Pazar, Şubat 28, 2021

Tom & Jerry


"Tom&Jerry" ilk yaratıldığı 1940 yılından beri bir çok kuşağın keyifli izlediği çizgi filmlerden biri olmasına rağmen sinema ekranlarına çok da uğramamış bir ikili. Bugüne kadar geniş gösterim ağına girmiş yegane film 1992 tarihli "Tom and Jerry: The Movie", o da ne eleştirel ne de gişe düzeyinde bir başarı sağlamadığı için bir daha da devamı gelmemiş. 2001'den bu yana video piyasası için yapılıp duran filmler var, az buz da değil tam 13 tane. Arada bizdeki aile kanallarında bazı aile örneklerine rastlamak mümkün, çok kötü denemeseler de belli bir yere kadar gideri olan örnekler.
 
 
Bu sevilen ikiliyi tekrar beyazperdeye döndürme fikri 2009'da "Alvin and the Chipmunks" filminin çok iyi para getirmesi -ki sonrasında 3 tane devam filmi çekilecekti- sonucunda benzeri tarzda bir film yapmak amacıyla çıkmış ilk olarak. "Lego" film serisinin yapımcısı olarak bilinen Dan Lin'in kontrolünde gerçekleşeceği söylenen filme dair sonrasında bir daha ses çıkmamış, bir kaç yıl sonrasında ise tümüyle animasyon bir filmin hazırlıklarına başlandığı duyurulmuştu. Sonrasında baştaki hibrid fikrine geri dönülmüş ve Tim Story'nin ("Fantastic 4", "Ride Along", "Think Like A Man") yönetmenliğinde filmin hazırlıklarına başlandığı duyurulmuştu. Story'nin filmografisi insanda herhangi bir güven hissi uyandırmasa da filmleri çoğunlukla iyi para getirdiği için stüdyoların sevdiği bir isim, o yüzden yönetmen koltuğunda ismini görmek çok şaşırtıcı olmuyor.

Tom ve Jerry'nin yanında yer alacak esas karakter için aralarında Elle Fanning, Hailee Steinfeld, Isabela Moner, Ariel Winter, Meg Donnelly, Olivia Cooke ve Zoey Deutch'un bulunduğu Hollywood genç yıldızlarından bir çok isim düşünülmüş, en nihayetinde Chloe Moretz'de karar kılınmış. Filmin antagonisti için ilk başlarda Peter Dinklage'in ismi geçiyordu ama sonrasında Michael Pena'nin filmde yer alacağı duyuruldu. Ken Jeong, Rob Delaney ve Colin Jost gibi komedi yönü güçlü isimler de sonradan projeye katıldı.
 

Moretz, Kayla isminde iş arayışında bir genci canlandırıyor. Bir katakulliye getirip kendini büyük otelde işe sokmayı başaran Kayla, yakında gerçekleşecek büyük bir düğünün organizsayonundan sorumlu olan Terence'a (Michael Pena) asistanlık yapmakla görevlendiriliyor. Bu süreçte otelde hiç bir aksilik ve düzensizlik çıkmamasından sorumlu olan Kayla'nın başının belası ise kalacak yer arayışında olan ve otele bir şekilde kapak atmayı başaran Jerry oluyor. Kayla da Jerry'den kurtulmak için bu konuda en yetkin isim olan Tom'un yardımına başvurmak durumunda kalıyor.


"Tom ve Jerry" çizgi filmlerinin en büyük cazibesi slapstick durumları çok da aşırıya kaçmaksızın belli bir uca kadar getirip makul bir şiddet düzeyinden komedi yaratmak olmuştur hep. Hatta bu özellikleri sebebiyle Haneke'nin şiddet egzersizi "Funny Games"de bile yer bulmuşlardır kendilerine. Günümüzün popüler sinemasında mümkün olduğunca geniş kitlelere hitap edip elde edilen karı maksimize etme gayreti had safhada olduğu için çizgi filmi özel kılan bu özellik film için bir hayli törpülenmiş. 
 
 
Başlarda Tom'un bir depoya girmeye çalıştığı ama otomatik kapının sanki ceza verirmiş gibi defalarca üzerine kapandığı bir sahne var. Söylemeye çalıştığım şeyi tam anlamıyla özetleyen ve filmde de kahkaha ile güldüğüm yegane sahne bu. Eğer "Tom&Jerry" diye bir film yapıyorsanız filminiz bu tarz sahnelerle dolu olması lazım ama değil. Elbette birçok slapstick sahne var ama bir eğlendiricilikleri yok. Hal böyleyken filmin geri kalanı Kayla'nın düzenbazlığı Terence'ın da hırslarıyla ile yüzleşmesi, evlenen çiftin ilişiklerindeki sorunlar ve çözümler gibi tırıvırı bir dolu şeyle doldurulmuş.


