalitesini arttıran bir özellik. Şahsen çok hazzetmesem de Isabelle Huppert'in bu rol için biçilmiş kaftan olduğu  bir gerçek, oynarken keyif aldığı da gayet belli oluyor. Genelde daha güçlü roller canlandırarak üne kavuşmuş Moretz de karakterinin kırılganlığını yansıtmakta gayet başarılı, artık oyunculuk serüveninde daha olgun bir döneme girdiği anlaşılıyor. İlginç bir şekilde filmin en akılda kalan yanlarından birisi Maika Monroe'nun sarkastik ama sadık arkadaş portresi olmuş.


90'lara öyküneyim derken teknolojiyle garip bir ilişki içine girmesi (Frances'in evinde hala sabit telefon olması, Greta kendisini telefonla taciz ederken onu bloklamayı akıl edememesi vs.) kendisinden bir nebze soğutsa da şahsen ben "Greta"yı keyifle izledim. "Artık böyleleleri pek yapılmıyor" filmleri kategorisini gururla dolduran, izledikten sonra çok az bırakmasa da eğlenceli bir 90 dakika vaadeden bir seyirlik.