Pazar, Mayıs 28, 2023

Special ID (2013) - Clarence Fok


"SPL" ve "Flash Point"gibi birbirinin peşi sıra gelen hitlerin ardından Hong Kong aksiyon sinemasının yenü yüzü haline gelen Donnie Yen, akabindeki 5 seneyi dönem filmleri çekerek geçirmişti. Bunların içinde "IP Man" gibi birçok hayranı olan işler çıktıysa da benim gibi birçok takipçisi de tekrar modern zamanlara dönüş yapmasını iple çekiyordu. Yen'in bu talebe cevbı 2013 yılında "Special ID" ile oldu. Yen'in gizli görevle yeraltı dünyasına sızan bir polisi canlandırdığı film, Collin Chou'nun hayat verdiği patronunun örgüt içindeki muhbirleri ayıklamak için işleri sıkılaştırması ile günlerinin sayılı olduğunu iyice idrak etmeye başlayan polisimizin, eski bir dostu/kardeşinin (Andy On) devreye girmesiyle işlerin daha da karışık hale gelmesini anlatıyor.


Anlatıyor anlatmasına da hikaye kesinlikle filmin cazibe merkezi değil. O kadar değil ki ara vererek izlemek durumunda kaldım. Gerçi klasik Hong Kong sineması deyince zayıf hikayeler, abartılı oyunculuklar, filmin tonunun oradan oraya savrulması alışılageldik şeyler, zaten bu filmleri izleme nedenimiz aksiyon noktasında beklentilerimizi karşılaması, ötesi çok da mühim değil. "Special ID"nin sorunu bu alanda da bekleneni veremiyor oluşu. 


Yen'in yukarıda saydığımız örnekler nezdinde klasik Hong Kong stili ile Amerika MMA tarzını başarıyla harmanlayabilmiş olmasından mütevellit kimsenin dövüş koreografisindeki hünerini sorgulayabilecek bir durumu yok. Öte yandan "Special ID"de işlerin biraz fazlaca MMA tarzına kaymış ve soluk kesici dövüşler yerine çoğu kez karakterlerin birbirleriyle yerde debelendiği kafes dövüşlerini andıran birçok sahne yer alıyor filmde. Yani tümüyle bundan ibaret değil elbette, birçok etkileyici uçan tekme de mevcut ama filmin gereksiz MMA realizmine nispetle arka planda kalıyorlar. Zaten Yen'in artık meşhu olmuş egosunun  da etkisiyle kendisinin yer aldığı çoğu sahnede kimse kılına bile dokunamıyor. Bir restoranda geçen uzunca dövüş sahnesinde 20 kadar çete elemanı ile dövüşüyor mesela ama hepsi sırayla(!) dayağını yiyip gidiyor. Andy On ile olan final sahnesi de önce başa baş gidecekmiş izlenimi uyandırsa da "Flash Point"deki Collin Chou'nun akıbetinin tıpatıp aynısı olarak Yen'in rakibinin pestilini çıkardığı bir şova dönüşüyor maalesef. Yazık yani. Belki de ondandır bilinmez, Chou bu filmi hiçbir kavgaya bulaşmadan başlayıp bitiriyor. 


Öte yandan Andy On, tıpkı "Flash Point"de Chou'nun yaptığı gibi Yen'in tüm ego tasallutuna rağmen filmin en göze batan karakteri olmayı başarıyor. Ben kendisine çok aşina değildim, bu filmle tanıştım diyebilirim ama gerçekten çok takdir ettim. Çok iyi bir dövüşçü olmasını yanı sıra oyunculuğu itibariyle de kadronun en göze batan ismi olmayı başarmış. Belki de bu yüzden olması gerekenden çok daha az süreyle görünüyor kendisi. On dışında parlamayı başaran bir diğer isim de Yen'le birlikte operasyona eşlik etmesi için görevlendirilen polis rolünde Jing Tian. Hem güzel bir oyuncu, hem de yağmur altında sokak ortasında geçen dövüş sahnesinde görüleceği üzere fiziksel kapasitesi de yerinde bir aktris. Ayrıca finale doğru gerçekleşen ve tek başına filmi izlemek için yeterli bir neden olabilecek kalitede çekilmiş arabalı kovalamaca sahnesinde de Anyd On ile birlikte döktürüyor kendisi. Hong Kong sinemasında araba kovalamaca deyince marka bir isim olan Bruce Law'un elinden çıkma bu bölüm gerçekkten her aksiyon severin kaçırmaması gereken bir görkeme sahip. Maalesef çok geç gelip o noktaya gelene değin sürünen filmi daha üst düzeye çıkarabilmek için yeterli olmuyor. Neticede "Special ID" görülmesi gereken bir film ama atlaya atlaya izlense çok bir şey kaybedilmez yani.