Chloe Grace Moretz, karşısında tennis toplarıyla rol yapmasına ve çok da başarılı olmayan bir senaryonun kendisini göstermesine çok da imkan vermemesine rağmen elinden geleni yapıyor ve ortaya iyi bir iş koyduğu söylenebilir. Öte yandan, 5 yaşından beri oyunculuk yapan ve 10 yıl öncesine kadar Martin Scorsese'lerle Tim Burton'larla çalışan bir aktris için ne derece doğru bir kariyer adımıdır bu film, o da ayrı bir tartışma konusu. 
 
 
 
Film gişe yaptığı müddetçe sorun olmuyor genelde, bu anlamda yerinde bir tercih yapmış olabilir ama gene de bu film için kendisinden önce düşünülen aktrislerin makul bir çoğunluğu daha akıllı tercihler yapmaya başladılar, belki Moretz için takkeyi önüne koyup düşünme vakti gelmiştir zira ne kadar para getirmiş olursa olsun "Tom&Jerry" kariyer başlangıcında yapılacak filmlerden, ortasında değil. Moretz'in karşısında Pena, daha önce bir çok kereler komedi yeteneğini göstermiş olmasına rağmen tutuk bir oyunculuk sergilemiş. Dahil olduğu filmin mizah enerjisini bir doz arttıran Ken Jeong'u da hiç kullanamamış film. Eldeki sınırlı materyalle bir nebze parıldamayı başarabilen isimse Colin Jost.


Film HBO Max'te de aynı anda yayımlanmasına rağmen pandemi şartlarında ABD'de hiç de fena olmayan bir gişe elde etti, belli ki filme çocuklarıyla gitmiş aileler gördüklerinden memnun kalmışlar, dolayısıyla filmi yapanların orjinal materyalin ruhunu yumuşatmalarının kendileri için gayet yerinde bir karar olduğu söylenebilir. Fakat çocukluğunu bu karakterleri geçirmiş benim gibi birnin bir Tom&Jerry" filminden beklentileri bundan çok daha fazla.
 

Cumartesi, Şubat 20, 2021

The Pretty Reckless - Death by Rock and Roll


Çocukluğu "Grinch"den ergenliği de "Gossip Girl"den bilinen  Taylor Momsen'in 10 yılı aşkın bir süre öncesinde aktörlüğe veda edip kendini tümüyle müziğe verdiğini duyurması belli bir şaşkınlığın yanı sıra bir nebze küçümsemeyi de beraberinde getirmişti hatırladığım kadarıyla.  O zamandan bu yana Momsen'in grubu "The Pretty Reckless" önce Evanescence, sonrasında da Marilyn Manson ile turlara çıktı. 2014'te "Going to Hell", 2016'da da "Who You Selling For" isimli albümlere imza attı. Chris Cornell'in son performansı öncesinde alt grup olarak sahne almışlıkları, Cornell'in vefatı sonrasında bir konserde "Like A Stone"u coverlayarak saygı duruşunda bulunmuşlukları da vaki. Bir yıl sonrasında grupla başından beri beraber olan yapımcıları Kato Khandwala'nın da bir motorsiklet kazasında hayatını kaybetmesi de eklenince Momsen'in bir süre depresyonla cebelleştiği duyulmuştu.


