Cuma, Mayıs 07, 2010

Splat Pack

Sinema tarihinde bi "pack" sinsilesi var, daha doğrusu ortak özelliklere sahip belli bi grup aktör ve ya yönetmeni kategorize etme eğilimi. "Pack" kelime olarak "takım,sürü,çete" anlamında malum. En eski örneği Frank Sinatra, Dean Martin, Sammy Davis, Jr., Peter Lawford ve Joey Bishop'dan müteşekkil "Rat Pack". Orjinal "Ocean's 11" bu adamların bir arada yer aldığı filmdi. Sonra "Movie Brats" var, nam-ı diğer "sakallılar". 70'lerde Hollywood'a yeni bi soluk getirmekle kalmayıp "Yeni Dalga"nın elebaşılığını yaptığı anti-sinema anlayışına da darbe indiren, sakallarıyla ünlü Spielberg, Lucas, De Palma, Coppola ve Scorsese'nin oluşturduğu tayfa. 80'lere gelindiğinde ise "Brat Pack" var; Emilio Estevez, Anthony Michael Hall, Rob Lowe, Andrew McCarthy, Demi Moore, Judd Nelson, Molly Ringwald ve Ally Sheedy. Hususiyle John Hughes yönetmenliğinde çekilen sorunlu gençlik filmlerinde belirmiş aktörler topluluğu. "Frat Pack" ise, 90'ların sonundan itibaren Hollywood'un en iyi iş yapan komedilerinde yer almış, çoğunluğu "Saturday Night Live" kökenli Jack Black, Ben Stiller, Luke Wilson, Owen Wilson, Vince Vaughn, Will Ferrell ve Steve Carell'ın başını çektiği ekip. Bu yazının odak noktası "Splat Pack" ise 2000'lerin başından itibaren düşük bütçelerle çektikleri korku filmlerinde şiddet düzeyini arttırıp yapıtları çoğunlukla 18 yaş sınırına tabi tutulan yönetmen grubuna verilen ad. "Splat" ifadesi korku filmlerinde bi alt tür olan "splatter"dan geliyor zaten, kelime anlamında olduğu gibi kanın şapır şapır aktığı filmler bunlar. Gruba dahil edilen yönetmenler şunlar:


Alexandre Aja
Bir önceki yazımızda ele aldığımız "Haute Tension"un yönetmeni. Her ne kadar bu filmle uluslararası çapta tanınsa da ilk filmi başrolünde Marion Cotillard'ın yer aldığı bi bilim kurgu olan "Furia". "High Tension"ın başarısının ardından Aja, Wes Craven'ın radarına girdi ve Craven'ın ilk dönem kült filmlerinden olan "The Hills Have Eyes"ın yeniden çevriminin başına geçirildi. Orjinal filmi izlemediğim için bi kıyaslama yapamasam da Aja'nın versiyonu bi remake için gayet sağlam bi seyirlikdi, eleştirmenler ve gişe nezdinde de ilgi topladı. Gel gör ki Aja kendini orda durdurmak yerine bu sefer de bir Güney Kore korku filminin yeniden çevrimini yapmayı kabul etti; "Mirrors". Kiefer Sutherland ve Paula Patton'ı buluşturan kadrosuyla da dikkat çeken film ortalama düzeyde bi yapım olsa da eleştirmenlerce beğenilmedi, gişede de ortalama bi performans sergiledi. Artık yeniden çevrimlerle bezeli bi kariyerin sahibi olan Aja'nın bu yaz gösterime girecek yeni filmi 78 yapımı "Piranha"nın yeniden çevrimi. "Jaws"ın piranalı ve düşük bütçeli versiyonu olan bu kült filmi yeniden ele alacak yapımın senaryosunda "Testere"nin son üç filminin senaryosuna da imza atan Marcus Dunstan ve Patrick Melton ikilisi var. Elizabeth Shue, Richard Dreyfuss, Christopher Lloyd, Ving Rhames, Dina Meyer, Jessica Szohr, Kelly Brook ve Eli Roth'dan müteşekkil oyuncu kadrosu filmin yegane ilgi çekici tarafı gibi duruyor.


