"Dishonored"ın dünyasını oluşturan Dunwall, Steampunk denildiğinde akla gelebilecek ideal örneklerden biri. 19. yüzyılın sonları ile 20.yüzyılın başlarındaki Londra ve Edinburgh şehirleri model alınıp John Atkinson Grimshaw, Giovanni Canal ve Gustave Doré gibi ressamların eserlerinden de faydalanılarak tasarlanan şehir, dar ara sokakları ve yüksek binaları ile oyuncuya Viktoryen dönem Britanya'sı hissiyatı vermeyi başarıyor. Öte yandan 18. yüzyıl teknolojisi akılda tutularak hazırlanmış raylı taşıma sistemleri, şehrin güvenliğinden ve bir nevi temizliğinden sorumlu Tallboy adı verilen yüksek bacaklı mekanik araçlar, şehri bölümlendirmeye yarayan ve izinsiz geçemeye çalışanları parçalara ayıran "ışık duvar"ları gibi özellikleriyle de ait olduğu türün gereklerini yerine getirmekten de geri kalmıyor.
Temel ayırıcı özelliğini ve açıkçasını cazibesini bu anakronistik ve retrofüturistik hususiyetlerinden alan Steampunk janrı genel itibariyle -adıyla da müsemma bir şekilde- buhar gücünün şehirlerin sanayi devriminde temel yakıt olarak kullanıldığı ve teknolojinin esas itici gücü olduğu bir dünya tasarlar. "Dishonored" bu alanda kendini biraz ayrıksı bir konuma yerleştirip güç kaynağı olarak balina yağının kullanıldığı bir dünya yaratıyor. Bu durum bir liman şehri olarak tasarlanmış Dunwall'ın kültüründe balina avcılığını da önemli hale getiriyor ve oyun boyunca okuma imkanı bulacağınız bir çok tekst de bu konu üzerine yoğunlaşan kaynaklar oluyor. Oyunun tasarımcıları arasında oyunu "whalepunk" olarak tanımlayanlar da olmuş bu sebeple.
Diğer taraftan genelde insan potansiyeline ve yaratım gücüne olan inanç temel alınarak ortaya çıkmış bir tür steampunk ve haliyle belli bir iyimser bakış açısını da beraberinde getiriyor bu durum, o yüzden realizmden ziyade serüven duygusuna daha çok hitap eden bir akım olduğu söylenebilir. "Dishonored" bu noktada da türün kalıplarıyla bir nebze oynamayı başarıyor zira Dunwall, balina yağının gücü keşfedildikten sonra kısa sürede silah yapımına kanalize edilmesi neticesinde gücü elinde toplamaya teşne karakterlerin türediği ve politik yozlaşmanın gırla gittiği bir şehir. Farelerin yaydığı bir vebanın şehri vurması bu durumu daha da kötüleştiriyor zira teknolojik gücü elinde bulunduran aristokrat kesim kendilerini tallboylarla ve ışık duvarlarıyla korunan bölgelerde izole etmeyi başarırken alt tabaka insanları diğer bölgelerde kendi kaderlerine terketmekten imtina etmiyorlar.
Biz de kahramanımız Corvo Attano vesilesiyle hikayeye bu noktada dahil oluyoruz. Majesteleri İmparatoriçe Jessamine Kaldwin'in (April Stewart) verdiği bir görevden dönen Corvo kendisini ziyareti sırasında saldırıya uğruyor ve gözlerinin önünde kraliçe öldürülürken kızı Emily (Chloe Grace Moretz) de kaçırılıyor. İhale üzerine kalan Corvo hücresinde infaz edilmeyi beklerken liderliğini Amiral Havelock'un (John Slattery) yaptığı kraliçeye sadık bir grup tarafından hapishaneden kaçırılıyor ve bu ekibin yardımıyla kendisini pusuya düşürenlerin peşine düşüyor.
Oyunun mekaniklerinin hikaye nezdinde tedarik edicisi olarak görebileceğimiz Outsider (Billy Lush) ile tanışmamız da bu noktada gerçekleşiyor. Bu karakterin verdiği damga sayesinde Corvo'yu çeşitli güçlerle donatma imkanı yakalıyoruz ama bu güçleri aktive edebilmemiz için oyun süresince rune peşinde gezmemiz gerekiyor. Bu runelar vesilesiyle yeni güçler edinmenin yanında mevcut olanları upgrade etme şansına da sahip oluyoruz. Aktive edilmiş olsalar bile güçleri kullanabilmek için belli bir mana seviyesi gerekiyor, bunun yolu da mana iksirleri içmekten geçiyor. Sağ elimizle kılıcımızı kontrol ederken sol elimizle de ateşli ve oku silahları ya da edindiğimiz güçlerden bir tanesini kullanabiliyoruz. Bu donanımlar vesilesiyle verilen görevleri bir çok farklı şekilde ve kimselere yakalanmadan tamamlamak mümkün. Tabii ki bu kafa-göz dalmaya nispetle daha fazla vakit alan bir süreç ama aynı zamanda bunu becerebilmek için farklı çözümler bulmaya çalışmak daha ödüllendirici bir oyun deneyimi vaat ediyor. Oyun da zaten sizi bu doğrultuda yönlendiriyor zira çok cana kıymayıp fazla kaosa sebebiyet vermezseniz hem oyun içinde daha fazla vebalıyla ya da hastalık saçan fareyle muhatap olmak gibi hikayeye yedirilmiş sıkıntılarla uğraşmak durumunda kalmıyorsunuz hem de hikaye daha pozitif bir şekilde nihayete eriyor. Tabii benim bunlara vaktim yok deyip ortalığı toza dumana katmanız da mümkün, ben ilk seferinde gizliliğe odaklı bir şekilde oynadım ama ikincisinde tümüyle kaosa ağırlık verdim, ikisinden de keyif aldım. Bir kere alıştıktan sonra oynaması çok keyifli mekanikleri var "Dishonored"ın.
