Pazartesi, Ekim 31, 2022

Headshot (2016) - The Mo Brothers


Iko Uwais "Raid" serisiyle birlikte modern dövüş filmleri denince akla gelen ilk isimlerden biri haline gelmiş olsa da sonrasında yaptığı işleri çok da takip etme olanağı bulamadım şahsen. "Raid Berandal"dan 2 yıl sonra çıkan "Headshot" bu açığı kapatmak için ilk durak oldu haliyle. Endonezya sinemasına olan cehaletim nedeniyle ilk kez isimlerini duyduğum Timo Tjahjanto ve Kimo Stamboel ikilisi, ya da afişte kullandıkları adlarıyla Mo Brothersın beraber yaptıkları üçüncü ve son filmmiş bu, akabinde tekil yollarına devam etmişler zira. 


İdam edilme arifesinde bir mahkum olan Lee'nin (Sunny Pang) arkasında büyük bir kaos bırakarak kaldığı hapishaneden firar ettiği etkileyici bir sahneyle açılan film akabinde sahile vuran baygın bir bedenle yön değiştiriyor. Hastanede koma halinde olan bu adam (Iko Uwais) en nihayetinde uyandığında kendisine dair hiç bir şey hatırlamıyor. Kendisine hususi bir ilgi gösteren genç doktorun (Chelsea Islan) okuduğu Moby Dick'ten esinlenerek İsmail adını vermesiyle herkesçe böyle anılır oluyor. Çok geçmeden İsmail'le Lee'nin çok gerilere giden bir ilişkilerinin olduğunu ve İsmail'in hafıza kaybında Lee'nin payını öğreniyoruz ve bu iki karakter arasındaki yüzleşmeye doğru ivme kazanmaya başlıyor "Headshot".


Hikayeyi böyle özetlesem de karakterleri ve olay örgüsünü gereksiz bir kasıntılıkla seyircisine sunuyor film. Wikipedia'ya bakılırsa Tjahjanto'nun tretmanını iki haftada yazdığı senaryo, bu aceleye gelmişliğin izlerini üzerinden silkeleyemiyor bir türlü. Lee'nin kaçırdığı çocukları kendisine müthiş bir sadakatle bağlı katiller olarak yetiştirmesi gibi kimi ilginç hikaye nüveleri var ama anlamlı bir bütün oluşturamıyorlar nihayetinde. Ne İsmail'le Lee arasındaki sürtüşmenin kökleri güzelce dolduruluyor, ne doktorla İsmail arasındaki yakınlaşmanın. Bu kısımlar havada kalınca da karakterleri filmcilerin bizden bekledikleri ölçüde önemsememiz çok da mümkün olmuyor. Yönetmen ikilisi hiçbir şekilde 90 dakikayı aşmaması gereken filmi 2 saate uzatarak senaryonun zaaflarını daha da katmerlemeyi başarıyorlar, bir noktadan sonra hikayeden çok da birşey beklemememiz gerektiği aşikar hale geldiği gibi filmi izleme sebebimiz olan dövüş sahneleri de boşlukları dolduracağı yerde izleyiciyi yoran bir hal alıyorlar. Daha önce 2 tane korku filmi çekmiş yönetmenlerin ilk aksiyon denemesiymiş bu, buradan ileri geldiğini varsaydığım bir acemilik ya da cehaletten kaynaklanan bir yavanlığı var dövüş sahnelerinin. Kamera çoğu zaman sallanıyor, sahneler genelde bitmek bilmiyorlar ve kendi içlerinde bir ritimleri yok. Artık kendi ekibini oluşturmuş olan Uwais tarafından hazırlanan dövüş koreografileri artık kifayetsiz çekildiklerinden midir, yoksa iyi tasarlanmadıklarından mı tam bilememekle birlikte etkileyici olmaktan çok yukarıda da belirttiğim üzere yorucu ve insana lüzumundan fazla olduğunu düşündürtecek ölçüde vahşiler, kol bacak kırmalar göz kaş yarmalar gırla gidiyor. Filmin en olumlu yanı, neden olduğunu anlamadığım bir şekilde alakasız yerlerde ingilizce konuşmaya başlasa da etkili bir kötü bir adam portresi çizmeyi başaran Sunny Pang, onun sağ kolu rolünde akılda yer etmeyi başaran Julie Estelle ve tatlı doktora hayat veren Chelsea Islan'ın öne çıktığı oyuncu kadrosu. Uwais kamyon şoförlüğünden geldiği bu noktada çok yol kat etmiş birisi ve yeteneği tartışılmaz bir dövüşçü olsa da bir başrol oyuncusu olarak daha yemesi gereken çok ekmek var ki bu filmi sırtlamakta da zorluk çekmiş. Velhasılı kelam bekleneni veremediği gibi Tjahjanto'nun solo çektiği "The Night Comes For Us"ı da izleme isteğimi baltalayan biryapım oldu bu.

