Sinema,Çizgi Roman,Oyun,Dizi,Müzik,Kitap,Soundtrack,Anime,Metal vs. ama çoğunlukla Sinema
Pazar, Ekim 31, 2021
Man on Fire (2004) - Tony Scott
Cumartesi, Ekim 30, 2021
Dune
Yönetmen terchininden de kaybediyor "Dune". "Incendies"ı izlediği en iyi filmlerden biri olarak gören, "Prisoners" ve "Arrival"a da büyük hayranlık duyan biri olarak Villeneuve sinemasının uzun zamandır takipçisiyim. Öte yandan böylesi franchise potansiyeli taşıdığı düşünülen bir proje için fazla sanatsal bir isim olduğu da aşikar. Bu hususiyetini sıkıcı bir film olan "Blade Runner 2049" ile göstermişti aslında ama o film bazılarınca yere göğe sığdırılamadığı için gerekli ders alınmamış anlaşılan. Üzerine iyi para yatırıp hatırı sayılır bir geri dönüş beklentiniz var madem, sanat kaygısı ile ticari beklentileri dengelemeyi başarabilen Spielberg, Scott ya da Nolan ayarında bir yönetmene teslim etmeniz lazım bu materyali, bu adama değil. Diyaloglar bayıyor, aksiyonda genel olarak bir numara yok. Filmin görselliği yere göğe sığdırılamamış birçoklarınca ki şaşaalı bir yapım hakkaten, eyvallah. Öte yandan, 165 milyon dolar bütçesi olan bir filmden bahsediyoruz neticede, bir zahmet güzel gözüksün artık, o paraya kötü gözükseydi haber değeri taşırdı. İnsanın ağzını açık bırakan bir görsel kalite de değil bahsettiğimiz, görüntü yönetmeni Geig Fraser'a saygımız sonsuz ama kameranın içine kum kaçmış gibi bir renk paleti var filmin.
Son tahlilde kitabın azılı hayranlarını memnun etmek için yapılmış, gayrısına çok da hitap edeceğini düşünmediğim bir yapım. İkincisini bir çeksinler beraber bir görelim, tekrar değerlendiririz.
Çarşamba, Ekim 27, 2021
Kin
Umut verici başlasa da bölümler ilerledikçe nefesi kesilen bir seri "Kin" ve bunun temel sebebi modern takılmak için ellerindeki bir dolu karakterin içinden Amanda'yı alıp hikayenin merkezine oturtmaya dönük yapılan zorlama çabalar. Mafya dünyasında ayakta kalmayı beceren sert ve zeki kadın karakterlere bir lafımız yok ama burada bu işlerin içinde doğup büyümüş olmalarına rağmen en basit şeyleri bile öngöremeyecek kadar basiretsiz ya da asabi gösterilen bir grup adamın arasında (ki üzülerek belirtmek gerekirse Cox en sümsükleri) en aklı selim, en aklı başına ve yeri geldiğinde en acımasız, herşeyin "en"i bir karakter olarak piyasaya sürülüyor Amanda ve bir noktadan sonra seyirci olarak sıkılıyorsunuz. Aile üyelerinin kendi aralarındaki geçmişe dayanan bir dolu dinamik var belli ama neredeyse sezon sonuna gelinmesine rağmen genel olarak ima edilmekten öteye de geçemediler. E zaten çok aşırı aksiyonu ya da temposu olan bir dizi de değil. En kötüsü de dizinin tasvirine bakılırsa İrlanda mafyasının modern görünümü de elinde silahla gezen bir dolu ergen sıfatından müteşekkil, dolayısıyla Hollywoodvari sert görünümlü adamların sert hareketler yaptığı bir gansgter hikayesi değil karşımızdaki hiçbir şekilde. Ben 7 inci bölüm itibariyle paydosu çektim, meraklısı varsa devam edebilir.
