Senaristlerin ön plana çıkması ve tanınır hale gelmeleri çok sık rastlanan bir durum değildir ama "Chronicle"la isim yapmış Max Landis, John Landis'in oğlu olması gerçeği de sağ olsun bir şekilde bunu başarmış isimlerden. İsimlerdendi demek daha doğru gerçi, zira son bir iki yıldız adı taciz skandallarıyla gündeme geliyor devamlı. Bu filmin ilk adının duyulması da bu vesileyle oldu maalesef. Feministliğini her daim gündeme getirmeyi seven Chloe Moretz'in de artık şanssızlığı mıdır nedir, bir Louis C.K. ("I Love You Daddy") bir bu derken kendini ikide bir bu durumlarda buluyor. Gerek yönetmen gerekse de Moretz senaryonun yeniden elden geçirildiğini söyleseler de internette senaryoyu okuduğunu iddia edenlere bakılırsa Landis'in senaryosunun yüzde 90 ile film aynı.
Çin asıllı bir Yeni Zelandalı olan (ilginç bir karışım) yönetmen Roseanne Liang 2011'de yaptığı ilk filmiyle kimi festivallerden ödülle dönmüş ve her ne kadar izlemediğimiz için nedir ne değildir fikir beyan edemesek de bir yerlerde olumlu bir intiba bırakmış demek ki 9 yıl sonra iyi kötü bir Hollywood prodüksiyonunda yönetmenlik düşürmüş. İkinci dünya savaşının ortasında Yeni Zelanda'dan havalanan bir ittifak kuvvetleri uçağında yaşananları konu edinen "Shadow In The Cloud" gerçek zamanlı ilerleyen, 90 dakikalık bir zaman dilimi içerisinde başlayıp biten bir film.
Tam uçak kalkmak üzereyken uçağa gelen ve elindeki gizli dökümanları bir sonraki üste götürmekle görevlendirildiğini ifade Maude (Chloe Moretz) isimli bayan subay uçağın mürettabatı tarafından pek de hoş karşılanmıyor ve yer sıkıntısından ötürü uçağın altındaki tarete gönderiliyor. Filmin bundan sonrası bütünüyle Moretz'in gösterisi çünkü yaklaşık bir yarım saat ya da daha fazla bu alandan hiç ayrılmıyoruz karakterle birlikte. Liang bu noktada yönetmenlik kumaşını gösterme şansı buluyor denebilir çünkü Maude'u daracık alanda hem fiziksel olarak sıkıştırırken kendisine telsiz yoluyla devamlı bulaşan erkek mürettebat vesilesiyle fiziksel olarak da kapana kısıyor karakteri. Oyuncu kadrosunun Moretz dışında kalan kısmı filmin büyük çoğunluğunda görüntüleriyle değil sesleriyle performans sergiledikleri için bir nevi radyo tiyatrosu havası da veriyor film. Baş karakterimizin kendini içinde bulduğu gerilimli ortam hem Japon uçaklarının saldırıları hem de uçağın kanatlarında dolanan bir yaratıkla mücadele etmek durumunda kalmasıyla iyice katlanırken yanında getirdiği kargonun muhteviyatının ifşa olmasıyla tümüyle zirve yapıyor.
Bir savaş uçağında olabilecek tüm aksiyonu -evet,buna küçük çirkin yaratıklar da dahil- 1 buçuk saatlik bir filme sığdırmaya çalışan Liang tüm bu keşmekeşi derli toplu bir şekilde, gerilim duygusunu da elden bırakmadan seyircisine aktarmayı başarıyor. Fizik yasalarını pek de kaale almayan unsurları göz ardı etmekte zorluk yaşamadığınız takdirde izleyene hoşça vakit geçirtmeye namzet olabilecek tüm meziyetlere sahip bir yapıta imza atmış. Gel gör ki filme enjekte edilen feminist tonlamalar o kadar yersiz ve gereksiz yoğunlukta ki gayet eğlenceli olabilecek bir filmi dibe çekmeyi başarıyorlar.
Filmin ilk yarısını alayı itici ve abaza olarak tasvir edilen bir tabur adamın Maude'a sarkıntılık etmesi yada rahatsız etmesini izlerken geçirirken (SPOILER!!!) filmin ortasındaki twistle birlikte güçlü kadın karakterimizin bir anne olduğunu öğreniyoruz ki hikayecelik açısından düşünülünce çok da feminist bir yaklaşım sayılmaz. Filmin 3 üncü perdesi sanki bu durumu toprlamak istercesine tüm erkek karakterleri ebleh yollarla itlaf ederken Moretz'in karakterini hem Japonlarla hem yaratıklarla tek başına mücedeleye sokup galip çıkartma yoluna gidiyor. Hele finalde Maude'un bebeği gayrımeşru babasına sanki "biramı tut" der gibi teslim edip diğer karakterler aval aval seyrederken yaratığı döve döve öldürmesi var ki evlere şenlik. Sinemaya ayağı yeri basan, kolay devrilmeyen kadınların merkezinde olduğu filmler kazandırmaya kimsenin itirazı yok ama böylesine kaba ve düz bir biçimde yapıldığında maçolukta dağları delmiş erkeklerin cirit attığı, kadınların kurtarılmaktan başka bir işe yaramayan "damsel in distress"ler olmaktan öteye gidemedikleri eskilerin aksiyon filmlerinden bir gıdım ileri gidememiş oluyorsunız, orası da bir gerçek.
Bu kadar söylenmiş olmamız esasında eğlenceli ve iyi olabilecek bir filmin mesaj kaygısına kurban edilmiş olmasından ileri gelmekte ki Hollywood sinemasında gitgide artan bir eğilim bu. Yönetmen Liang yönetmenlik alanında gösterdiği meziyetleri senaryonun çapsızlığına kurban etmekle kalmıyor elindeki oyuncu kadrosunun performanlarını da heba ediyor. Moretz zaten filmin odağı ve hikayeyi taşımakta bir sorun yaşamıyor ama dahil olduğu her filmde kendini farkettirmeyi başaran Callan Mulvey ve Moretz'in daha önce "The 5th Wave"de de beraber çalıştığı Nick Robinson'ın dahil olduğu bir oyuncu kadrosuna sahipken keşke elindeki malzemeyi hakkıyla kullanabilen, kadınların ya da erkeklerin birbirlerini ezmek yerine ele ele vererek ortak bir düşmanla mücadele ettikleri bir hikaye anlatabileceğini idrak edebilseymiş. Kaçırılmış bir fırsat.