Oyun boyutuyla vazgeçilmez olsa da hikaye bazında varlığı biraz eğreti duran bir karakter Outsider. Tüm doğaüstülüğü bu karakterin Politik tonları ağır olan böylesi bir hikayede yegane işlevi oyunu oynayabilmemiz için bize ihtiyaç duyduğumuz güçleri vermekten öteye gidemiyor maalesef, oyunun tasarımcıları karakterin ve mitolojinin altını yeterince dolduramıyorlar. Sadece o değil, onun ile bir şekilde etkileşime geçmiş Daud (Michael Madsen) ve Granny Rags (Susan Sarandon) için de geçerli bu durum. Zaten hikayenin bu ayağını mümkün olduğunca kısa sürede geride bırakarak kraliçenin ölümünden sorumlu olanları tek tek etkisiz hale getirmeye ve bu süreçte prenses Emily'yi de içinde bulunduğu esaretten kurtarmaya odaklanıyoruz. Bu son söylediğimizi gerçekleştirmemiz çok vakit almıyor, mevcut hükümetin mensuplarını elimine edişimiz de umulandan daha kısa sürede gerçekleşiyor. (SPOILER) Bu noktada Havelock'un Kraliçe'ye sadakatten ziyade yönetimi ele geçirme motivasyonuyla harekket ettiğini ve Corvo yu da bu amaç doğrultusunda kullandığını öğreniyoruz ve oyunun geri kalanı bu sefer Havelock'un hakkından gelmeye çalışmakla geçiyor.
Oyuna dair 3 tane DLC çıkmıştı 2013 dolaylarında. Bunlardan ilki "Dunwall City Trials" herhangi bir hikaye içermeyen, tümüyle oyun odaklı bir paketti. Ben oynamadım, o yüzden ne derece başarılıdır bilemiyorum. Hikaye bazlı ilk paket olan "Knife of Dunwall", Corvo'da sahip olduğumuz güçlerin biraz değiştirilmiş versiyonlarına sahip olan, Outsider'ın damgaladığı bir başka suikastçi Daud'un merkezinde olduğu bir hikaye anlatıyor. Ana oyunun hikayesiyle paralel ilerleyen ve oyuna birçok atıf yapan pakette kraliçeyi kendi elleriyle öldürüp suçu Corvo'ya atan suikastçi örgüt "Whalers"ın lideri olan Daud, bu durumdan nedamet duyarak kraliçenin ölümünün arkasında kimin olduğunu araştırmaya koyuluyor ve yolu ikinci oyunda daha da yakından tanıma olanağı bulacağımız Delilah ile kesişirken gene ikinci oyunun ana karakterlerinden olan Billie Lurk ile de ilk kez burada karşılaşmış oluyoruz. Normalde tek bölüm olarak tasarlanmışken sonradan ikiye bölünen hikayenin ikinci ayağını oluşturan "Brigmore Witches"da da Daud Delilah ile yüzleşip prenses Emily'ye zarar vermesinin önüne keçerek tüm hikayeyi tetikleyen günahının bir nevi kefaretini ödüyordu. Daud'un burdaki hikayesinin sonu ana oyunda Corvo tarafından infaz edilip affedilmesine göre belirleniyor ki Daud'un iki seçenekle de problemi yok.
"Dishonored" her şeyden önce oynaması keyifli, mekanik boyutuyla "iyi" bir oyun. Fakat bu kalitesini etkileyici bir dünya tasarımıyla da perçinlemeyi başaran da bir oyun. Tercih edilen görsel yaklaşım özellikle karakterlerin yüz yapıları bazında ilk başta biraz yadırgatıcı gelse de çok geçmeden kendiniz bu yıkımın eşiğine gelmiş güzel şehrin hastalıklı sokaklarında ölüm meleği gibi dolaşmanın keyfini alırken buluyorsunuz. John Slattery, Lena Headey, Brad Dourif, Susan Sarandon, Michael Madsen ve Chloe Grace Moretz'in başını çektiği seslendirme kadrosu biraz daha canlı performans sergileyebilir miydi diye düşünüyor insan ama gene kağıt üstünde şık bir ekip oluşturdukları gerçek. Göz ardı etmesi kolay olan ufak tefek kusurlarına rağmen son 10 yılın en iyi oyunlarından birisi Dishonored", hala bir şans vermeyen varsa mutlaka ilk iş bu oyunu ziyaret etmeli.