Cumartesi, Şubat 27, 2010

Kitlelerin "Ecstasy"si: Din!


Alejandro Amenabar, özelde Kilise müessesiyle, genelde de dinle problemi olan bi adam. "The Others"ın finalinde biz Nicole Kidman'ın canlandırdığı Grace'in film boyunca hayalet olarak ortalarda gezindiğini öğrenirken; Grace de çocuklarına aşılamaya çalıştığı dini inançlarının boş olduğunu, ölümden sonrasının cennet, cehennem yada araf değil, tümüyle bir hiçlik olduğunu farkediyordu. "Mar Adentro"da da Ramón Sampedro kendisini ihtidaya davet eden rahipleri bi güzel azarlayıp postalamıştı. Yönetmen son filmi "Agora"da ise çıtayı bu anlamda biraz daha yükseltip Hristiyanlığın yeni yeni yükselmeye başladığı M.S. 4.yy dolaylarında geçen bir "dini bağnazlıkla cebelleşen bilim insanı" öyküsü anlatıyor.

Rachel Weisz'in canlandırdığı İskenderiyeli Hypatia, 350-415 yılları arasında o dönem Roma İmparatorluğunun hükümdarlığı altında olan İskenderiye şehrinde yaşamış bir matematikçi,astronom ve filozof. Filmde dünyanın kendi ekseni etrafında döndüğüne dair yaptığı araştırmalar konu edilse de yaptığı bilimsel çalışmalar hakkında çok cüz'i miktarda yazılı belge günümüze ulaşabilmiş. Dönemin valisi ve piskoposu arasında gerilimin esas nedeni olarak görüldüğü için bi grup fanatik hristiyan tarafından evine giderken pusuya düşürülmüş, çırılçıplak soyulup sokaklarda sürüklenmiş ve bir kilisede öldürülmüş. Kimi kaynaklar derisi yüzülüp canlı canlı yakılarak öldürüldüğünü söylese de bu eylemlerin Hypatia öldükten sonra gerçekleştirildiğini söyleyenler de mevcut.


Hristiyanlığın Hz.İsa'dan sonraki ilk 150 yılı yahudi hahamlar ve Roma imparatorluğunun yöneticilerince bu yeni dini benimseyenlerin avlanmasıyla geçti. Daha sonraları daha açıkça tebliğ edilmeye başlanan Hristiyanlık, 313 yılında Roma'nın resmi dini ilan edildi. Zamanında kovuşturmalara maruz kalıp işkence gören İseviler artık avcı durumuna geçerken bu sefer de Hristiyanlıktan önceki geçerli din olan Pagan inancına sahip insanlar av konumuna geldiler. Ömrü bu devir teslim dönemine rast gelen Hypatia da bir Pagandı, onu yönetmen Amenabar için ilgi çekici kılan esas özelliği ise yükselen bu yeni dinin baskılarına rağmen inandığı şeylerden, Paganlıktan ziyade bilimden, felsefeye olan inancından taviz vermemiş olması heralde.