Son 10 yıldır gitarda Ben Philips, davulda Jamie Perkins, basta da Mark Damon'ın yer aldığı grup, Khandwala'nın yerine yapımcılığını Pearl Jam ve Soundgarden'dan bilinen Matt Cameron'ın üstlendiği yeni bir albümün hazırlıklarına başlaklarını 2 yıl önce falan duyurmuşlardı. Araya Covid vesaire girmesiyle albümün çıkması bu yılı buldu. Albümün en iyi şarkısı olan "And So It Went" Tom Morello'nun varlığı ve ağırlığının hissedilmesinin yanı sıra sonlara doğru şarkıyı şaha kaldıran çocuk korosunun verdiği sound itibariyle grubun bugüne kadar yaptığı en iyi parça olma özelliğini taşıyan "Heaven Knows"u da bana bir hayli hatırlatan bir şarkı. "Standing at the Wall" albümde yer alan bir iki akustik parçadan en dinlenilebilir olanı. "My Bones" marşı andıran ritmiyle gaz bir parça denilebilir. 12 şarkılık albüm içinde bana hitap eden sadece bu üçü oldu açıkçası. Momsen'in müzik piyasasına ilk girdiği zamanlardaki rock starlığa özenen kız çocuğu algısını uzun zaman önce yıktığı bir gerçek olsa da 4 albüm sonrasında Momsen'in grubun dinamosu olan tutkusu ve personası dışında grubu müzikal olarak ayrıcalıklı bir şey var mı sorgulamak mümkün. Yukarıda bahsi geçen "Heaven Knows" haricinde grubun yaptığı müziğe kötü denemese de dinledikten bir süre sonra akılda yer etmeksizin unutuluyorlar. Eski yapımcılarını trajik ölümü belki müzikal anlamda yeni sulara yelken açmalarına vesile olur mu diye düşünmüştüm ama bu albüm itibariyle böyle bir şeyin söz konusu olmadığı aşikar. Sonraki çalışmalarında kendilerini daha zorlayan ve yeni şeyler denemeye iten bi şevki kendilerinde bulmaları dileğiyle.

Salı, Şubat 09, 2021

Another Me (2013) - Isabel Coixet


Isabel Coixet milenyumun başlarında "My Life Without Me" ve "The Secret Life of Words" gibi filmleriyle kendisine hatırı sayılır bir hayran kitlesi yapmayı başarmıştı ama Penelope Cruz ile Ben Kingsley'i bir araya getiren 2008 tarihli "Elegy"den beri kariyerinin başlarında yakaladığı ivmeyi kaybetmeye başladı gibi, en azından küresel çaptaki görünüm böyle. Çok sıkı bir takipçisi değilim kendisinin ama 2013'te çektiği "Another Me"yi izleyince bu düşüşün niyesini görmek çok da güç olmuyor.

Bir roman uyarlaması "Another Me". Okumadım, Goodreads sayfasına bakılırsa fazla okumuş insan da yok. Cathy MacPhail isminde çok bilinmeyen İskoç bir yazarın gene çok bilinmeyen 126 sayfalık YA romanından yönetmen tarafından bizzat uyarlanmış film. Böylesi kuş kadar bir kitaptan sündüren bir uyarlama yapma yoluna gitmemiş en azından yönetmen, süresi 90 dakikayı bulmayan film Sophie Turner'ın canlandırdığı lise çağlarında Faye isimli bir kızı merkezine alan bir öykü anlatıyor. Babasının (Rhys Ifans) MS hastalığına yakalanmasıyla dünyası tersine dönen Faye, annesinin (Claire Forlani) bu stresi kaldıramayarak başka biri ile ilişki yaşadığını öğrenmesiyle ailesinin tümüyle unufak olmak üzere olduğunu farkedince iyice bunalım girme yolunda ilerliyor. Tam da bu noktada hayatına giren bir döppelganger ile birlikte işler tümüyle sarpa sarmaya başlıyor.

Yukarıdaki gibi özetleyince çok da aman aman bir gerilim varmış gibi bir izlenim oluşmasın, alakası yok çünkü. Esasında aniden ortaya çıkıp bir aileyi parçalanma noktasına getiren amansız bir hastalıkla ilgili bir drama olma potansiyeli var filmin, bu damar üzerinden ilerlese daha ilginç bir yapım olabilirmiş. Faye'in yaşadığı tuhaf durumları bu strese bağlayan bir psikolojik çözülme hikayesi anlatmak tercih edilse elle tutulur bir tarafı olacak filmin, ama işi doğaüstü mevzulara bağlama yoluna gidip ellerine yüzlerine bulaştırmış yaratıcı ekip. Geçenlerde burada değindiğimiz "Regression" gibi korku-gerilim janrına karşı kendini nereye koyacağını bilemeyen bir film bu da. Gene bir başka İspanyol yönetmen Amenabar'ın filmi sosyolojik bir olguyu ele alma niyetiyle yola çıkıp korku türünün tüm kalıplarını pervasızca kullanırken Coixet de aile içi bir dramaya yersiz korku öğeleri döşeme yoluna gidiyor, her iki filme de janr giysisi bol geliyor, eğreti ve çirkin duruyor. Amenabar en azından türle daha önceden yüz göz olmuş bir yönetmen olarak belli başlı trükleri eli yüzü düzgün bir biçimde filminde kullanabiliyordu, Coixet de o beceri de yok. Hikayenin tüm gizemini üstüne kurmaya çalıştığı doppelganger karakterini daha ilk sahnelerde seyirciye gösteren bir film bu, ama ne hikmetse ilerleyen kısımlarda bundan tümüyle imtina edip sanki görsek dehşete düşecekmişiz gibi amatör bir gizem ve gerilim yaratma çabasına giriyor. 