Pazar, Mayıs 21, 2023

Airplane! (1980) - ZAZ


Tüm zamanların en komik filmleri listesinin dört başı mamur üyelerinden biri "Airplane" hala bazı kısımları ile gerçekten komik ama aynı ölçüde de dönemine ait bir film, çok da zamansız bir yanı yok maalesef. Daha öncesinde skeç komedilerinin öncülerinden "Kentucky Fried Movie" üyi yazmış olan David Zucker-Jim Abrahams-Jerry Zucker (ZAZ) ekibi yönetmen John Landis'ten çok memnun kalmamış olacaklar ki sonraki işlerinin başına üçü birden yönetmen olarak oturmaya ahdedip bu filmi ortaya çıkarmışlar.


Vietnam daki tecrübelerinin etkisinden sıyrılamamış bir asker eskisi bir uçak yolculuğu esnasında bir hostes olan eski sevgilisi ile karşılaşır. Kızı görmek elemanda feci şekilde eski günleri yadetme sendromuna sebep olur, biz de böylelikle tarihlerine vakıf oluruz. O esnada uçakda patlak veren bir virüs pilotun telef olmasına neden olunca uçağı indirmek aşağıdaki kuleyle koordineli olarak pilot, hostes ve uçaktaki doktorun başına kalır.



Senaryo belli bir konu izleğini takip etse de genel olarak ufak komedi parçalarının birleşiminden müteşekkil bir yapıya sahip, skeç antolojisi filmleri andırıyor. Yönetmenlerin ilk filmlerinin bu formatta olması ve onun öncesinde de bunun tiyatro versiyonu ile haşır neşir oldukları hususu da eklenince yapmayı en iyi bildikleri noktadan ilk filmlerini gerçekleştirdikleri anlaşılıyor. Dolayısıyla filmden alacağınız keyif bu ufak skeçlerin size ne kadar hitap edip etmeyeceği ili alakalı bir durum ve mevzu komedi olunca bu çok göreceli bir şey. Şahsen benim yarı yarıya gibi bir şey, çok güldüğüm yerler de oldu, tepki vermediğim yerler de. Filmin eskimeyen taraflarından birisi doktoru canlandıran Leslie Nielsen'in performansı. İzledikten sonra gerçekten niye bu komedi deyince akla gelen ilk isimlerden biri haline geldiğini görebiliyorsunu. "Don't call me Shirley" repliği artık bir klasik haline gelmiş olsa da kendisine en çok güldüğüm yer ilk kez göründüğü ve kulağında steteskopla hostesi dinlediği sahne oldu:) Hostes demişken baş roldeki Julie Haggarty'yi çok beğenmesem de Lorna Patterson çok tatlı bir aktrismiş, oyunculuğu 80'lerde bırakmış olması bir kayıp. Bu ikisi dışında diğer aktörlerden çok da etkilendiğim olmadı açıkçası. Bir tek yardımcı pilot Otto, filmin gizli yıldızı o(!).


