Pazar, Ağustos 20, 2023

The Peripheral


Son birkaç aydır Hollywood'u kasıp kavuran yazar ve aktör grevlerinin etkileri bangır bangır hissedilmeye başlanırken arada gümbürtüye gidenlerden biri de geçen sonbahar izleyici karşısına çıkıp Prime'dan ikinci sezon onayını yılbaşında almış olan "Peripheral" oldu ve Amazon grevleri gerekçe göstererek diziyi devam ettirmeyeceğini açıkladı. Ben de bu vesile ile vaktinde değerlendiremediğim diziyi bir yazıyla uğurlamak istedim.


Siberpunk denince muhtemelen akla gelen ilk isim olup bugün bu türün klasikleri arasında değerlendirilen birçok yapım için esin kaynağı kabul edilse de eserlerinden yapılan uyarlamalar noktasında çok da şanslı bir isim değil William Gibson. Kitaplarının çoğunun haklarını satmayı başarabilmiş olsa da "Johnny Mnemonic" ve "New Rose Hotel" dışında tamamlanabilmiş bir proje yok aralarında ki bu bahsettiğim iki yapıt da bugün pek kimsenin hatırladığı işler değiller. Gibson'ın kendisi de senarist olarak birçok projeye angaje olsa da nihayete eren bir işin parçası olamamış hiç bir zaman. Dolayısıyla Jonathan Nolan ve Lisa Joy gibi televizyon dünyasının ünlü isimlerinin bir romanını televizyona aktarmak istemeleri aslında önemli bir dönüm noktası yazar için, noktasıydı daha doğrusu. Neticede bilindik yapımcıların elinden geçen, belli bir prodüksiyon kalitesine sahip ve Amazon Prime gibi bir platformda görücüye çıkan bir yapım bu. Gel ki ortaya çıkan işin kalitesinin bu prodüksiyon kalibresine nispetle çok da yüksek olmadığını düşününce yazarın makus talihinin değişmeyişinde çok da şaşıracak bir şey yok aslında.


Gibson'ın 2014'de yayınlanan aynı isimli romanından uyarlamaymış "The Peripheral". Goodreads'deki yorumlarına bakılırsa kimsenin modern bir klasik kabul etmediği ama meraklısını da tatmin etmiş gibi görünen bir yapıt. En azından Jonathan Nolan ile karısı Lisa Joy memnun kalmış olacaklar ki televizyona uyarlanması için ön ayak olmuşlar. Artık "Westworld"ü andıran bir materyal olmasından ve devamlı aynı şeyi yapıyor görünmemek için herhalde yazma işini başkasına devretmeyi tercih etmişler ki bu isim de Scott B.Smith. Smith "A Simple Plan" ve "Ruins" isimli romanlarını bizzat senaryolaştırmasıyla bilinen bir isim ki her iki film de türünün başarılı örneklerinden kabul ediliyor bugün. Bunlar dışında Keanu Reeves'li "Siberia"nın yanısıra "Burnt Orange Heresy" gibi garip isimli bir filmin de senaryo hanesinde ismi geçiyor ama bunları ne izledim ne de izleyen birine rast geldim. "Peripheral" ilk tv işiymiş kendisinin.


Hikayenin başında kendimizi 2030'larda Amerika'nın güneyinde bir kasabada buluyoruz. İleri tarih olsa da günümüzden çok da fark yok gibi; 3D yazıcılar almış yürümüş, bisikletler motosiklete dönüşmüş, ha bir de VR gaming olayı almış başını gitmiş. Kahramanımız Flynn Fisher (Chloe Grace Moretz) de abisi Burton (Jack Reynor) ve hasta anası ile bu kasabada yaşamakta. Burton görünüşe bakılırsa geçimini oyun oynayarak sağlamakta ama kendisine denemesi için gönderilen yeni bir oyunu kendi avatarı altında Flynn'in oynamasını istiyor bir sebepten. Flynn gerçekçilikte yeni bir aşama kaydetmiş bir simülasyon oyununda gezindiğini zannederken çok geçmeden bir karakterin ölümüne sebep olduğu gibi kendisi de nalları dikiyor, hem de canının çekildiğini birebir iliklerinde hissederek. Çok geçmeden anlıyoruz ki Flyyn'in gittiği yer aslında bir oyun dünyası değil, 2099'un Londrası.


