Pazar, Şubat 28, 2010

Avatar


"Avatarmania" almış başını yürümüş durumda. Altın Küreyi aldı, Oscara talip, muhtemelen onu da alacak. Her ne kadar 3D biletleri normalden pahalıya satılıyo olsa da gelmiş geçmiş en çok küresel hasılata sahip film payesini almış durumda. James Cameron filme girişirkenki hedeflerine ulaşmış olduğunu düşünüyordur heralde; ödüller, hasılat... Ama gene de seyirci olarak bize düşen şöyle bir geri çekilip kaldırdığı tozun dumanın ardından filmin meziyetleri ve zaafiyetleri üstüne bir nebze kafa yormak.

James Cameron "Titanic" sonrası mesaisini bu filmi çekmesini sağlayacak teknolojiyi geliştirmeye adadı. Başka kurmaca filmle uğraşmadı, sadece yeni çekim tekniklerini test etmesini sağlayacak bir iki denizaltı belgeseli çekti, en nihayetinde "Avatar"ı gerçekleştirebilecek seviyeye erişildi. On yılı aşkın bir zamana yayılan bu pre-production sürecinin ardından elde edilen sonuç beklemeye ve zahmete değdi mi?...

Ortaya çıkan filmin kötü bi iş olduğunu söylemek insafsızlıksız olur. Verilen emeği her karesinde yansıtan, özenli bir çalışma olmuş. Ama vaat edildiği gibi yada beklenildiği gibi devir açıp devir kapayacak bi yapım mı karşımızdaki? Açıkçası değil bana göre. Gözlük takmak suretiyle film izleme durmunu halihazırda çok çekici bulmamakla birlikte üç boyutlu film izleme deneyimi, bir iki sahne haricinde bende çok da heyecan dalgası yaratmadı doğrusu. Alışma evresini atlattıktan sonra klasik bi film izleme deneyiminden çok da ayrıksı bir niteliği olmadığını düşündüm hatta. Hadi tüm bunların benim algılama sistemimle alakalı problemler olduğunu söylesek bile, görsel gücüyle seyirciden ilgi talep eden bir filmin gerçekten üç boyutlu olmaya ihtiyacı var mı, ya da ne derece var? Farzı misal "Lord of The Rings" üçlemesi, "Avatar"dan çok daha güçlü ve etkileyeci bir film bu manada, halbuki bildiğin en-boydan ibaret bi dünyası var. Olay filme ekstra boyutlar eklemekte değil, elinizdeki sahneleri ne derece iyi tasarlayıp görüntüye aktarabildiğinizde. LOTR üç boyutlu çekilmiş olsaydı daha etkileyici olur muydu?..belki. Ama filmin gücü mevcut haliyle sahip olduğu kamera arkası işçilikte gizli, yeni teknolojik oyuncaklarda değil.


Bu noktada olay Cameron'ın yönetmenliğine bağlanıyor. Sinema alemine "Terminator" gibi bir fenomeni armağan etmiş bu adamın yeteneğini sorgulamak biraz haddimizi aşmak olsa da hikayeciliğine dair bir iki çift laf etme özgürlüğüne sahibiz heralde, en azından "Avatar" bu hakkı bize otomatik olarak veriyor. Cameron öyle çok çetrefilli senaryoların insanı değildi zaten bana göre. En büyük eseri olan "Terminator" seriyalinde  bile, üzerine çok şey bina edebilecek bir altyapı kurmayı başarmış olsa da, sade bir kaçma kovalamaca öyküsü anlatıyordu. Bu yargıya "Aliens" da dahil edilebilir.  "Titanic" zaten batan bi gemi fonunda geçen, bizim yeşilçam filmlerinden geri kalmayan bir zengin kız-fakir oğlan öyküsüydü. "Avatar"da anlatılan hikaye ise sade ve basit değil, resmen klişe. "The Last Samurai"ı Japonya'dan al Pandoraya koy, öyle bir durum var ortada. Filmin kör göze parmak çıkış noktası olan Amerika kıtasının istila edilmesi yada Irak işgali hadisesi, hem tarihi gerçekler itibariyle, hem de metafor olarak sayısız filme malzeme olmuş bi olayken bunu mavi derili, üç metrelik yaratıkların olduğu bir gezegene monte ettiğinizde çok da orjinal bişey yapmış olmuyosunuz. Şimdi ortada "Avatar" öncesini ve sonrasını anlatacak yeni projelerin söylentisi dolaşıyor. Bu noktada öngörüde bulunmak çok zor olmasa gerek. Filmin prequeli muhtemelen avatar sakinlerinin son derece barışçıl bir o kadar da kendi hallerinde yaşantılarını anlatırken, biz insancıkların mevcut gezegenimizin canına okuyup bir nevi ikinci orta çağ dönemine kendimi sokmamızı takiben içine edebileceğimiz yeni bir kara parçası arayışımızı konu edinir. Sequel de büyük ihtimalle bu kez daha donanımlı ve dersine daha iyi çalışmış bir biçimde tekrar saldıran dünyalıların istedikleri neticeye ulaşmalarıyla son bulur. Neticide hakikat bu doğrultuda tezahür etti. Fantastik yada bilim kurgu filmler gerçek dünyaya dair realitelerin üstüne yeni bir dünya inşa edebildikleri müddetçe başarılı olabiliyorlar ve bunun yolu yağmur ormanlarını andıran bir doğal ortamda yaşamını sürdüren dinazorvari yaratıklar ve mavi-naviler tasarlamaktan geçmiyor. 