"Airplane" ilgili temel problem -en azından benim gibi çekilmesinin üzerinden 40 yıl geçtikten sonra izleyen birisi için- filmin dalgasına mazhar yapımların neredeyse hiçbirine aşina olmamak. ZAZ, genel hikayeyi ve karakterleri oluştururken 1957 tarihli "Zero Hour" diye bir filmi baz almışlar örneğin, izlemediğim için bu nokta komple havada kalıyor. Hakeza 1970'lerin popüler sinemasına hakim olduğu söylenen felaket filmleri "Airplane"in dalga menzilinde gezinen yapımlarmış hep ama aşinalık olmayınca hiç bir göndermeyi yakalamak mümkün olmuyor.  Yani bir açıdan bakınca iyi aslında, referanslarından bihaber bir izleyiciyi ne kadar güldürüyor görebilmek açısından. Fakat mevzu bahis tür parodi olunca parodisi yapılan şeye dair belli bir malumat da elzem ki bu noktada hata bende, madem konunun cahilisin parodisini izleyip ne yapacaksın. Yönetmenlerin ikinci ve bir başka klasik kabul edilen filmleri "Top Secret"ı da tam bu sebepten izlemeyi düşünmüyorum mesela, zira o da 60'ların casus filmleriyle dalga geçiyormuş.

Cumartesi, Mayıs 20, 2023

Bolt (2008) - Byron Howard & Chris Williams


Günümüzde IP fabrikası haline gelmiş ve neredeyse sadece bunun üzerinden trilyon dolarlar kazanan Disney'i can çekişmekte olan bir stüdyo olarak gözünüzün önüne getirmek biraz zor olsa da yeni bin yılın ilk başlarındaki durum tam olarak da buydu, en azından animasyon cephesinde. "Disney Rönesansı" olarak da bilinen "Little Mermaid"lerin "Lion King"lerin olduğu dönemler çoktan sona ermiş, "Toy Story" ile birlikte çıkış yapan Pixar ve ona rakip olarak parlamaya başlayan Dreamworks'ün birbiri ardına yaptıkları popüler işlerle birlikte klasik iki boyutlu çizimler yerini çoktan bilgisayar animasyonlarına bırakmaya başlamıştı bile. Bunu yavaş yavaş da olsa idrak etmeye başlayan Disney, Pixar filmlerinin dağıtımını alarak pastadan biraz pay koparmayı akıl ettiyse de kendi animasyon departmanında parlak bir çıkış gerçekleştirmeyi beceremedi baya bir süre. Aslında bu yeni alanda kendilerine bir alan açmayı denemediler değil, "Dinasour" ve "Chicken Little" gibi işler global olarak 300 milyon doları aşan hasılat elde etmeyi başardılar. Eski tarz animasyonun son karlı örneklerinden olan "Lilo&Stitch" ve "Brother Bear" de 250 milyon dolar çizgisini aşmayı başardı. Gel gör ki bu filmlerin çoğu bugün belki de kimsenin hatırlamadığı, belli bir kalite düzeyini aşamamış işlerdi. Aynı zamanda her bir başarı hikayesinin yanında  140 milyon dolarlık devasa bütçesine karşı 109 milyon gişe yapan "Treasure Island" ve 80 milyon dolarlık bütçesini anca çıkarabilen "Fantasia 2000" gibi felaketler de yer alıyordu stüdyonun katalogunda. "Bolt" böyle bir zamanda ortaya çıkıp Disney animasyonunun üzerine serpilen ölü toprağını silkeledi aslında.


Disney'in bahsettiğimiz makus talihinin dönmesinde en büyük pay, her ne kadar bugünlerde Hollywood'un "persona non grata"larından biri haline gelmiş olsa da o dönemin altın yumurtlayan tavuklarından biri kabul edilen John Lasseter zira kendisinin Disney animasyon ekibinin başına getirildikten sonra süpervize ettiği ilk film "Bolt". Dean DeBois ile beraber yaptıkları "Lilo&Stitch" ve "How to Train Your Dragon" filmlerinden tanıdığımız Chris Sanders'ın yönetmenliğinde hazırlıklarına Lasseter'in Disney'e intikalinden çok önce başlanmış projenin ilk adı "American Dog"muş.  Televizyon yıldızı Henry adında bir köpeğin kaybolup kendini Nevada çölünde bulması ve orada tek gözlü bir kedi ve radyoaktif bir tavşanla karşılaşıp onları ait olduğu dizinin bir sonraki bölümünün konusu zannetmesini  anlatan film, Lasseter'in önderliğindeki yeni statükoya gösterildiğinde soğuk bir geri dönüş alarak hikaye ve karakterlerin geliştirilmesi tavsiye edilmiş Sanders'a. Bu önerileri kabul etmemekte direnen Sanders bir süre sonra projeden ayrılmak zorunda bırakılınca Disney'le olan bağlarını koparıp Dreamworks'e transfer olmuş. 