Cuma, Ekim 28, 2022

Accident Man: Hitman's Holiday

Esasen Scott Adkins'in bu yıl çıkan üçüncü filmi bu. Fakat ilk ikisinde ("Day Shift" ve "Section 8") kameo ile yan rol arası gidip gelen bir pozisyonda kalmış olmasından mütevellit bakma gereği hissetmedim.


Ben şahsen aşırı beğenmemiş olsam da 4 sene önce çıkan "Accident Man" gerek aksiyon filmi severlerin gerekse de Scott Adkins hayranlarının birçoğunu tatmin etmiş bir yapımdı. Aktörün kendisinin de en iyi 5 filminden biri kabul ettiği bu yapımın bir devamının gelmesi bu yüzden çok da beklenmedik bir şey değildi. Beklenmedik olan şey, öncülünün katbekat üstüne çıkabilen bir yapıtla karşılaşmaktı ki Adkins ve tayfası tam olarak da bunu becermişler.


İlk filmde ait olduğu organizasyonu tek başına lağvetme başarısı gösteren Mike Fallon gözlerden uzak bir ülke olan Malta'da mesleğini, yani lakabı olduğu üzere kaza süsü vererek suikast gerçekleştirme işlerine kaldığı yerden devam ediyor bu filmde. Ediyor etmesine ama ilk filmde olup bitenden yana bir vicdan azabı içinde olduğu da aşikar, yeni tanıştığı Wong isminde çinli bir dövüşçü kıza ikide bir kendini pataklattırmasından bunu idrak edebiliyoruz. Londra'daki meslektaşlarından Fred'in yolu Malta'ya düşünce hem Mike biraz kabuğundan çıkıp eş dosta karışma şansı yakalıyor hem de kendine daha iyi davranmaya başlıyor. Bu huzur dönemi uzun sürmüyor elbette, bir mafya patroniçesi başına ödül konmuş çapsız oğlunu Mike'ın koruması için Fred'i kaçırınca Adkins'in hünerlerini sergileme fırsatını bir hayli bulduğu keyifli bir süreç başlıyor.


Adkins'in pandemi öncesinde neredeyse yediği içtiği ayrı gitmez bir hale geldiği Jesse V.Johnson ile yolları şimdilik ayrılmış gibi görünüyor. Johnson'dan yönetmenliği devralan isimler ise George ve Harry Kirby kardeşler. Birisi özel efekt diğeri de dublörlük alanında kariyere sahip olan biraderler,  yapımcılığın yanı sıra filmin senaryosunda da katkısı olan Adkins'in radarına çektikleri youtube videoları sayesinde girmeyi başarmışlar. Mevzubahis videoları izlemedim ama son derece isabetli bir devir teslim olmuş zira Johnson'a kıyasla özellikle dövüş sahnelerinde çok çok daha kinetik bir tarzları var ikilinin. İmdb'ye bakılırsa Adkins'in bizzat kendisi ve son 7-8 yıldır yanından ayırmadığı Tim Man'in yanı sıra 4 ayrı ismin daha sorumlu olduğu dövüş koreografisi de ilk filmin kat kat ilerisinde. Adkins her zamanki gibi formunda, kendisini birilerini tekmelesin diye izlemeye gelmiş bizim gibi izleyicilerini hayal kırıklığına uğratmıyor. Özellikle Beau Fowler tarafından ustalıklı bir ürkütücükle hayara geçirilen Palyaço Pogo, dövüş koreografisine yardım etsin diye çağırılmışken kendisini filmde oynarken bulan Andy Long ve film çekildikten sonra kocası ile beraber ergen kızları taciz suçundan hapse atılmış olan Zara Phythian ile olan dövüş sahneleri, filmin zirve noktaları. 