"Agora" hedef tahtasına sadece Hristiyanlığı değil genel olarak tüm dinleri, daha doğru bir ifadeyle din olgusunu koyuyor. Filmin başlarında Hristiyanların küstahlıklarına cevap vermek isteyen Paganlar bu dinin kentteki mensuplarına dönük bi linç eylemine girişiyorlar. İlerleyen bölümlerde Hristiyanlar bi tören için toplanan Yahudileri taşa tutarken, Yahudilerin intikamı da onları bi kilisede punduna getirip aynı şekilde cezalandırmak oluyor. O dönem Roma'da geçerli olan tüm dinler "Agora" nın gazabından nasibini bir şekilde alırken, bir kısmı kuşbakışı çekimlerle aktarılan bu sahnelerde birbirinin üstüne yürüyen, boğazlayan insan yığınları bir böcek sürüsünü andırıyorlar. Burda esas tavır konulan şeyin dinden ziyade dini bağnazlık olduğunu düşünmek, bu film için biraz naif bir yaklaşım. Zira "Agora"da olumlu bir şekilde tasvir edilmiş hiçbir dini figür yok; Paganlarla Yahudilere karşı nötr, bizim "Vurun Kahpeye" filmlerindeki imam karakterlerini andırır tavırlarlara sahip, hırpani görünümlü insanlar olarak betimlenen Hristiyanlara karşı ise resmen antipatik bir yaklaşım benimsenmiş. Bu genel tablo göz önüne alındığında "Agora"nın temel savı dinin insanları birleştirmekten ziyade ayrıştıran bir olgu olduğu ve bu durumun tarihin başlangıcından beri böyle olageldiği yönünde. Her ne kadar benim gözüme saplantılı biri gibi görünse de filmdeki yegane erdemli ve aklı başında insan olarak gösterilen Hypatia karakterinden de anlaşılabileceği üzere filmin dine ikame olarak tavsiyesi bilim ve felsefe.
Bir insanın tanrı ve din inancına karşı tavır almasında yanlış bir şey yok, herkes sahip olduğu ömrü istediği şekilde düşünerek geçirebilir. Yalnız bu düşüncelerinizi bir sanat eserine dökmeye yeltendiğinizde, asıl olarak yapmaya çalıştığınız şeyin sanat olduğunu unutmamak, öncelikle o disiplinin inceliklerini gözeterek yola çıkmakla mükellefsiniz, aksi takdirde ortaya koyduğunuz şey propaganda niteliğinden öteye geçmez. Alejandro Amenabar "The Others"da yaptığı gibi düşündüğü ve inandığı şeyleri şık bir hikaye örgüsü ve sinema diliyle ifade ettiği müddetçe diyecek bi lafımız olamaz, anca şapka çıkarırız. Fakat "Agora"da yaptığı gibi ele aldığı meselelere karşı sığ, yüzeysel ve yer yer nefret dolu yaklaşımını kör göze parmak bir şekilde aktarınca insan ister istemez bir tavır alma gereğini hissediyor, özellikle konu insanların hayatlarını anlamlandırmada kıstas aldıkları din gibi bi husus olunca. Öz itibariyle semavi bir din olan Hristiyanlığın sonradan kurumsallaştırılmış versiyonu olan kilise müessesi, sabıkalı tarihinden ötürü şahsen bana da hiç sempatik gelmemiştir. Dini bağnazlığın ve yobazlığın insanlara neler yaptırabileceğine, toplumları nerelere sürükleyebileceğine dair sırf kendi ülkemize bakarak gene fikir edinebiliriz. Fakat bir inanç sistemini sadece tek ve olumsuz bir boyutuyla ele alıp yargılamak, o inanç sistemine ve bunun takipçilerine karşı yapılan bir haksızlıktır, bir çürük tahta için koca evi yakmış olursunuz. Ridley Scott'ın "Kingdom of Heaven"ı da temelde "ne kadar az din, o kadar çok huzur" gibi bir söyleme sahiptir, dini histerinin şuursuz davranışlar yapmaya sürüklediği yığınları konu edinir. Ama bunun yanısıra, dinleri sadece güç, iktidar vs. şeyler için kullanıp başkalarını bu doğrultuda manipüle eden insanların yanında sadece kendisine verilen zamanı kendince daha iyi değerlendirmek için inanan, bunda herhangi bi çıkar, menfaat yada beklenti gütmeyen karakterlere de yer vererek olayın farklı boyutları olduğunu da belirtmiş olur. "Agora" ise bunun tam tersi istikamette bir seyir izleyip dinleri yaftalamakla meşgul oluyor.


Teknik özellikleri itibariyle bakıldığında sağlam bir film var karşımızda. Malta'da inşa edilen setler çok başarılı, o dönemin havasını resmen size solutuyor. Herkesin İngilizce konuşması durumunu göz ardı ettiğinizde tabii...Bu noktada Mel Gibson'ın dehasını bir kez daha takdir etmemek elde değil. Bir tarihi filmde karakterler dönemin ve toplumun konuştukları dili kullanmadıkça "o an orada olma" hisssini seyirciye tam olarak aktarmak kabil olmuyor. Amenabar'ın Mateo Gil ile beraber yazdığı senaryo tarihi olayları dramatik örgüsüne başarılı bir biçimde yediriyor. Rachel Weisz'in standart bir performans sergilediği filmde esas parlayan erkek oyuncular. Özellikle Max Minghella ve Rupert Evans'in dikkat çektiği kastın gizli yıldızı ise Ashraf Barhom, muhtemelen Eşref Barhum diye okunuyordur. Arap kökenli bir İsrailli olan aktör - kendisini melez olarak nitelendiriyormuş- ilk olarak "Paradise Now" ile dikkat çekmiş, "The Kingdom" ile uluslararası yapımlarda boy göstermeye başlamıştı, bu filmde de Hristiyan fanatik, fedai, yobaz Ammonius rolünde çok iyi bir performans sergiliyor.

Sözü bağlamak gerekirse filmin fikriyatına takılınmazsa pek de fena olmayan bir seyirlik "Agora", ama arka çıktığı tezler itibariyle tartışmaya açık, mesafeli durulmayı hakeden bir film.