Sanders'ın yerini alması için seçilen isimler projenin en başından beri animatör ekibinin başında yer alan ve herşeyine hakim olan Byron Howard ("Tangled", "Zootopia") ile uzun zamandır Disney'in hikaye departmanında görev yapmasının yanı sıra 2000 tarihli "The Emperor's New Groove" filmini hale yola sokmasıyla da bilinen Chris Williams ("Big Hero 6") olmuş. Normalde animasyon filmlerinin yapımı 4 yıl civarı sürerken ikiliye filmi tamamlamaları için 18 aylık bir süre tanınınca senarist Dan Fogelman ("This is Us", "Tangled", "Crazy, Stupid, Love") ile birlikte tüm konsepti baştan elden geçirmek üzere çalışmalara başlamışlar.


Sonuçta ortaya çıkan hikayede Penny (Miley Cyrus) adlı kız çocuğu ve köpeği Bolt (John Travolta) birer dizi yıldızı. Bolt'un bir süper köpeği canlandırdığı ve Penny'yi kötülerin elinden kurtardığı bu dizi çok popüler ama durum şu ki Bolt dizide gerçekleşen olayların birer kurgu olduğunun farkında değil, hakikaten süper güçleri olduğuna ve Penny'nin her daim tehdit altında olduğuna inanıyor. Bir nevi Buzz Lightyear'ın köpek türevi. Bu mallık düzeyine sahip olan yegane varlık kendisi yalnız, dizide yer alan diğer hayvanlar mesela herşeyin kurgu olduğunun farkında. Tamam tüm dizi ekibi Bolt'un bu inancı kırılmasın diye prodüksiyonu ona göre koordine ediyorlar, Penny'nin köpeğini iki günlüğüne bile evine götürülmesine izin verilmiyor, o yüzden  Bolt çekim dışındaki zamanlarını yalnız başına karavanda geçiriyor vs. filan ama gene de hikayenin bu kısmı biraz mantık sınırlarını zorluyor. Gene de Bolt'un bu delüzyonu hikayenin en temel ayaklarından biri olduğu için görmezden gelmek durumunda kalıyoruz ki şahsen ben çok zorluk çekmedim. 


Günün birinde Bolt bir şekilde setten çıkıyor ve gerçek dünyaya adımını atıyor. Canla başla Penny'ye geri dönmeye çalışırken ne insanlara ne de hayvanlara çok güveni olmayan kedi Mittens (Susie Essman) ve Bolt'un dizisinin büyük bir hayranı olan hamster Rhino ile tanışıyor. Mittens ile Bolt başta karşı kutuplarda yer alsalar da Rhino'nun kaynaştırıcı varlığının da yardımıyla zamanla Mittens daha pozitif bir karakter haline gelirken Bolt da kendiyle barışıp özüne dönüyor. Her iki karakter izleği de tahmin edilebilir ve özgünlükten uzak olsa da gene de hikayenin genel yapısı içinde sırıtmayıp seyir zevkini belli bir düzeyin üstünde tutmayı başarıyor. Hikayenin duygusal özünü Pixar tecrübesi sayesinde bu alanda uzmanlaşmış olan John Lasseter'in projeye en büyük etkisi kabul edebiliriz zira kendisi dahil olduğu işlerde hikayenin duygusal altyapısının komedi ile güzelce harmanlanmasına verdiği önemle biliniyor.