Öte yandan filmin Fallon dışında en gözümüze batırmaya çalıştığı Wong'u canlandıran Sarah Chang'i birçok eleştirmenin aksine ben çok beğenmedim açıkçası. Oyunculuk açısından zaten, Tiger Chan'in dişi versiyonu gibi, karizma kara deliği bir arkadaş. Dövüş sahnelerinde de öyle aman aman bir etkileyicilik göremedim şahsen, hatta finalde karşılaştığı Brad Pitt çakması Silas karakterini canlandıran Peter Lee Thomas tarafından pataklanmasını ciddi ciddi ummadım değil. Daha öncesinden Filipin menşeli aksiyon filmlerinde şansını deneyip pek tutunamamış olduğunu öğrenmek çok şaşırtıcı olmuyor bu durumda.


Aksiyondan hariç kısımları ile de eğlenceli bir seyirlik sunan bir yapım "Accident Man: Hitman's Holiday". Çoğunlukla Adkins'in senaryo ortağı Stu Small'un sorumlu olduğunu öğrendiğimiz diyaloglar, ingilizlere özgü bir mizah anlayışıyla bezeli ve gayet eğlenceli. Hikaye de ilk filme nazaran daha fazla komediye abanarak isabetli bir iş yapıyor. Gerçi kova sahnesinde olduğu gibi her komedi denemesi başarıya ulaşmasa da Fallon'la Fred'in suikast idmanı yaptıkları montaj bölümleri ve tepeden düşen merdivenle adam öldürmek gibi eğlenceli şiddet sahneleri ile insanı haddinden fazla tebessüme garkediyor. Filmin ikinci yarısında beliren Ray Stevenson da filmin oyunculuk kalibresini bir tık yukarı çekmeyi başarmış. Adkins'in bu filmin her aşamasına tutkuyla emek verdiği ve Yuri Boyka'dan sonra en çok anılmak istediği karakterin Mike Fallon olduğunu görmek zor değil. Umarım bir üçüncü filmde daha izleme şansı buluruz.

Cuma, Ekim 14, 2022

Köroğlu (1968) - Atıf Yılmaz

 Düşman geldi tabur tabur dizildi,
Alnımıza kara yazı yazıldı.
Tüfek icad oldu mertlik bozuldu
Gayri eğri kılıç kında paslanmalıdır.

Televizyonda birçok kereler izleyerek büyüdüğümüz filmlerden biri olan "Köroğlu", adını aldığı meselin ne ilk ne de tek uyarlaması aslında. Hatta çekildiği senenin 3 yıl öncesinde "Dağlar Kralı" adıyla yapılmış bir versiyon daha var, Mehmet Dinler'in yönetip başrollerinde Fikret Hakan ve Türkan Şoray'ın oynadığı. Ondan önce 1945 yılında çekilmiş bir "Köroğlu" da mevcutmuş hatta ama yapımcı Memduh Ün muhtemelen yeni yeni geçilen renkli filmle çekilen bir uyarlamanın ilgi çekeceğine eminmiş ki bu işe sıvanmış. 