Cuma, Ekim 15, 2021
The Guilty
Jack Bailor (Jake Gylenhaal) ne olduğunu filmin sonuna doğru öğrendiğimiz bir mevzu başında kızağa çekilerek 911 operatörü olarak görevlendirilmiş bir polis memuru. Ne yaptığı işten, ne beraberinde çalıştığı insanlarda, ne de kendinden hoşlanan bir adam değil gördüğümüz kadarıyla. Karısı bile telefonlarına cevap vermiyor, kızını göremiyor. Derken 911'i arayıp kaçırıldığını söyleyen bir kadının yardım isteği Jack'in içinde birşeyleri ayağa kaldırıyor bu kadını kurtarmak için elinden geleni yapmaya karar veriyor.
"The Guilty" -her ne kadar yönetmen Antoine Fuqua bir iki sahnede gereksiz yere kamerasını çağrı merkezinin dışına çıkarsa da- neredeyse tamamı tek mekanda geçen, gerçek zamanlı akan, birçok yönüyle ahlakçı bir tiyatro oyununu andıran 90 dakikalık sıkı bir gerilim. Sarkmayan süresini etkin biçimde kullanan, seyircisini diken üstünde tutmayı başaran filmin her ne kadar içerdiği twistleri öngörmek çok zor olmasa da duygusal yükü bir hayli ağır, insanda iz bırakan bir hikayesi var. Gelgelelim bir özelliği var ki filmi değerlendirirken kanaatinizi ister istemez etkiliyor; 2018 tarihli Danimarka yapımı aynı isimli bir filmin yeniden çevrimi "The Guilty" ve orjinali izlememiş olsam da netten anladığım kadarıyla iki filmin olay örgüsü neredeyse birebir aynı. Uyarlama işini üzerine alan ve Fuqua ile daha önce "Magnificient Seven"da çalışmış olan Nic "True Detective" Pizzolatto"nun senaryosu birkaç yıl önce ABD'yi kasıp kavuran ve ülkemizin de geçen yıl tadına bakmak durumunda kaldığı orman yangınlarını fon olarak kullanırken pandeminin başladığı vakitler ABD'yi yangın yerine çevirmiş Jack Floyd'un katledilmesinin gölgesinde çekilmiş bir kötü polis öyküsü anlatıyor ve orjinal filmin hikayesi polis şiddetinin yoğun tartışıldığı bir ülke olan ABD kurulumunda daha da uyumlu ve etkili bir hal alıyor denebilir.
"Southpaw"dan sonra ikinci kez Fuqua ile çalışan Gylenhaal genel olarak iyi ama karakterinin kendini kaybettiği dramatik noktalarda performansı biraz zıvanadan çıkıyor. Öte yandan sadece sesleri ile filmde yer alan Riley Keough ve Peter Sarsgaard dört dörlük bir iş çıkarmışlar. Şayet yeniden çevrim olmasaydı son yılların en iyi filmlerinden biri olarak adlandırabileceğim son derece güçlü bir film ama kopya hususiyeti nedeniyle böyle tanımlamak mümkün olmuyor maalesef.
Salı, Ekim 12, 2021
Brimstone (2016) - Martin Koolhoven
Hollanda sinemasıyla ilintisi Paul Verhoeven'dan öteye geçememiş birisi olarak Martin Koolhaven ismini hiç duymamış olmamda çok da şaşılacak birşey olmamakla beraber bu noktada çok yalnız olduğumu da zannetmiyorum zira kendi ülkesi dışında çok da duyulmuş bir isim değil gördüğüm kadarıyla. Öte yandan filmleri Hollanda'da gayet iyi gişe yapmış bir isimmiş görünüşe bakılırsa ve bu sayede gözünü daha yükseklere dikip bir western filmi yapmaya yeltenebilmiş.
