Çarşamba, Ocak 27, 2021

Regression (2015) - Alejandro Amenábar


Alejandro Amenabar ilk 3 filmiyle sinema dünyasına bomba gibi düşüp herkesin ne yapacağını merakla takip ettiği yönetmenlerden biri haline gelmişti 2000'lerin başı itibariyle. Ben her ne kadar çok beğenmemiş olsam bile 2004'te çektiği "Sea Inside" ile topladığı ödüller vesilesiyle bu konumunu güçlendirdiği söylenebilse de 5 yıl sonra gösterime giren "Agora"nın önceki filmlerinin başarısına ulaşmadığı da bilinen bir durum. Bu filmin akabinde uzun süre sesi soluğu çıkmayan yönetmen 2015'in sonlarına doğru "Regression"la geri dönüş yapmıştı. 2013 te duyurulup ertesi yılın ortalarında çekimleri biten filme dair eksik gedik bir şeyler varmış ki 2015'in başlarında ek sahnelerin çekilmesine ihtiyaç duyulmuş, filmin festivallerde seyirci karşısına çıkması da o yılın Eylül ayına sarkmıştı. Yönetmenin bu film öncesi verdiği uzun aranın yanı sıra filmin çekimi ile gösterimi arasındaki zaman farkının da etkisiyle çok da ses getirmeden görünüp kaybolmuştu o dönem. On sene öncesi ayakta alkışlanan bir yönetmen için hoş olmayan bir görüntü olsa da bu durumun oluşmasında kendisinin payı da yok değil.


90'ların başında geçen film paldır küldür konuya dalarak kızına tacizle suçlanan bir babanın sorgusuyla başlıyor. Ana karakterimiz Bruce bir psikolog yardımıyla bastırdığı hatıralarını açığa çıkartan bir terapi uygulayarak babaya suçunu itiraf ettirse de babanın itirafında başka bir adamdan daha bahsetmesi kiliseye sığınmış olan kızın ifadesini babasının kendisini türlü ritüellere maruz bırakan satanist bir örgütün mensubu olduğu yönünde değiştirmesine neden olunca hadise dallanıp budaklanıp tüm kasabayı içine alan bir hale bürünüyor.


(Spoiler Free!!!)
Bizim ülkemize ulaşması 90'ların sonunu bulsa da ABD'de 80'ler ve 90'ların ilk yarısı itibariyle bir hayli yoğun yaşanan satanizm paniğini merkezine alan bir hikaye anlatma amacıyla yola çıkan Amenabar filmin 3'te 2'si itibariyle bu mevzu üzerine kullanılabilecek her tür hile ve klişeye başvurarak özgün olmasa da türün kalıplarına gayet uygun bir gerilim hikayesi anlatıyor. Filmin dertlerinin temel kaynağı da buradan kaynaklanıyor çünkü finale doğru hamle ile film boyunca şahit olduğumuz tüm gerilim dolu anların ve paranoyanın ülkenin geneline hakim olan satanizm paniğinin bir terapi yöntemi vesilesiyle tetiklenmiş sanrılar olduğuna, aslında olan bitenin insanların birbirine karşı yaptığı her zamanki aldatma ve manipüle etme hadiselerinden farklı olmadığına inanmamızı istiyor yönetmen. Her filminde din ve dindarlık olgusuyla uğraşan bir yönetmenin şeytani tarikatlarla alakalı bir öyküyü inanç merkezli bir korku filmine çevirmesini beklemek makul olmasa da filmin finale kadar olan yapısının tam olarak da bu tarz bir korku sinemasının trükleri vasıtasıyla kurulmuş olması başı sonu birbirine uymayan melez bir filmin ortaya çıkmasına sebep oluyor. 
 
 
Halbuki yönetmenin yapmak istediği "şeytan ve ya melek, bunlar hep içimizde" temalı bir öykünün gayet klinik, realist ve mesafeli bir anlatım biçimine ihtiyacı var, karanlık halüsinasyonların ve "jumpscare"lerin gırla gezdiği bir filme değil. Filmin sonunda mevzubahis bu panik dalgasının zamanla dindiği ve filmde kullanılan psikoterapi yönteminin artık psikolog zümresi nezdünde bir hükmü kalmadığı ifadelerine yer veren yönetmenin bir kişiye uygulanan terapi vasıtasıyla nasıl tüm kasabanın galeyana geldiği noktasında makul bir izah getirememiş olması da hikayeye zarar veren noktalardan. Angela'nın bunları başından beri planladığına inanmamız bekleniyor seyirci olarak ama ne Angela bunları yapabilecek kadar kurnaz bir izlenim uyandırıyor bizde ne de diğer karakterler buna kanacak kadar aptal bir görünüm arzediyorlar. Haliyle filmin inandırıcılığı da zedelenmiş oluyor.
 

Oyuncu kadrosunun senaryo ve yönetmenlik bazında yaşanan açıkları bertaraf etmek için elinden geleni yaptığı filmin merkezinde yer alan Ethan Hawke her zaman olduğu gibi kendini tümüyle vererek hikayeyi sırtlamayı başarıyor. Filmin esas yıldızı ise tasarımı üzerine biraz daha emek verilmiş olsa çok daha dişli hale gelebilecek bir karakteri canlandıran Emma Watson olmuş. Sosyolojik bir film olmaya çalışıp görüntü yönetmeni Daniel Aranyo'nun atmosferik katkılarının da yardımıyla korku filmine dönüşmekten kendini alamayan, son tahlilde ikisinin arasında yırtılıp yarılan bir yapım "Regression".