Yağız at yetiştirmekteki hüneriyle tanınan Koca Yusuf, Bolu beyinin isteği üzere padişaha hediye edilecek nispette bir at arayışına girer ama bulduğu zayıf taydaki potansiyeli göremeyen Bolu Beyi, kendisiyle alay edildiğini düşünüp Yusuf'un gözlerine mil çektirir. Yusuf'un oğlu Ruşen Ali babasının intikamını almaya yemin eder ama babası intikamlarını buldukları atı yetiştirip bir küheylan haline getirerek yapacaklarını söyleyerek öncelikli olarak bu işe yoğunlaşmasını ister. Hakikaten çelimsiz tay Yusuf'un hüneri sayesinde benzersiz Kırat'a dönüşür ve artık Çamlıbel'de eşkıyalık yapmaya başlayıp Köroğlu adını alan Ali ile birlikte Bolu beyine kök söktürürler. 


Tacik, Özbek ve Türkmen versiyonları da bulunan destanın bu filmde anlatılan versiyonu daha ziyade Azeri ve Türk kökenli anladığım kadarıyla. Hatta destanın bir yerinde Hızır aleyhisselamın Yusuf'un rüyasında belirerek Yusuf'a Aras nehrinden su içmesini ve bu vesileyle ölümsüzlük kazanacağını söylemesiyle birlikte Yusuf ve Ali'nin yollara düştüğü ama Yusuf'un yolda vefat etmesi üzerine ırmağın hikmetinden habersiz olan Ali'nin Kırat'a ırmaktan su içirmesi ve böylelikle atın ölümsüz olduğu bir bölüm de mevcutmuş. Senarist Ayşe Şasa bu kısmı eklememeyi uygun bulmuş belli ki, onun yerine Bolu beyinin güzel kızkardeşi Hüsnübala hatunla Köroğlu arasında bir aşk hikayesi ekleyerek hikayeye ekstra bir boyut katmayı tercih etmiş. Filmden bir yıl önce piyasaya çıkan "Üç Anadolu Efsanesi"nde bu destana yer veren Yaşar Kemal, arkadaş olduğu Ayşe Şasa ve yönetmen Atıf Yılmaz'a ne kadar yardımcı oldu bilmiyorum ama filmde kullanılan destansı ve şiirsel Türkçe'yi düşününce belli bir paslaşmanın gerçekleştiği intibasına kapıldım ben. Aradan geçen 50 küsur yıl sonrasına filmi hala keyifle izlenebilir kılan unsurların başında keyifli diyalogları geliyor zaten. Birkaç ay önce hakkın rahmetine kavuşan Cüneyt Arkın'ın da bir yıl öncesinde çektiği "Malkoçoğlu" ile birlikte artık avantüre iyiden iyiye kaymaya başladığı zamanların bir örneği. Gerçi Atıf Yılmaz'ın bir röportajında söylediklerine bakılırsa bu filmde istediği kadar atlayıp zıplamasına izin vermeyip hünerlerini sergilemesinin önüne geçtiği düşüncesiyle Yılmaz'dan bir hayli şikayetçiymiş rahmetli, hatta bu sıkıntısını yapımcı Memduh Ün'e de iletmekten geri durmamış ama, o ben karışmam kendi aranızda halledin deyince son kertede yönetmenin düdüğü ötmüş anlaşılan.Yeşilçamın kaliteyi belli bir düzeyin altına düşürmemeye en azami özen gösteren isimlerinden biri olan Atıf Yılmaz'ın en az kendisi kadar deneyimli görüntü yönetmeni Gani Turanlı'nın usta çalışmasının da desteğiyle, Cüneyt Arkın, Fatma Girik, Hayati Hamzaoğlu, Reha Yurdakul, Hüseyin Baradan, Mümtaz Ener ve güzelliğinin baharında bir Aynur Akarsu'dan müteşekkil oyuncu kadrosuyla aradan geçen zamana kuvvetle direnen, yeşilçamın başarılı örneklerinden birisi "Köroğlu".