Filmlerinin sahip olduğu görsel güç itibariyle sinema tarihinin en büyük yönetmenlerinden biri olsa da senaryodan çok da anlayan bir adam değil Ridley Scott. Anlayan demeyelim de sallayan bir adam değil. Arada Gladiator gibi örnekler çıkıyor ve turnayı gözünden vuruyor ama çoğu zaman hikayenin kafasında yarattığı imajlar Scott'ı o kadar heyecanlandırıyor ki hikayeyi arka plana rahatlıkla atabiliyor. Yönetmenin filmografisinin en nadide örneklerinden olan "Black Hawk Down" bunun en güzel örneği.
90'ların Somali'sinde düzenledikleri bir operasyonu fena halde batıran Amerikan askerlerinin öyküsü malum "Black Hawk Down". Kıtlığın eşiğinde olan ülke iç savaş halinde ve taraflardan biri BM'nin gıda yardımlarını bloke etmekle meşgul. BM kuvvetinin bir parçası olan Amerikan güçleri özgüvenleri sağolsun bir iki üst düzey somaliliyi ele geçirerek durumu çözüme kavuşturma planı yapıyor ve operasyon böylelikle hayata geçiyor. Fakat sahadaki durum planlanandan bir hayli farklı gerçekleşiyor ve operasyona katılan iki helikopter yerel milislerce düşürülüyor. Düşen personeli kurtarma çabaları da bütün gece süren bir muharebeye sebep oluyor. Hadisenin sonunda 300 ila 2000 somaliliye karşılık olarak 19 Amerikan askeri hayatını kaybediyor. "Black Hawk Down" bu 19 asker ve arkadaşlarının öyküsü elbette.
Neresinden baksan fiyasko olan operasyonda öldürülen askerlerin cesetlerinin sokalarda sürüklendiği görüntüler zamanında ABD'de o denli infiale yol açmış ki dönemin başkanı Clinton ordusunu uluslararası anlaşmazlıklardan uzak tutmaya karar vermiş bu hadiseden sonra. Mark Bowden isimli bir yazar olay üzerine "Black Hawk Down: A Story of Modern War"adında bir kitap yazmış, okuyanların öve öve bitiremediği başarılı bir yapıt anladğım kadarıyla. Eskilerin star yapımcılarından Jerry Bruckheimer kitabın haklarını satın aldıktan sonra Bowden kendi kitabını uyarlamış, onun uyarlamasını Bruckheimer Ken Nolan diye bir senariste teslim etmiş. Nolan'ın senaryosu Steven Zaillian, Stephen Gaghan, Eric Roth ve kendi dialoglarını yazmayı tercih eden Sam Shepard'ın elinden geçtikten sonra tekrar Nolan'ın kucağına düşmüş ve çekimler boyunca senaryo yazımını sürdürmüş. Filmi izleyince senaryodaki bu yalapşaplık durumunu hissetmemek imkansız.
Askeri tarih hakkında az çok bilgisi olan herkes ABD ordusunun Hollywood filmlerinde tasvir edildiği gibi bir "best of the best" olmadığını bilir. Süpergüç olmasının getirdiği teknolojik üstünlükleri sonuna kadar kullanan bir yapılanma olsa da iş sıcak çatışmaya geldiğinde çok da başarılı olmayan bir askeri güç olagelmiştir ABD ordusu; Vietnam ya da 2.Dünya Savaşı üzerine yapılacak okumalarda bunu görebilmek mümkündür. Mogadişu Muharebesi de bu zincirin son halkalarından biridir esasında ama Ridley Scott ve Jerry Bruckheimer ikilisinin elinde haksızlığa karşı mücadele eden iyi niyetli kahraman askerlerin öyküsüne dönüşür. Her ne kadar filmin introsunu bölgenin o dönemki mevcut durumu özetleyen, etkileyici karelerle bezeli bir montajla yapmış olsa da Scott'ın röportajlarından ve filmde herhangi bir Somalili danışmana yer verilmemesinden anlaşılabileceği üzere hikayenin Somali boyutu ve ülkenin iç dinamikleri yönetmenin umurunda değildir. Zamanında örtük bir ırkçılık içerdiği yönünde suçlamalara da maruz kalmıştı film ki Somali ahalisinin betimlenişine bakarak bu intibaya kapılmamak elde değildir. Tek işi bağırıp çağırarak Amerikalara ateş açmak olan bir yamyam kabilesi gibi resmedilmiş Somalililer kadar esasında operasyonun nihayete ermesinde önemli rol oynayan Pakistan ve Malezya askerlerinin de esamesi okunmaz filmde.
