Hollanda sinemasıyla ilintisi Paul Verhoeven'dan öteye geçememiş birisi olarak Martin Koolhaven ismini hiç duymamış olmamda çok da şaşılacak birşey olmamakla beraber bu noktada çok yalnız olduğumu da zannetmiyorum zira kendi ülkesi dışında çok da duyulmuş bir isim değil gördüğüm kadarıyla. Öte yandan filmleri Hollanda'da gayet iyi gişe yapmış bir isimmiş görünüşe bakılırsa ve bu sayede gözünü daha yükseklere dikip bir western filmi yapmaya yeltenebilmiş.
Oyuncu kadrosu çoğunlukla Amerikalı aktörlerden müteşekkil İngilizce bir film olsa da yapım ekibi itibariyle tamamiyle bir Hollanda filmi "Brimstone". Tarihteki ilk Hollanda westerni mi bilmiyorum ama ilk akla gelecek olanlardan biri olduğu kesin. Yönetmen 5 yıldır hazırlığını yaptığı senaryosunu Hollywood stüdyolarına da teklif etmiş ama nihai kurguyu kaybetmekten korktuğu için 8 ayrı ülkeden kaynağı gelen bir Avrupa prodüksiyonu olmasını tercih etmiş, makul bir miktarda kendi parasını da koymuş ortaya. Başlarda R-Patz ile Mia Wasikowska'nın başrolünde yer alması planlanan proje, önce Mia'nın öngörülemeyen özel sebepler yüzünden projeden çekilmesi sonra da finansörlerden birinin filmden desteğini çekmesi sebebiyle bir noktada iflasın eşiğine gelmiş zira tüm setler inşa edilmiş ve teknik ekip kiralanmış durumdaymış. Neyse ki Guy Pearce oynayacağı karakter ilgisini çok çektiği için finansman sorunlarına rağmen filmde yer almayı kabul etmiş, Mia Wasikowska'nın yerini de Dakota Fanning almış. Fakat bu sefer de Wasikowska gidince film nasıl olsa iptal olur diye düşünen Pattinson kuyruğunu kıstırıp toz olmuş. O kriz de Kit Harington'ın tatilini yarıda kesip filmde yer almayı kabul edilmesiyle aşılmış.
Yönetmenin hayranı olduğu spagetti westernlerden esinlenmiş olsa da gerek ton gerekse de içerik itibariyle esin kaynaklarından bir hayli ayrışan bir yapım "Brimstone". Revelation, Exodus, Genesis ve Retribution gibi İncil'e atıflı dört bölüme ayrılan filmin ilk bölümünde evli ve bir çocuk annesi dilsiz Liz (Dakota Fanning) ile tanışıyoruz. Ebelik de yapan Liz kasabaya yeni gelen rahipten (Guy Pearce) bir hayli rahatsız oluyor ama sebebi ney bunu ilk başta anlayamıyoruz. Eşlik ettiği bir doğum ters gidip bebek ölü doğunca kasaba halkı Liz'e sırtını dönüyor ve ölen bebeğin babası Rahip'in dolduruşuyla Liz'i ve ailesini rahatsız etmeye başlıyor. Bu hikaye vahşi bir şekilde nihayete ermiş gibi göründüğünde ikinci bölüme geçiyor ve üstü başı yırtık bir şekilde yalın ayak bozkırda dolan Joanna adında ergen bir kızla tanışıyoruz. Çinli göçmenler tarafından bulunan Joanna (Emilia Jones) bir geneleve satılıp büyüyor ve Liz oluyor. Rahip bu bölümde de ortaya çıkıyor ve bölüm finali itibariyle hikaye bir önceki kısma bağlanıyor.
Genesis'te ise Joanna'nın geçmişine dönüyor ve Rahip karakterinin öz babası olduğunu öğreniyoruz. Hollanda göçmeni ailede anne fanatizm ölçeğinde dindar olan babanın baskısı altında. Artık nasıl bir anlayışı varsa Joanna büyüdükçe ona da göz koymaya başlıyor Rahip. Bu arada ailenin evine gizlice sığınan kaçak haydut Samuel'ın (Kit Harington) varlığı da işleri karıştırıyor. Bu bölüm de bir öncekinin başına bağlanarak bitiyor ve Revelation'ın bitişinden devam eden Retribution ile Rahip ile Liz'in nihai hesaplaşmasına şahit oluyoruz.
Western gibi herşeyi ile Amerikalı bir janra mensup olsa da içeriği itibariyle bir hayli Avrupai bir film "Brimstone". Bir hayli pis şeyleri anlatıp pis şeyleri göstermekten de imtina etmeyen bir yapım. Zaten kızına sulanan bir baba olgusu tek başına rahatsız edici, bunun yanına vurularak öldürülen ya da kırbaçlanan çocuklar, çocukların önünde müşterisiyle ilişkiye girmek durumunda kalan ya da müşteye dil uzattı diye dilinden olan fahişeler, kocasına dil uzattığı için ağzına gem vurulan eşler, boğazı kesilen ya da bağırsağı deşilen adamlar vs. bir dolu görüntüyü izlemek durumunda kalıyoruz. Vahşi batının herkes için ama özellikle de kadınlar için rezalet bir yer olduğunu altını kalın çizgilerle çizerek anlatmaya çalışıyor gibi görünen yönetmen bunu yaparken seyircinin kafasına odunla vuruyor hissi uyandırmıyor da değil. İzleyenin hassasiyet derecesine göre anlatılanların vuruculuğu değişecek olsa da yer yer abartının sınırlarına kaçmanın eşiğine geldiğini düşündüm ben yer yer şahsen.
Bulandığı materyali her daim bir tık daha üst kaliteye çıkaracağından emin olunabilecek Guy Pearce Joanna'lı bölümlerde abazalıktan alıklaşan halleriyle, Liz'li bölümlerde tüm ürkütücülüğü ile portrelemeyi başarıyor Rahip karakterini. Bu yıl "CODA" ile bir hayli ses getiren Emilia Jones geleceği parlak bir aktris olacağı daha bu filmden belliymiş. Hollywood'un en güzel yüzlerinden birine sahip olsa da Dakota Fanning bir kez daha donuk ifadelerle bezeli bir oyunculuk sergileyip oyuncu kadrosunun zayıf halkası olmayı başarmış.
Bölümlere ayrılan hikaye anlatımı da ne derece gerekli olduğunu yer yer sorgulatsa da en azından ilk üç bölüm itibariyle bağlantıların güzel kurulduğu söylenebilir. Öte yandan son kısımda hikayenin gerçekçiliği bırakıp doğaüstüne kaymasının suları biraz bulandırdığı da aşikar. Beni aşırı rahatsız etmedi ama bu son kısım olmasaydı da olurmuş diye de düşündürttü. Zaten 2 buçuk saati buluyor filmin uzunluğu, ilk bölümle son bölüm bir şekilde sentez yapılıp makul bir süreye çekilebilirdi belki, bilmiyorum. Görüntü yönetmeni Rogier Stoffers'in ısrarı üzerine dijitalle çekilen film hem görsel hem de içerik olarak farklı bir western izlemek isteyenlerin göz atabileceği, değişik bir deneyim vaadediyor nitekim.