Darren Lynn Bousman
2004 yılında "Saw"un devam filmini yönetmekle görevlendirilen Bousman, aslında kendi özgün senaryosunu stüdyoya kabul ettirmek niyetindeydi. Ama "Saw"un yaratıcıları James Wan ve Leigh Whannell'in teklifiyle ve Whannell'ın yardımıyla kendi senaryosunu "Saw"un formatına uyarlamaya karar verdi ve hikayesiyle olsun yönetmenliğiyle olsun gayet üst düzey bir devam filmine imza attı. Fakat Whannell-Bousman işbirliği serinin üçüncü ayağında aynı kaliteyi tutturamadı. "Saw 3" ilk iki filmin zekice ele alınmış hikaye kurgusundan eser taşımayıp bütünüyle sadist bi gösteriden ibaret olan çok kötü bi film olarak kayıtlara geçse de çok düşük bi bütçeyle yola çıkmanın verdiği avantajla gişede iyi bi performans sergiledi. Bu filmin ardından bi daha ""Testere" filmi çekmeyeceğini ifade etse de 4.filmin arkasındaki isim de gene o oldu. Bousman'ın asıl bombası ise 2008 yapımı "Repo!The Genetic Opera" idi. Bir tiyatro uyarlaması olan bu Rock operası, bilim kurgu ve korku türlerini metal müziklere dayalı bi müzikalle harmanlıyor ve ortaya izlemesi, hususiyle de dinlemesi son derece keyifli bi film çıkıyordu. Fakat yapımcı stüdyonun tanıtıma gerekli özeni göstermemesi sebebiyle sınırlı sayıda kopyayla gösterime çıkan "Repo", daha sonra büyüyen hayran desteğiyle kült bi film haline geldi. Aynı yıl içinde Bousman "Masters of Horror"un devamı gibi görülebilecek "Fear Itself"in bir  böülümünde yönetmen olarak karşımıza çıktı ama çok başarısız, baştan savma bi işe imza attı. Ortaya koyduğu işlerin kalitesi değişkenlik gösteren yönetmenin sıradaki projeleri arasında bu yıl içinde gösterime girmesi beklenen remake "Mother's Day", David Cronenberg'in kült filmi "Scanners"ın yeniden çevrimi ve "Ninety" isimli bi psikolojik gerilim var.


Neil Marshall
İngiliz yönetmen Marshall'ın ilk filmi "Aliens"ın kurt adamlı ve bu gezegende geçen versiyonu gibi duran "Dog Soldiers"tı. Karizmatik aktör Kevin McKidd ve Emma Cleasby'nin başrolünde yer aldığı bu film sonradan kült statüsüne yerleşti. Marshall asıl patlamasını 2005'te "The Descent" filmiyle yaptı. Bi grup kadını yerin dibindeki mağaralarda keşfe çıkarmak zaten iyi fikirken, buna mağaralarda yaşayan yabani yaratıkların saldırısı, ortamın getirdiği klostrofobi, hatunların kendi aralarındaki dramatik çatışmalar ve David Julyan'ın muhteşem müzikleri eklenince "The Descent" herkesin gözüne giren bi film olmayı başardı. 2008 yılında "Doomsday" filmiyle kıyamet sonrası bilim kurgu türüne dalan Marshall'ın bu yapıtı gişede bi varlık gösteremediği gibi eleştirmenlerden de çok yüz bulmadı. Yönetmen şu aralar başrolünde Michael Fassbender ve Olga Kurylenko'nun yer aldığı son filmi "Centurion"un post prodüksiyonu ile meşgul.


Greg McLean
McLean ilk filmi "Wolf Creek" ile kendine sağlam bi hayran kitlesi edinmeyi başarmıştı. Memleketi Avustralya'nın kuş uçmaz kervan geçmez yerlerinde gezintiye çıkan turistlerin sadist bi psikotca harcanmaları üzerine kurulu olan film, 90'lı yıllarda gerçekten yaşanmış  bu tarz bi olaydan alıyordu temelini. Bir iki sahnesi hariç aşırı kanlı ve sert bi film olmasa da makul miktarda ilgi toplayan bu yapımın ardından McLean'in bi sonraki projesi insan yiyen devasa bi timsahla alakalı bi korku filmi olan "Rogue" oldu. Gene 70'li yıllarda yaşanmış bi hadiseyi temel alan bu yapımın benzeri filmlerden ayrılan çok fazla yönü olmasa da bu film de belli ölçüde beğeniyle karşılandı.


Eli Roth
"Inglorious Basterds"daki beyzbol sopalı psikopat rolüyle artık ödüllü bir oyuncu haline de gelmiş olan Roth ilk filmi "Cabin Fever" ile herkesin radarına girdi, Peter Jackson, Tarantino gibi yönetmenlerce gelecek vadeden bi yönetmen olarak taltif edildi. Bu film, "Saw" ile birlikte Hollywood korku filmlerindeki kan ve vahşet oranının artışına önayak oldu. Roth'un bi sonraki filmi "Hostel" ise kendisi hakkındaki kanaatlerin ikiye bölünmesine neden olacaktı. Bir kısım izleyiciye göre o yılın en iyi korku filmlerinden biri olan "Hostel" benim de dahil olduğum bi grup izleyici için yılın en kötülerindendi, hatta tüm zamanların en kıro filmlerinden biri olduğu da su götürmez bir gerçek. Tüm bir Slovakya halkını sadist psikopatlar, cahil köylüler ve orospulardan müteşekkil bi toplum olarak tasvir etmekte beis görmeyen film, kendi içersinde çok iyi çekilmiş birkaç sahneye sahip olmasına karşın son derece orjinal bi fikri feci şekilde harcayarak abaza bikaç amerikalının belalarını bulmalarının hikayesine dönüşüyordu. İki yıl sonra gelen devam filminde hikaye altyapısını biraz derinleştirmeyi başarsa da bu sefer gerilim atmosferini oluşturmakta başarısız olan Roth'un gene de ilk filme nispetle daha izlenebilir bi iş koyduğunu söylemek mümkündü. Yönetmenin şu ana kadarki en dişe dokunur işi Tarantino-Rodriguez ortak yapımı "Grindhouse" için çekilen sahte fragmanlardan biri olan psikopat karakterli "Thanksgiving", ki ilerde bunu uzun  metrajlı bi filme niyetini ifade etti kendisi.


