Linkin Park ilk iki stüdyo albümleri "Hybrid Theory" ve "Meteora" ile nu-metalin simge isimleri olarak kabul ediliyordu biçoklarına göre. Bendeniz de bu çokların içindeydim. Lakin bikaç yıl aranın ardından çıkardıkları "Minutes to Midnight"la müzikal olarak keskin bi değişikliğe gidip alternatif rocka yöneldiler. Nu metalin popüleritesinin 2000'lerin ortalarından itibaren düşüşe geçmesi göz önüne alındığında çok da anlaşılmayacak birşey değil. Fakat eski tarzlarında o kadar başarılıydılar ki ister istemez bu değişimi yadırgamıştım ben. Öte yandan bu yeni denemelerinde de tümüyle başarısız sayılmazlardı, "What I've Done", "Wake", "In Pieces" ve "No Roads Left" gibi güzel işler çıkarmışlardı. Geçtiğimiz Eylül ayında piyasaya sürdükleri "A Thousand Suns" bu anlamda "Minutes to Midnight"ın devamı sayılabilir. İrili ufaklı 15 parça barındıran albümde, Amerikalı aktivist Mario Savio'nun "put your bodies upon the gears" hitabetiyle açılan rap soundundaki "Wretches and Kings" en göze çarpanı. "The Catalyst"in ben single olarak önceden çıkarılan Basim Darwish versiyonunu daha çok sevmiştim ama albümdeki hali de fean değil. "When They Come for Me" ve "Burning in the Skies" da uzun parçalar içinde öne çıkıyorlar. Süre itibariyle "ufak" kalan, daha ziyade şarkı aralarını doldurma işlevi gören parçalar içinde albümün introsu "The Requiem" ve Martin Luther King Jr.'ın sözlerinden müteşekkil "Wisdom, Justice, and Love" güzel olmuş, özellikle ikincisi. Netice itibariyle öncülünün üstüne çok da birşey ekleyemeyen bir albüm. Tez zamanda "Hybrid Theory" günlerine bi dönüş bekliyoruz, "Re-animation" bile olabilir.