Şahsen Jazz'ı günahım kadar sevmem, dinlerken fiziksel olarak bana rahatsızlık veren nadir müzik türlerinden biridir. Dolayısıyla türün önde gelen isimleri ile birlikte çalmış olmasının yanı sıra kendi yaptığı kayıtlarla da tanınıp sevilmiş Joe Albany'nin hayatının bir bölümünü anlatan bir filmin çok da ilgi çekici yanı bir aynı yok benim için kağıt üstünde. Öte yandan yetişkin evrelerinin çoğunu uyuşturucu bağımlılısı olarak geçiren, aynı zamanda hem sanatını icra edip hem de çocuk yetiştiren bir adamın öyküsü de her daim belli bir izlenilirlik taşıyor.
"Low Down" Albany'nin kızı Amy-Jo Albany'nin "Low Down: Junk, Jazz, and Other Fairy Tales from Childhood" isimli hatıratından, Topper Lilien ve Albany uyarlanmış bir film. Belli ki müzisyenin büyük hayranı olan, Red Hot Chili Peppers'ın solisti Anthony Kiedis ve basçısı Flea tarafından yapımcılığı üstlenilmiş filmde Joe'nun yakın arkadaşlarından birini canlandırma işini de üstüne almış Flea ki aralarında "Geleceğe Dönüş"ün de olduğu bir çok filmde aktör olarak yer almış bir isim kendisi. Yönetmen Jeff Preiss, Jazz dünyasına dair bir başka ünlü isim olan Chet Baker'a odaklanan belgesel "Let's Get Lost"un da aralarında bulunduğu bir çok filmde görüntü yönetmenliği yapmış olmasının yanı sıra yönettiği reklam filmleri ve müzik videoları ile de tanınan bir isimmiş, "Low Down" kendisinin ilk ve şimdilik tek uzun metrajlı filmi olma özelliğini taşıyor.
Uyarlandığı kaynağa bağlı olarak Joe'dan çok Elle Fanning'in başarıyla hayat verdiği Amy-Jo'nun filmi aslında "Low Down", bağımlı bir müzisyenin yanında büyümeye çalışmak ne menem bir şeydir buna odaklanıyor daha ziyade. Hapishaneler ve rehabilitasyon merkezlerine girip çıkan, bu sebeple kanunun ensesinden hiç ayrılmadığı Joe'nun (John Hawkins) yokluğunda babaannesi (Glenn Close) tarafından yetiştirilen Amy'nin anne (Lena Headey) cephesinde de şansı yok ne yazık ki çünkü o da bir alkolik ve daha küçük yaşta ebeveynlik işinden feragat etmiş, hatta uzun zamandır sinemada gördüğüm en berbat anne figürlerinden biri de olabilir kendisi. Joe'nun müptelalığı yüzünden başının sıklıkla belaya girdiği, müziğini icra edecek platform bulmakta sıkıntı çekmesinin yanı sıra finansal olarak da güçlükler yaşadığı, çareyi şartlı tahliyesini ihlal etmek pahasına Avrupa'ya gitmekte bulduğu ama bağımlılığı yüzünden 2 yıl sonra oradan da sınır dışı edilerek tekrar soluğu ABD'de aldığı bir dönemi ele alıyor kabaca film.
İlk bakışta bağımlılığın bir hayatı nasıl alt üst edebileceği üzerine bir hikaye olduğu izlenimi uyandırsa da senaryonun bize aktardığı versiyonuyla Joe'nun yaşadığı tüm olumsuzluklara karşın kafayı bulmaktan yana bir sıkıntısı yok, kendi ifadesiyle "seviyor". Finale doğru öğrendiğimiz üzere, kızıyla yüzeysel bir yakınlık kurabilmiş olsa da ona yalan söylemekten imtina etmeyen, çocuğun yetişmesine hiç bir katkısı ve faydası olmamış annesiyle sık sık görüşüp kızının dedikodusunu yapmaktan da geri kalmayabilen, bağımlığın da ötesinde yetişkinliğe ve ebeveynliğe müsait bir karaktere sahip olmayan bir kişilik aslında Joe. Gene de bir şekilde hep yanında olması ve sanatında çok iyi olması vesilesiyle kızının gözündeki yerini hep koruyabilmiş bir figür ki bu yönüyle iç sızlatıcı bir hikaye bu. Zaten film bir başka uyuşturucu bağımlısı olan ve fahişelik yaparak çocuğunu büyütmeye çalışan komşu karakteri gibi bir şekilde hayatı kaymış karakterlere odaklandığı noktalarda yükselerek etkileyici olmayı başarıyor.
Öte yandan Amy-Jo'nun hayatına giren çıkan karakterler olsun, babasının türlü türlü iniş çıkışları olsun, bütünüyle seyirciye içine alabilecek etraflı bir öykü de anlatamıyor "Low Down" maalesef. Filmin başında tanıştığımız Joe'yu 120 dakikanın sonunda daha iyi tanıyor olamıyoruz, Amy'nin büyüme sürecini de yapmak istediği kadar iyi aktaramıyor film. Peter Dinklage'in canlandırdığı cüce pornocu ya da epilepsi hastası erkek arkadaş gibi bir görünüp kaybolan karakterlerin de hikaye çok bir katkıları olmadıkları gibi filmi de yersiz uzatıyorlar. Artık bütçe kısıntılarıyla alakalı mı bir durum, yoksa görsel bir tercih mi bilemiyorum ama Chris Blauvert'in ("Mid90s", "Don't Worry, He Won't Get Far on Foot") ISO ayarları dibine kadar köklenmiş gibi kumlu duran görüntü yönetiminin de filme hiç yardımcı olmadığını söylemek lazım, çoğu iç mekan sahnesi karanlıktan görünmeyecek düzeye gelebiliyor.
Finalde Amy'nin ağzından duyduğumuz "Did being the most luminous object in the galaxy justify sacrificing all earthly cares?" (Evrendeki en ışıltılı şey olmak tüm dünyevi kaygıları görmezden gelmeyi haklı çıkarır mı?) cümlesinin esasında çok iyi özetlediği; arthouse nitelikleri öne çıkan bir yönetmenden ziyade daha geleneksel tarzda hikaye anlatımına teşne bir isim tarafından anlatılsa çok daha tesirli olabilecekmiş hissiyatının yakanızı hiç bırakmadığı film tümüyle bir başarı addedilemese de ibretlik özellikleri, tutku ve bağımlılıkların insanı nerelere sürükleyebileceğine dair fikir vermesi ve Fanning, Hawkins, Dinklage, Headey ve Close'un yanı sıra Billy Drago, Burn Gorman ve Tim Daly gibi yetkin karakter aktörlerinin aralarında bulunduğu oyuncu kadrosu itibariyle izlenebilir bir yapım.