Salı, Ağustos 23, 2022

Işıkla Karanlık Arasında - Ömer Lütfi Akad

Türk sineması deyince akla gelen ilk isimlerden olsa da "Gelin" dışında çok filmini izlemişliğim yok Lütfi Akad'ın. Ama uzun kariyerinin son 3-5 işinden biri olan bu yapım bile tek başına Akad'ın sinemasına eğilmek için yeterli bir nedendir o ayrı. Sadece filmleri değil anılarını topladığı "Işıkla Karanlık Arasında" isimli kitabıyla da Türk sinema tarihçiliğine önemli bir katkı yapmış kendisi, bunu da kitabı okuduktan sonra gördüm. Daha doğrusu gördüğüm şeylerden biri oldu. Yeşilçam filmleriyle büyümüş bir neslin mensubu olsam da yeşilçamın tarihine hiç mi hiç vakıf olmadığımı bu kitap ile çok net bir şekilde farketmiş oldum. Akad'ın muhasebeci olarak film sektörüne giriş yaptığı tarihten itibaren başlayan anıları aynı zamanda Türk sinemasının da 40'ların sonundan başlayıp 80'lere kadar uzanan bir tarihçesini de sunuyor. Aradan 50-60 yıl geçmiş olmasına rağmen hayatına dair en ufak ayrıntıları bile hatırlıyor olmasıyla şaşırtan yazar, kaleminden edindiğimiz intiba kadarıyla karakterine uygun bir biçimde yaptığı mesleğin magazin boyutuna hiç mi hiç girmeyip tamamiyle yaptığı işler ve bu işleri yaparken beraber çalıştığı insanlar üzerinden dönemin sinemacılığına kocaman bir ışık tutuyor ve yeşilçamı farklı bir gözle görmekle kalmayıp tekrardan takdir etmemize de vesile oluyor. Arada yer yer ülkenin mevzubahis dönem içindeki durumuna dair ufak tefek fikir beyan etse de politik olmaktan da özellikle imtina eden yazar sektördeki sendikalaşma çabalarına ise bir çok yerde etraflıca değinmeyi ihmal etmiyor. Kitabı okurken insanın dikkatini çeken bir başka detayda türk sinemasına emek vermiş birçok usta ismin de aralarında yer aldığı ermeni ve rum vatandaşların zamane İstanbul'unun ne denli ayrılmaz ve yadırganmaz bir parçası olduklarını görmek  oldu. Bu durumu 6-7 eylül olayları ile birlikte dramatik bir şekilde değişmeye başlıyor tabi, Akad da kitabında buna değinmeden geçmiyor. Türk sinemasının yüz akı kabul edilen birçok filme imza atmış bir yönetmenin kişiliği ve bu filmleri yaparkenki fikri ve ruhi yapısına ilişkin fikir edinmek, aynı zamanda türk sinemasının ve yeşilçamın arka planına dair birçok aydınlatıcı anekdot içeren bu kitabı her bir sinema severin mutlaka okuması gerektiği kanaatindeyim.

Cumartesi, Ağustos 13, 2022

Sürü (1978) - Zeki Ökten


Sivan (Tarık Akan) kan davası bitsin diye kanlılarının kızı Berivan'ı almış. Seviyorlar birbirlerini belli ama gel gör ki çocukları olmuyor bir türlü. Bu durum zaten kızı benimsemekte zorlanmış baba Hamo ağada (Tuncel Kurtiz) baya bir gerginliğe sebep oluyor, boyna yükleniyor Sivan'a. Sivan da çocukları olmadıkça konuşmayı bırakmış karısıyla babasının arasında kalmış, hayattan bezmiş durumda. En iyisi dağdan maldan geçeyim, şehre göçeyim, hem bir gram huzurum olur hem de bir doktora falan gösteririm hanımı, bir çare buluruz belki. Hamo ağa da diyor koyunları Ankara'ya götürmemiz lazım, bana yardım et sonra nere gidersen git. Sivan da diyor ki Berivan da gelecek, doktora göstericem.            


Filmin ilk yarısı biraz gereksiz uzunlukta yaylada aile içi sürtüşme ile geçerken ikinci yarısı da tren yolculuğu ile geçip Ankara'da olayların zirve yapmasıyla son buluyor. Hikaye boyunca başarılı bir şekilde konuşmadan sadece bakışlarıyla karakterini canlandırmayı başaran Melike Demirağ'ın hayat verdiği Berivan, böyle doğuda geçen filmlerde görmeye alışık olmadığımız biçimde kendisine sahip çıkmak için çırpınan delikanlı erkek kardeşlerinin ısrarına rağmen kocasının yanından ayrılmıyor. Berivan'ın uğursuz olduğuna emin olan Hamo ağa, yol boyunca sürünün başına gelen çalınma, hastalanma vs, tüm felaketlerden Berivan'ı sorumlu tutuyor. Halbuki makineleşmenin artmasıya mera alanlarının hızla azalması malcılığın kökünü kurutan temel etken, zaten ölmekte olan bir işin peşinde koşturmakta, ayırdına varmamakta ısrar ediyor Hamo. Kanlılarından alınma gelinini bir türlü benimseyememesinde de bu eski kafalılığı önemli rol oynuyor. Büyük oğlu alenen kendinden ayrılmak istiyor, ortanca olan sara hastası, öldürülen abisinin yaşça bir hayli büyük dul karısı ile evlenmek zorunda bırakılmış ergen oğlu da hasbelkader bulduğu tarihi yazıtları satarak kazandığı parayla şehre kaçmayı çoktan aklına koymuş. Sadece rızık kaynağı değil hanesi de çökmek üzere ama göremiyor. Yönetmen Zeki Ökten yolculuk boyunca da 70'ler sonu Türkiye'sinden bir panorama sunuyor bizlere; vaad edilen koyunlar az geldi diye trene ikide bir fren yaptırıp hayvanların bacağını kırdıran makinistlerden tutun da trende parayı basan herkesle beraber olan topal fahişe ile pezevengi gibi bir dolu değişik ayrıntı...


Ait olduğu döneme ışık tutan bir belge niteliği taşıması itibariyle belli bir öneme haiz olsa da herşeyiyle eski bir film "Sürü"; sineması eski, derdi eski vs. Köylülük, kentlilik, tarım ve ahyvancılık boyutlarıya fi tarihinden mevzuları merkezine almasının yanı sıra Sivan'ı Ankara'da ağırlayan arkadaşlarının ergen oğlu bunlar sosyalist nutuklar çektikçe filmin ne kadar eskilerde kaldığı daha da bir gözünüze batıyor. Artık yıpranmış kopyalardan mı filmi nete aktardılar bilmiyorum ama görüntü kalitesi de bir hayli kötü, zaten karamsar bir içeriği var, görüntüler de insana basıyor. Ayrıca bir dublaj hiç mi karakterlerin ağzına oturmaz, yeşilçamın bu konudaki sicili genelde kötüdür ama bu filmdeki kadar özensizine de pek denk gelmemiştim. Gerek Yılmaz Güney'in gerekse de Zeki Ökten'in kariyerlerinin önemli bir unsuru kabul edilse de aradan geçen 45 senenin çok da iyi davranmadığı bir film "Sürü".