Olayın bundan sonrası biraz karışık. Flynn'in gelecekteği kontağı vazifesi gören Wilf ilk başta bildiğinden daha azını söylüyor gibi görünüyor ama gene de bir noktada "Jackpot" adı verilen bir dizi felaket neticesinde dünya nüfusunun çoğunun yakın gelecekte helak olacağını öğreniyoruz, olduğunu daha doğrusu. Toplum yapısının baştan ayağı değiştiği bu olaylar neticesinde 3 güç odağı düzeni sağlamak noktasında ön plana çıkmış. Bunlardan ilki hukuki düzeni androidlerle sağlayan polis gücü. İkincisi toplumdaki bilimsel gelişmelerden sorumlu olan "Araştırma Enstitüsü". Üçüncü fraksiyon da Jackpot sonrası düzeni kanlı bıçaklı bir şekilde tesis ederek sistemde kendilerine yer açmış olan Rus mafyasından devşirme "Klept". Tüm bunların karşısında da Jackpot'un sebebinin teknolojiye tapınma olduğuna inanan "neo primatlar" isimli bir gerilla hareketi mevcut.


Flyyn, bekleneceği üzere tüm bu grupların arasında güç mücadelesinin orta yerinde kalmayı beceren bir MVP oluyor çok geçmeden ama bunu nasıl becerdiğini bize anlatma noktasında çok da başarılı olamıyor yazar ekibi. Gelecekteki dünyada bahsettiğimiz farklı fraksiyonlar arasında anladığım kadarı ile info üzerine bir cebelleşme dönmekte, Flynn de tam bunun orta yerinde kalıyor. Bunun günümüz dünyasına uzanan boyutlarını da görüyoruz. Narkotikten sorumlu kasaba ağası kılıklı amca ile Fisher kardeşlerin arası pek iyi değil, bir noktada birbirlerine giriyorlar. O amcanın yeğeninden mütevellit bir alt öyküsü mevcut. Flyyn'in platonik ilgi duyduğu, kasabanın doktoruyla nişanlı olan polis memuru var, o da bir noktada olaylara uyanıyor. Fisherların validesinin kaybolan görme yetisi Wilf'in gelecekten sunduğu bir deva ile bir noktada geri geliyor, sonra tektar kayboluyor falan, vesaire vesaire. Flynn tüm bu karmaşının içinde seyirciyi temsil edecek şekilde yönünü bulmaya çalışırken birkaç bölüm geçmeden paldır küldür bir şekilde böyle badass, vurduğunu deviren, herkesin destursuz yanına yaklaşmaya imtina edeceği bir Mary Sue'ya dönüşüveriyor herhangi bir altyapısı kurulmaksızın.


Keşmekeş dedim gerçi de, anlamsal bir keşmekeş bahsettiğim ortada bir kan gövdeyi götürme hali falan söz konusu değil yani. Duyduklarımızdan bir anlam oluşturabildiğimiz ölçüde bize söylenmek istenen hayat memat düzeyinde ciddi bir olayların döndüğü yönünde ama gel gör ki gelecekte meskun arkadaşların hiçbirinde bu tarz bir alarm halini görmek mümkün olmuyor, sakin sakin stratejik hamleler yapma peşindeler boyna. O yüzden boool miktarda muhabbet dinliyoruz, ama baya bol miktarda. Hani dinlediklerimiz ilgimizi çeken, hadi ondan da geçtim çoğu zaman anlayabildiğimiz şeyler olsalar bu seçilmiş sukünet halini bir nebze kabul etmek mümkün olabilirdi ama "Peripheral"ın durumunda bu söz konusu olamıyor. Herkes gelecek, geçmiş, hatıralar, tarih vs birçok konu hakkında bilgelik saçıyor ve bu dialogların birçoğu tempoyu düşürmek dışında bir işe yaramıyor. 


Böyle bir dolu karakterle doldurulmuş dizi ama şöyle dörtbaşı mamur ilgi çekicilikte bir kişilik de yok aralarında. Karakterlere karşı herhangi bir duygusal bağ kurmak neredeyse imkansız. Biraz kardeşlerin birbirine ve hasta annelerine bağlılıkları üzerinden bir yere varır mıyız diye bakıyoruz ama yok. Burton'la tümen arkadaşları arasındaki bağlılık ilk bölümde bir etkileyicilik tesis edecek gibi görünüyor ama biri dışında çoğunu da sonra tekrar görmüyoruz. Orduda bacaklarını kaybetmiş eleman, bir nebze diğerlerinden öne çıkmayı başaran başarıyor. Gelecektekileri zaten anlamak bambaşka bir çaba haline geldiği için özdeşleşme falan hak getire.


Yazımdaki mevzubahis kalite yoksunluğunu kompanse edecek bir görsel yaratıcılığa da sahip değil maalesef "Peripheral" ki bir bilim kurgu yapıtından en önceliki olarak beklenecek şeylerden birisi bu. Perde arkasında Nolan-Joy çifti olunca "Westworld" kıyaslamaları kaçınılmaz olsa da arkasındaki Bezos sermayesine rağmen HBO'nun prodüksiyon kalitesine yaklaşamayan bir yapım tasarımından muzdarip dizi. Yani fütüristik şehrin üzerine devasa heykeller dikmek gibi şaşaalı olmaya yeltenen bir iki ufak dokunuş var ama bundan ötesi indie bir bilim kurgu filmi görüntüsüne sahip.