Filme dair en garabet hususlardan biri de baya şık bir oyuncu kadrosunu bünyesine doldurmayı başarmış olması. Turner, Ifans, Forlani, Jonathan Rhys Meyers, Gregg Sulkin ve "Pan's Labyrinth"den hatırladığımız Ivana Baquero'dan müteşekkil kast film tahammül edilebilir kılan yegan etken. Bu kadar yetenekli insan senaryoyu okuyunca bundan iyi film çıkar çıkmaz anlamıyorlar mıdır, hatır gönül işleriyle mi yürüyor bu işler akıl sır erdirmek mümkün değil. Kariyerindeki ilk sinema filminde Turner, senaryonun tüm ipe sapa gelmezliğine rağmen performansına inandırıcılık katmayı başarmış, merkezinde yer aldığı hikayeyi gücü elverdiğince sürükleyip götürmeyi başarıyor. Etrafındaki usta oyuncu kadrosu da ona bu noktada yardımcı oluyorlar, ben özellikle genelde kötü adam rolleriyle karşımıza çıkan Rhys Ifans'ın performansını beğendim şahsen. Gel gör ki iyi oyuncular ve oyunculuklar aynı seviyeyi tutturamayan hikayeler ve yönetmenlerin hizmetinde harcanıyorlar. Vakit kaybı.

Pazar, Şubat 07, 2021

Throwback 30: Armour of God II: Operation Condor - Jackie Chan


Jackie Chan'in zirve dönemi olarak adlandırılabilecek 80'ler filmografisi içinde "Armour of God"ı diğerlerinden ayıran en bariz özelliği aktörün ölüme en yakınlaştığı filmi olmasıdır muhtemelen. Dublörsüz yaptığı bir çok nefes kesici aksiyon sahnesini kazasız belasız atlatırken basit bir atlama sahnesinde atlatığı dalın kırılmasıyla 5 metre yükseklikten kafa üstü yere çakılıp ölümün eşiğine gelmesiyle hatırlanan film  Chan'in kalibresinden beklenecek bir iki şahaneye sahip olsa da Indiana Jones'a öykünen bir aksiyon komedi olarak aksiyondan çok komediye yaslanıp onu da tam kotaramamış olmaması nedeniyle biraz sınıfta kalan bir filmdi. 90'lar Türk televizyonlarında en sık gösterilen filmlerinden olan, bizim de bu vesile ile rastlaşıp sevdiğimiz devam filmi "Operation Condor" ise ilkinin kurduğu altyapının üstüne olumlu bindirmeler yapıp eksik kaldığı yerleri başarıyla tamamlayan, öncülünden kat kat iyi devam filmlerinden biri.


Aktörün isimdaşı olan kahramanımızın Nazilerin Sahara çölündeki terkedilmiş bir üstlerine gömülü savaş döneminden kalma bir altın hazinesinin peşine düşmesinin hikayesini anlatan "Operation Condor" Chan'in bizzat yönetmenliğini üstlendiği 10 uncu film olma özelliğini de taşır aynı zamanda. 80'lerdeki bir çok klasiğini bizzat kendi yönetmiş olmasından yola çıkarak Chan'in tüm boyutlarını kendi yönlendirdiği filmlerinin daha akılda kalıcı olduğunu söylemek mümkündür, "Operation Condor" da bunun en güzide örneklerinden biridir. Filipinler, Fas ve Madrid gibi her biri ayrı kıtada ülkelerde çekilen filmin ortalarında yer alan arabalı kovalamaca ve finalde yer altı üssündeki dövüş sahneleri gibi birçok müthiş aksiyon sekansı barındırır. Üstelik ilkinden farklı olarak bunu komedi kısmını da becererek gerçekleştirir. Chan'in sempatik savaşçı personasını sonuna kadar kullandığı filmde etrafına topladığı Carol Cheng ve Eva Cabo gibi aktörler de mizah seviyesini arttırmakta bir hayli etkili olmuşlardır. Chan'in filmografisi içinde "Who Am I"dan sonra en favori filmim budur diyebilirim şahsen, 30 uncu yıldönümü namı hesabına bir kez daha ziyaret edebilir herkes.