James Wan & Leigh Whannell
"Testere" sinema dünyasını salladığında sene 2003'tü. Okul arkadaşı Wan ve Whannell parlak bi fikirden yola çıkarak yazdıkları senaryoyu pazarlamak için demo niteliğinde bi kısa film hazırladılar. Senaryoyu beğenip hemen harekete geçen yapımcılar, başlarda direkt video pazarı için düşünülen projenin içerdiği potansiyeli farkedip geniş çaplı gösterime sokmaya karar verdiler. Böylelikle ortaya hem son on yılın en başarılı filmlerinden biri ortaya çıktı, hem de önümüzdeki yıl yedinci ayağı gösterime sokulacak bi seri doğmuş oldu. Arkadan gelen iki devam filminin de senaryosunu yazan Whannell, dördüncü filmden itibaren yerini başka yazarlara bıraktı. "Saw 3"ün akabinde gene kafa kafaya verip birlikte "Dead Silence"ı ortaya çıkaran ikili, tek atımlık kurşunları olmadığını cümle aleme göstermiş oldular böylece. Çok fazla ismini duyuramamış olsa da son derece başarılı bi korku filmi olan "Dead Silence", gişede gösterdiği zayıf performanstan ötürü yapımcılarında hayal kırıklığı yaratsa da bu senarist-yönetmen ikilisinden umutlu olan sinemaseverlerin beklentilerinin sağlamasını almış oldu. 2008'de "Death Sentence" isimli vigilante filmini yönetmekle görevlendirilen Wan, ilk kez senaryoda Whannell'le işbirliği yapmadı, zaten film de ne gişede ne de eleştirmenler nezdinde çok iyi bir iş çıkaramadı. İkilinin yeni projeleri 2011'de gösterime girmesi planlanan "Insidious" isimli gerilim filmi. Wan ayrıca "Castlevania" isimli oyunun uyarlaması için de kamera arkasına geçecek.


Rob Zombie
Heavy metalin baba isimlerinden, nev-i şahsına münhasır müzisyen, çizgi romancı, senarist ve yönetmen Rob Zombie gayet çok yönlü bi sanatçı. Kendi müzik videolarını yöneterek ısındığı yönetmenliğe, yolu sülalece sapık bi ailenin evine düşen bi grup gencin akıbetini hikaye edinen 2003 yılı yapımı "House of 1000 Corpses" ile giriş yapan Zombie, yapımı sona erdikten 3 yıl sonra gösterime girme imkanı bulan bu filmde ilk siftahı olmasına bağlı kimi aksaklıklara rağmen bi şekilde sinemasının nitelikleri hususunda fikir vermeyi becermişti. Tarzını tam olarak oturtması ise devam filmi "The Devil's Reject" ile gerçekleşecek, selefinde yer yer beliren absürd tona zerre yer vermeyen bu tamamiyle çiğ, sert ve tavizsiz dehşet filmiyle Zombie umut veren bi yönetmen statüsüne çıkmayı başaracaktı. "The Devil's Reject"in kazandığı kült statüsü neticesinde "Halloween"in yeniden çevrimini yönetmekle görevlendirilen Zombie, burda tam anlamıyla beklenmedik bir başarı göstermiş ve bana göre yapılmış en iyi "remake"lerden birine imza atmıştı. Serinin ilk iki filmine yayılan hikayeyi tek bir filmde sentezleyip Michael Myers karakterine psikolojik bir derinlik kazandırarak tam bir senaristlik başarısı gösteren Zombie, isabetli kast seçimleri ve etkileyici anlatımıyla "Halloween"e resmen kendi yorumunu getirmiş oldu. Ne yazık ki bu yorumu daha da genişletme yolundaki çalışmalarının meyvesi olan "Halloween 2" öncülüyle aynı ölçüde nitelikli bir yapım değildi. Her ne kadar rüya sahnelerindeki gerçek üstücü hava filme özgünlük katsa da, yönetmenin karakterlere ilişkin yaptığı açılımlar pek iyi sonuç vermemiş, sonuçta ortaya çıkan sarsak ve haddinden fazla uzatılmış hikayenin oluşturduğu açığı şiddetin dozajını arttırarak kapamaya çalışan bi film ortaya çıkmıştı. İki "Halloween" filmi arasında kendi çizgi romanından uyarladığı "The Haunted World of El Superbeasto" isimli direk video piyasası için çekilen bi animasyona da imza atan Zombie'nin yeni projesi, zaten 80'lerin sonunda bi yeniden çevrimi yapılmış olan 50'lerin korku klasiği "The Blob"un yeniden çevrimini yapmak. Uzun zamandır hayata geçirmeye çalıştığı "Tyrannosaurus Rex" isimli özgün senaryosunun akıbeti ise meçhul.