Filmin farklı noktalarında belirip şahane kafa hareketleri ve komik italyan aksanları ile en eğlenceli sahnelerinin baş kahramanı haline gelen güvercin ekibi filmin en unutulmaz ögeleri bence. Rhino da tasarımı itibariyle filmin en tatlı figürü ve aşırı hevesli hali ister istemez seyirciye de sirayet ediyor ama seslendirmeden kaybediyor. Rhino'yu seslendiren isim filmin animasyon ekibinden Mark Walton. Normalde prodüksiyonun ön aşamasında karakteri geçici olarak seslendirme görevi verilmiş kendisine ama o kadar hevesli bir iş çıkarmış ki yönetmenler  nihai olarak da Rhino'yu onun seslendirmesini uygun görmüşler. Şahsi kanaatim hata yapmışlar zira profesyonel olmamasına rağmen gayet iyi iş çıkarmış olduğunu kabul etmek gerekse de son tahlilde böylesi tatlı tasarımı olan bir karaktere hiç uygun olmayan bir ses tonuna sahip kendisi. Rhino'yu kurum içi istihdama kurban eden film ekibi herhalde bunu kompanse etmek için Penny'nin seslendirmesini o süreçte  halihazırda tüm filmi seslendirmiş olan Chloe Grace Moretz'den alıp o dönem gittikçe popüler olmaya başlayan ergen yıldızların başını çeken Miley Cyrus'a vermişler ki orada da hata yapılmış. Filmin başında gördüğümüz daha küçük yaşlardaki Penny'de halen Moretz'in sesini duymak mümkün ve bir kıza göre kalın bir ses tonuna sahip ve o dönem ergenliğinin doruğunda olan Cyrus'a nispetle role çok daha uygun bir tercihmiş aslında Moretz. Fakat ortada henüz Kick-Ass falan olmadığı için popülerlik noktasında kaybetmiş genç aktris. Travolta bir köpeği seslendirmek için akla gelen ilk isim olmasa da gayet başarılı bir iş çıkartmış, niye daha fazla seslendirme yapmadığını merak ettiriyor. "Curb Your Enthusiam"in Susie'si Susie Essman da da Mittens'da dört dörtlük bir iş çıkartıyor.


Filmin animasyon ekibi -muhtemelen Lasseter'in Pixar kalitesinde bir iş ortaya çıkarmaları noktasında baskılamasının da etkisiyle- o dönemki fotorealistik olmayan rendering noktasındaki en son gelişmeleri benimsemişler ve ressam Edward Hopper'un eserlerinden esinlenmişler. Sonuçta Disney'in bir önceki animasyonları olan "Chicken Little" ve "Meet The Robinsons"a nispetle çok daha kaliteli bir iş ortaya çıkarılmış. Öte yandan aynı yıl gösterime giren "Wall-E" ve "Kung Fu Panda" gibi örneklere nispetle geride kaldığı da bir gerçek. Üzerinden geçen 15 senede "Bolt"un mirasının konumlandığı yer de tam burası.


"Bolt"un 300 küsur milyon dolarlık gişe başarısı ile birlikte Disney'in CGI animasyonundaki tutarsız denemelerinin sonuna gelinmiş, sonrasında yeniden değerlendirip geliştirecekleri bir hikaye anlatım modelinin de temelleri atılmış oldu. Bu sebepten o dönemki bir diğer filmleri "The Princess and The Frog" ile birlikte sonrasında "Tangled", "Frozen", "Wreck-It-Ralph", "Big Hero 6", "Zootopia" gibi birçok başarılı mega hitin ortaya çıktığı "Disney Revival" diye adlandırılan dönemin de başlangıcı kabul ediliyor. Öte yandan bu saydığımız çok daha başarılı ve kaliteli örneklerin yanı sıra gösterim girdiği yılda ortaya çıkan rakip firma menşeli animasyon klasiklerinin de gölgesinde kalmış olması "Bolt"un milat nitelikteki özelliklerinin unutulup popüler kültür hafızasından çoğunlukla silinip gitmesine yol açtı. Yazık aslında zira tarihsel boyutunu sıyırsanız bile izlemesi çok keyifli ve eskimeyen bir film ortaya çıkan.