Ardı arkası kesilmeyen diyalogların arasına sıkıştırılmış birkaç aksiyon sekansı da görüyoruz arada bir ama bunlar da son derece sıkıcı. 8 bölümü 4'er 4'er iki kişi bölüşmüş ve bunlardan biri zamanında "Cube" ile ortalığın tozunu kaldırsa da son yıllarda tam zamanlı bir televizyon yönetmenine dönüşmüş olan Vincenzo Natali. Gerçi diziler söz konusu olunca kastinginden yapım tasarımına kadar genelde showrunner tayfası patron oluyor ve yönetmenlere pek söz düşmüyor, o yüzden dizinin genel tasarımına ne kadar etkisi oldu Natali'nin tam olarak söylemek güç. Olduysa da "Peripheral"ın üzerine sinen atanamamış "Westworld" hissiyatını bertaraf etmekte çok da başarılı olamamış kendisi. 


Son olarak da şunu söylemem lazım ki son zamanlarda gördüğüm en kötü kastinglerden birine sahip "Peripheral". "The Witcher"ın bir hayli tepki çekmiş oyuncu seçimlerinden de sorumlu olan ve geçenlerde politik yönelimlerini yaptığı oyuncu seçimlerine yansıttığı yönünde açıklamaları ile de gündeme gelmiş Sophie Holland isimli insan evladı yapmış buradaki kastingi ve belli oluyor. Sırf ırk çeşitliliği olsun diye ne kadar yeteneksiz eciş bücüş tip var doldurulmuş. Wilf'i oynayan tip siyahi kadrosundan diziye kapak atmış ve hayatımda gördüğüm en odun performanslardan birini sergiliyor. Moretz'in karakteri ile bununki arasında bir yakınlaşma görmemiz bekleniyor dizi boyunca ama birbiriyle bu derece kimyasal uyumu olmayan bir çift az bulunur ki ben her daim siyah-sarı interracialını çekici bulmuşumdur. Baktım, aralarında 11 yaş var ama adam Moretz'in üçüncü göbek dayısı gibi duruyor ve older man-younger woman cihetinden yaklaşıldığında bile çekici bir ikili değiller.


Moretz'in güya platonik ilgi duyduğu şerifi oynayan arkadaş da kızılderili oyuncu kontenjanından buraya katılmış ve en az Wilf kadar kazma bir eleman. Bu T'Nia Miller mıdır nedir, kel zenci, ikide bir izlediğim şeylerde beliriyor ve gereksiz kasıntılığı ile izlenen şeyden insanı soğutmayı başarıyor. Zamanında Harry Potter'ın Cho'su olarak tanıdığımız Katie Leung da hiç de ilgi çekici bir yanı olmamasına rağmen çekik gözlü oyuncu kutusunu işaretlemiş. Ne kaldı, hah bir de transgender aktör lazım, bakıyoruz, evet o da mevcut. Gerçi hakkını yemeyim, bacım/abim, artık her neyse, diğerlerine nispetle oyunculuk nedir nasıl yapılır daha fazla fikir sahibi gibi görünüyor.


Beyaz oyuncu seçimlerinde bile çapsızlık göstermeyi başarmışlar. Flynn'in en yakın arkadaşını oynayan kadın, onun erkek arkadaşını oynayan tip ve Wilf'in kızkardeşini canlandıran arkadaş "bunları çok mu aradınız acaba" diye sordurtuyor insana. Filmin kötü adamları Lev Zubov ve Corbell Pickett'ı canlandıran JJ Feild ve Louis Herthum oyuncu kadrosunun nadir isabetli seçimlerinden. "Normal People"dan tanıdığımız India Mullen'ı görmek de güzel bir sürprizdi. Başrollerde Moretz ile Jack Reynor fena bir ikili olmamışlar, hatta bir noktada bir Cersei-Jamie durumu görür müyüz diye ummadım değil, diziye bir nebze heyecan katmayı başarırlardı en azından. Öte yandan Moretz yıllar geçtikçe oyunculuk yeteneğinden kaybediyor gibi geliyor bana ne zaman yeni bir işini izlesem. Neyse ki hala çok güzel bacaklara ve sektördeki en şehevi dudaklara sahip olma özelliğini sürdüyor. Bir de şu liberal muhafazakarlığını atıp vücudunu daha fazla gösterse tadından yenmeyecek ama henüz göremedik, umudumuzu kaybetmiş değiliz ama. "Peripheral" hangi konuda izleyici olarak beklentilerimizi karşıladı ki bu noktada karşılasın dimi.