Cumartesi, Ekim 30, 2021

Dune


İki yıldır sinema aleminin merakla beklediği "Dune"u nihayet izleme imkanına kavuştuk. Yeni "Lord of The Rings"lik ya da "Star Wars"luk pozisyonunu doldurmakla itham edilen filmin bu bahsi geçen sinemasal yapıtaşlarının yanına yaklaşıp yaklaşamayacağını zaman gösterecek tabi ama benim gördüğüm öyle bir potansiyelin olmadığı.


Uzak bir gelecek, imparatorlukla yönetilen bir galaksi. Galaksinin motoru sayılabilecek "spice" namlı bir maddenin harman olduğu Arrakis gezegeninin idaresi Harkonnen'lerdan alınıp Atreides hanedanına verilir. Çölden müteşekkil bir gezegen bu, yaşamayı teşvik eden bir yer değil. Gezegenin yerlisi "Fremen"ler sömürülmek için elden ele dolaştırılmaktan çok da memnun değiller galiyle. Selef sömürgen Harkonnenlar da ekmek kapılarının ellerinden alınmasına çok olumlu bakmıyorlar ki işin içinde bir bit yeniği olduğunu çok geçmeden anlıyoruz zaten. Tüm bunların ortasında kalan Atreideslerın prensi göz nuru Paul da bu aralar türlü vizyonlardan muzdarip. Bunun anası, kralın metresi de böyle gaybdan haber alan Bene Geserit diye bir cemaatin mensubu, sahip olduğu tüm yetenekler de bir şekilde oğluna da geçmiş. Bu seçilmiş genç bişeyler için seçilmiş olduğunu yavaş yavaş idrak etmeye başlarken ailesinin etrafında gelişen olaylar ne için seçildiği hususunda kendine daha net fikir vermeye başlıyor.


Frank Herbert'ın 1965 tarihli "Dune" dünya kurma cihetiyle ardından gelen birçok jenerasyonu etkilemiş, artık klasik kabul edilen bir eser. Bugün dünya inşası deyince akla gelen birçok eserin arkasındaki esin kaynaklarından biri muhtemelen. Öte yandan son 10 yılını "Game of Thrones" hatmederek geçirmiş, "LOTR"ların "Harry Potter"ların fenomen olduğu bir döneme denk gelmiş bir izleyici için...çok da etkileyici bir içerik yok benim gördüğüm. Kitabı okumadım tabii, muhtemelen çok daha detaylı ve etkileyicidir diye tahmin ediyorum. Öte yandan yönetmenin vizöründen perdeye akanın bilimkurgu formatına bürünmüş bir ortaçağ esinlemesi olduğu aşikar. Hal böyle olunca filmi izlerken "o kadar teknoloji yapmışlar niye hiç televizyon ya da benzeri bir eğlence formatı yok, bu gelecek neden bu kadar sıkıcı" diye düşünürken buluyorsunuz kendinizi.


"Dune"un çokça dile getirilmiş bir handikabı da bu na-etkileyecilikte pay sahibi tabii; film yarım. Tamam, kitabın hakkı verilsin denilmiş ilk kitap tüm filme sıkıştırılmak istenmemiş anladık da, sonuçta bu filmin 2 buçuk saat olmasını gerektirecek birşeyler de olup bitmiyor hikayede. Bu bölümün içeriğini acımasızca kırpıp -ki çok rahat bir şekilde bir saat kısaltılabilir- kitabın geri kalanı 3 saat süreye yedirilmiş olsaydı belki çok daha tempolu ya da en azından belli bir nihailik hissi vermesi itibariyle daha doyurucu bir deneyim sunulabilirdi. Bu haliyle "Matrix Reloaded" ya "Deathly Hallows Part 1" benzeri bir deneyim sunuyor "Dune" ama onların da fersah fersah uzağında zira bu bahsettiklerimiz öncülleriyle bizleri karakterlerine ve dünyalarına aşina kılmışlardı, o sebeple bu yarım yamalaklık hissini çok da yadırgamıyorduk. Demek ki neymiş devam filmlerini ikiye bölmek lazım, herşeyi seyircinin ayağına yeni döktüğün ilk filmi değil.


Yönetmen terchininden de kaybediyor "Dune". "Incendies"ı izlediği en iyi filmlerden biri olarak gören, "Prisoners" ve "Arrival"a da büyük hayranlık duyan biri olarak Villeneuve sinemasının uzun zamandır takipçisiyim. Öte yandan böylesi franchise potansiyeli taşıdığı düşünülen bir proje için fazla sanatsal bir isim olduğu da aşikar. Bu hususiyetini sıkıcı bir film olan "Blade Runner 2049" ile göstermişti aslında ama o film bazılarınca yere göğe sığdırılamadığı için gerekli ders alınmamış anlaşılan. Üzerine iyi para yatırıp hatırı sayılır bir geri dönüş beklentiniz var madem, sanat kaygısı ile ticari beklentileri dengelemeyi başarabilen Spielberg, Scott ya da Nolan ayarında bir yönetmene teslim etmeniz lazım bu materyali, bu adama değil. Diyaloglar bayıyor, aksiyonda genel olarak bir numara yok. Filmin görselliği yere göğe sığdırılamamış birçoklarınca ki şaşaalı bir yapım hakkaten, eyvallah. Öte yandan, 165 milyon dolar bütçesi olan bir filmden bahsediyoruz neticede, bir zahmet güzel gözüksün artık, o paraya kötü gözükseydi haber değeri taşırdı. İnsanın ağzını açık bırakan bir görsel kalite de değil bahsettiğimiz, görüntü yönetmeni Geig Fraser'a saygımız sonsuz ama kameranın içine kum kaçmış gibi bir renk paleti var filmin.


Son tahlilde kitabın azılı hayranlarını memnun etmek için yapılmış, gayrısına çok da hitap edeceğini düşünmediğim bir yapım. İkincisini bir çeksinler beraber bir görelim, tekrar değerlendiririz.