Oyuncu kadrosu çoğunlukla Amerikalı aktörlerden müteşekkil İngilizce bir film olsa da yapım ekibi itibariyle tamamiyle bir Hollanda filmi "Brimstone". Tarihteki ilk Hollanda westerni mi bilmiyorum ama ilk akla gelecek olanlardan biri olduğu kesin. Yönetmen 5 yıldır hazırlığını yaptığı senaryosunu Hollywood stüdyolarına da teklif etmiş ama nihai kurguyu kaybetmekten korktuğu için 8 ayrı ülkeden kaynağı gelen bir Avrupa prodüksiyonu olmasını tercih etmiş, makul bir miktarda kendi parasını da koymuş ortaya. Başlarda R-Patz ile Mia Wasikowska'nın başrolünde yer alması planlanan proje, önce Mia'nın öngörülemeyen özel sebepler yüzünden projeden çekilmesi sonra da finansörlerden birinin filmden desteğini çekmesi sebebiyle bir noktada iflasın eşiğine gelmiş zira tüm setler inşa edilmiş ve teknik ekip kiralanmış durumdaymış. Neyse ki Guy Pearce oynayacağı karakter ilgisini çok çektiği için finansman sorunlarına rağmen filmde yer almayı kabul etmiş, Mia Wasikowska'nın yerini de Dakota Fanning almış. Fakat bu sefer de Wasikowska gidince film nasıl olsa iptal olur diye düşünen Pattinson kuyruğunu kıstırıp toz olmuş. O kriz de Kit Harington'ın tatilini yarıda kesip filmde yer almayı kabul edilmesiyle aşılmış.
Yönetmenin hayranı olduğu spagetti westernlerden esinlenmiş olsa da gerek ton gerekse de içerik itibariyle esin kaynaklarından bir hayli ayrışan bir yapım "Brimstone". Revelation, Exodus, Genesis ve Retribution gibi İncil'e atıflı dört bölüme ayrılan filmin ilk bölümünde evli ve bir çocuk annesi dilsiz Liz (Dakota Fanning) ile tanışıyoruz. Ebelik de yapan Liz kasabaya yeni gelen rahipten (Guy Pearce) bir hayli rahatsız oluyor ama sebebi ney bunu ilk başta anlayamıyoruz. Eşlik ettiği bir doğum ters gidip bebek ölü doğunca kasaba halkı Liz'e sırtını dönüyor ve ölen bebeğin babası Rahip'in dolduruşuyla Liz'i ve ailesini rahatsız etmeye başlıyor. Bu hikaye vahşi bir şekilde nihayete ermiş gibi göründüğünde ikinci bölüme geçiyor ve üstü başı yırtık bir şekilde yalın ayak bozkırda dolan Joanna adında ergen bir kızla tanışıyoruz. Çinli göçmenler tarafından bulunan Joanna (Emilia Jones) bir geneleve satılıp büyüyor ve Liz oluyor. Rahip bu bölümde de ortaya çıkıyor ve bölüm finali itibariyle hikaye bir önceki kısma bağlanıyor.
Genesis'te ise Joanna'nın geçmişine dönüyor ve Rahip karakterinin öz babası olduğunu öğreniyoruz. Hollanda göçmeni ailede anne fanatizm ölçeğinde dindar olan babanın baskısı altında. Artık nasıl bir anlayışı varsa Joanna büyüdükçe ona da göz koymaya başlıyor Rahip. Bu arada ailenin evine gizlice sığınan kaçak haydut Samuel'ın (Kit Harington) varlığı da işleri karıştırıyor. Bu bölüm de bir öncekinin başına bağlanarak bitiyor ve Revelation'ın bitişinden devam eden Retribution ile Rahip ile Liz'in nihai hesaplaşmasına şahit oluyoruz.
Bulandığı materyali her daim bir tık daha üst kaliteye çıkaracağından emin olunabilecek Guy Pearce Joanna'lı bölümlerde abazalıktan alıklaşan halleriyle, Liz'li bölümlerde tüm ürkütücülüğü ile portrelemeyi başarıyor Rahip karakterini. Bu yıl "CODA" ile bir hayli ses getiren Emilia Jones geleceği parlak bir aktris olacağı daha bu filmden belliymiş. Hollywood'un en güzel yüzlerinden birine sahip olsa da Dakota Fanning bir kez daha donuk ifadelerle bezeli bir oyunculuk sergileyip oyuncu kadrosunun zayıf halkası olmayı başarmış.