Karşı tarafı derinlikli betimlemekten bilinçli olarak kaçınan Scott çatışmadan arta kalan vakitlerinde ABD askerlerine kamerasını dönürdüğünde de klişere sığınmaktan kendini alamaz. Askerlerin birbirleri arasındaki diyalogları dinlerken gözlerinizi devirmekten bir hal olursunuz. Silah arkadaşı için canını ortaya koyan metin asker prototipini dibine kadar sömürür yönetmen. Hikayeyi ve karakterlerini yüzeysel tutarak tasarruf ettiği tüm enerjiyi çatışma ortamını tüm canlılığı ile tasvir etmeye harcaması ise "Black Hawk Down"u hem yönetmenin repertuarında hem de sinema tarihinde ayrıksı bir yere koyan temel özelliğidir. Kieslowski'den devraldığı Polonyalı görüntü yönetmeni Slawomir Idziak ("Üç Renk:Mavi", "Gattaca") ile birlikte askeri okullarda örnek olarak gösterilecek düzeyde başarılı bir muharebe ortamı yaratmayı becerir yönetmen. Kendilerini kötü bir kaderin beklediğini filmin adından bildiğimiz kara şahinler sahilde süzülürken hem huşu hem de bir heybet içinde takip eden kamera helikopterlerin şehre doğru yöneldiği o şahane planla bize bambaşka bir filme geçiş yapmak üzere olduğumuzu hatırlatır. Filmin en akılda kalan kareleri adına yaraşır biçimde içinde Kara Şahinleri barındıran resimlerdir; operasyonun başladığını ifade eden "I repeat, Irene", helikopterlerin ilk yere değişi ve tabii ki en unutulmazı olan "We've got a Black Hawk down" sahnesi.
Bu noktadan sonra mevzuyu ABD-Somali ayrımından öte taşımayı başarır yönetmen. Tıpkı kaygı dolu bakışlarla fikir babası olduğu operasyonun felakete doğru yol almasını izleyen Sam Shepard'ın canlandırdığı general karakteri gibi, filmin başından itibaren iyi kötü içli dışlı olduğumuz bir grup gencin amansız bir çatışmanın ortasında kalışına şahitlik ederiz şahit. Bu noktada filmin kusursuza yakın oyuncu seçimleri de bu özdeşleşmeyi kolaylaştırır. Esas adı John Stebbins olan ama Somali'den döndükten sonra öz kızına tecavüz ettiği için hüküm giymesinden mütevellit ordunun ricası üzerine ismi film için değiştirilern Grimes'ı canlandıran Ewan McGregor'ı hariç tutarsak ya kariyerinin başlarında olan (Tom Hardy, Orlando Bloom, Hugh Dancy, Nikolaj Coster-Waldau, Ioan Gruffudd, Matthew Marsden) ya da kariyeri patlama yapmanın eşiğinde olan (Josh Hartnett, Eric Bana) isimlerin yanı sıra her daim filmi sırtlayabilecek sağlam karakter oyuncularıyla da (Tom Sizemore, Jason Isaacs, Sam Shepard, William Fichtner, Kim Coates, Zeljko Ivanek, Jeremy Piven, Razaaq Adoti, George Harris, Treva Etienne) bezeli dört dörtlük bir kasta sahiptir film. Eric Bana oynadığı karakterin cool oluşu sayesinde oyuncu kadrosunun en göze batan ismi olmayı başarır ama en keyifli performansı böyle roller için yaratıldığını düşündüğüm Tom Sizemore verir. Kariyerinin sonradan aldığı hali düşününce biraz hüzün verici bir durumdur bu.
Daha önce Scott ile "Gladiator"da çalışmış olan ve kariyerinin en iyi işlerinden birine imza atan Hans Zimmer burada Afrikalı müzisyenlerle işbirliği yaptığı kendi deyimiyle deneysel bir çalışmaya imza atar. Film içinde gayet etkili ve uyumlu olsa bağımsız olarak dinlendiğinde o kadar da etkileyici olmayan Soundtrack albümünün en bomba parçası Rachid Taha'nın artık klasik hale gelmiş parçası "Barra Barra" olmuştur zaten. Onun dışında "Hunger", "Chant", "Synchrotone" ve "Leave No Man Behind"a da bir şans verilebilir.
11 Eylül'ün gölgesinden vizyona girmiş ve ABD halkının "Terörle Savaş" döneminde ordusuyla olan güven ilişkisini tazelemek gibi bir işleve de hizmet etmiş olan "Black Hawk Down" dünyanın bir hayli değiştiği son 20 yıl içinde hala beğeniyle izlenebilen bir film olma statüsünü tüm askeri ve politik bağlarından ayrı tutulduğunda ayakta kalmasını sağlayan sinemasal gücüne borçludur. Aynı zamanda Ridley Scott'ın resimlerle hikaye anlatımının gelmiş geçmiş en büyük üstatlarından biri olduğunun da en büyük kanıtlarından biridir.