Mevzunun bir de teknolojinin putlaştırılması boyutu var tabii. Sinema dergisinin 15.yıl özel sayısında, zamanında "oyunculardan arınmış filmlerin eli kulağında, ben de böyle bir şey yapmak istiyorum" şeklinde açıklamalar yapan James Cameron'a Burçin S.Yalçın'ın getirdiği çok yerinde bir eleştiri var: "filmlerinde  'teknofobik' mesajlar vermekten sakınmayan ve insanoğluna her fırsatta bu konuda haddini bildiren Cameron'ın iş sanatını icra etmeye gelince teknolojiyi bu denli baş tacı etmesi ilginç ve ayrı bir tartışma konusu". Robert Zemeckis'in de son yıllarda performans yakalama tekniğine lüzumsuz derecede ısrarla yoğunlaşmasını da  hesaba katarsak şu soruyu sormak vacip hale geliyor: bu adamların bu vakte kadar imza attıkları en iyi filmler hangileri? "Geleceğe Dönüş" ve "Terminator". Bu filmleri üzerinden bu kadar yıl geçmiş olmasına rağmen hala aynı keyifle izlenebilir kılan şey teknik özellikleri değil, çok iyi birer hikayeye sahip olmaları ve bu hikayeleri yetkin bi biçimde perdeye aktarabilecek yeteneğe sahip insanlara emanet edilmeleri. Cameron "Terminator 2"de de o dönem için devrim niteliğinde olan özel efektler kullanmıştı, aynı şekilde Wachowski kardeşler de "Matrix" için bullet time gibi yeni ve orjinal efektler geliştirmişlerdi. Ama bu örneklerde gaye hikayenin mümkün olan en tesirli biçimde perdeye aktarılmasıydı. İşin özü de tam olarak burda yatıyor zaten. Teknolojik gelişmeler filmin öyküsüne hizmet etmeli, öyküler teknolojiye değil. Yoksa yeni oyuncaklarınızı sergileyen bi tanıtım filmi çekmekten öteye gitmemiş olursunuz ki "Avatar"daki durum bir parça böyle.


"Avatar"ın teknolojik vasıflarının bu kadar üstüne gidilmesinin arkasındaki halis niyetlerden biri, sinemaya gelen seyirci sayısını arttırmaktı. Açıkçası ortada çok da travmatik bi durum olduğunu düşünmesem de sonuçta webden film indirmenin kolay ve yaygın olması, gişe gelirlerine etki eden bir faktör. Bu manada film, topladığı ilgi kabilinde hedefine ulaşmış durumda. Sektörde de 3D kullanımını korku filmlerinin sınırından çıkarıp büyük bütçeli filmler için de uygulamaya yönelik bi eğilim oluşmuş durumda (gerçi o noktada bi kafa karışıklığı mevcut. Zira Cameron üç boyutlu kameralarla çekim yapılmasını teşvik ediyordu, ama sektöre şu an filmi 2 boyutlu çekip post-prodüksiyonda 3 boyutlu hale getirme anlayışı hakim. Mesela Tim Burton'ın yakında gösterime girecek filmi "Alice"de olduğu gibi, hatta ikisi atıştılar bu mevzu başında). Ama işin cilveli yanı, sinema seyircisini muhafaza etmek için herhangi bir gelişme kaydedildiğinde ev sineması da elini boş tutmuyor, bunu kendi mecrasına uyarlıyor vakit geçirmeden. Üç boyutlu televizyonların geliştirilmesi de bu minvalde bir gelişme. Hayatımızı daha konforlu hale getirme vaadi ve bahanesiyle önüne geçilmesi imkansız bir çığ misali hızla hayatlarımıza nüfuz eden teknoloji, tek yönlü değil gayet çok boyutlu bir biçimde gelişiyor görüldüğü gibi. Bu it dalaşının sonu nereye varır, sinemanın geleceği nereye doğru gidiyor, bir kestirimde bulunmayı ben çok güç buluyorum açıkçası. Sinema salonları hep özel mekanlardır benim gözümde, film izlemeyi daha güzel hale getiren, kendilerine özgü bir atmosferleri olduklarını düşünürüm. Ama ortaya izlenecek bişeyler koyulduğu müddetçe, hangi mecrada sunulduğunun çok da önemi yok galiba. Bu bağlamda "Avatar"ın gösterdiği gayret anlamlı olsa da uzun vadede etkisini sürdüreceğinden şüpheliyim.

"Avatar" sinemada bir milat olarak tasarlandı. Yönetmenin kendi ifadesiyle "...benim kuşağım '2001'i, benden sonraki kuşak 'Star Wars'ı izlediğinde yaşadığı deneyimin bir benzerini günümüz seyircisine yaşatmak istiyorum". Fakat muadili olarak gördüğü bu filmlerin sahip olduğu sinemasal meziyetlere sahip bir film değil "Avatar". Bu sebeple mevcut popülerliğinin rüzgarıyla ilerleyen, layık olduğundan fazla kıymet biçilen bir yapım. Bir on yıl, yada yirmi yıl sonra bu filmlerle aynı kategoride anılacağını zannetmiyorum, daha ziyade anılmaması gerektiğine inanıyorum. Zaman en iyi hakem, neye hükmedecek bekleyip göreceğiz.