Halihazırda üzerine gerektiği ölçüde eğilinmemiş tarihsel trajedilerden biri olan Bosna Savaşına ilişkin son dönem yapımlarından birisi The Whistleblower. Fakat savaş esnasında değil sonrasında bir zaman dilimi için mesken seçiyor Bosna'yı, ama savaşa yönelik hususiyle batı ülkelerinin başını çektiği küresel aymazlığı düşününce, bu filmin içeriğiyle Bosna trajedisine ilişkin filmler arasında tematik bir bağ olduğu söylenebilir.
İlk yönetmenlik denemesine imza atan Larysa Kondracki'nin elinden çıkma Kanada-Almanya ortak yapımı bu film, Kathryn Bolkovac isimli Bosna'daki barış gücünde görev yapmış eski bir polisin gerçek hikayesinden uyarlanmış. BM ile kontratlı olarak savaş sonrası Bosna'da güvenliği üstlenen DynCorp isimli şirket bünyesinde çalışan birçok güvenlik görevlisinin insan kaçakçılığı ve fuhuş suçuna bulaştığını keşfeden Bolkovac, durumu yetkililere bildirmeye yeltense de böylesi bir skandala şirketin isminin karışmasını istemeyen üst düzey yöneticilerce kontratına son verilmiş. Sonrasında basın yoluyla olayların duyulmasını sağlayan Bolkovac'ın ihbar ettiği birçok görevli, her ne kadar istifa etmek durumunda kalsalar da uluslararası dokunulmazlık statüsünde oldukları için itham edildikleri suçların hiçbirinden yargılanmamışlar. Bu çok bilinmediği ölçüde vurucu öyküyü peliküle aktaran The Whistleblower, öncelikle Bolkovac'ı Bosna'ya gitmeye sevkeden nedenler üstünden filme giriş yapıyor. Kızının velayetini eski kocasına kaybeden Bolkovac'ın onlara yakın bir yere taşınabilmesi için paraya ihtiyacı var ve Bosna işi tam bu noktada devreye giriyor. İlk zamanları bölgenin şartlarına uyum sağlamakla geçiren Bolkovac, fuhuş merkezi olarak kullanılan bir barın rüşvet yoluyla kayırıldığını ve işletmecilerin serbest kaldıklarını görmesi üzerine araştırmalarını derinleştiriyor. İlerleyen zamanlarda, içinde üst düzey BM yöneticilerinin de olduğu uluslararası bağlantıları olan bir örgütlenme olduğunu keşfeden Kathryn, bu şebekenin ağına düşen bir iki kızı kurtarmaya çabalasa da tek başına durumla baş edemiyor, yardım etmeye çalıştığı kızlar da kurtulmaya çalışmanın bedelini çok ağır biçimde ödüyorlar zaten.
Kondracki'nin yönetmenliğinin en takdire şayan tarafı ele aldığı can yakıcı konunun can acıtıcı taraflarını tasvir etmekten çekinmezken bunu çok çiğ bir biçimde göstermekten ziyade ima yoluyla seyirciye aktarma yolunu seçmesi ki bu vesileyle seyircinin içini kaldrımadan rahatsız edici olmayı da başarıyor Whistleblower. Filmdeki bir karakterin tabiriyle "savaşın orospuları" olan talihsiz genç kızların trajik hikayeleri geride bıraktıkları ailelerin üzerinden de anlatılarak dramatik yönü pekiştirilmiş. Öte yandan dokunulmazlık gibi bir kılıfın koruması altına alınan güç ve yetki sahibi bir insanın, eylemlerinin sonuçlarından sorumlu tutulmadığı, güven içinde ve her istediğini yapmakta özgür olduğu bir ortamda neler yapmaya muktedir olduğunun da ibretlik bir örneğini sergiliyor The Whistleblower. Korunmaya muhtaç insanları kollamakla yükümlü BM yetkililerinin, bu insanların ırzına geçmekle kalmayıp aynı zamanda onların pazarlanmasına peşkeş çekerek bu kirli çarktan nemalanmalarını da hikayesinin eksenine yerleştirmeyi başaran yönetmen Kondracki, bu noktada sözünü sakınmayarak politik doğruculuğun konforlu sularına hiç girmiyor ve vicdanlı ve delikanlı bir sanatçı duyarlılığı göstermeyi başarıyor.
Başroldeki Rachel Weisz'e ek olarak kendisi de politik aktivistliğiyle bilinen Vanessa Redgrave (Filistin meselesinde İsrail'e sesini yükseltmeye cesaret eden birkaç insandan biridir), Monica Bellucci, David Strathairn, Nikolaj Nie Kaas, Roxana Condurache ve Anna Anissimova'yı da barındıran uluslararası oyuncu kadrosu da filmin izlenirliğini arttıran etkenlerden. Çeşitli festivallerden ödül toplamış olsa da hakettiği ilgiyi görmemiş bu az bulunur nitelikteki politik sinema örneği, hem ele aldığı konu itibariyle (seks trafiği üstüne çok da sık film yapılmıyor) hem de bu mevzuya yaklaşımıyla görülesi bir çalışma.
Kondracki'nin yönetmenliğinin en takdire şayan tarafı ele aldığı can yakıcı konunun can acıtıcı taraflarını tasvir etmekten çekinmezken bunu çok çiğ bir biçimde göstermekten ziyade ima yoluyla seyirciye aktarma yolunu seçmesi ki bu vesileyle seyircinin içini kaldrımadan rahatsız edici olmayı da başarıyor Whistleblower. Filmdeki bir karakterin tabiriyle "savaşın orospuları" olan talihsiz genç kızların trajik hikayeleri geride bıraktıkları ailelerin üzerinden de anlatılarak dramatik yönü pekiştirilmiş. Öte yandan dokunulmazlık gibi bir kılıfın koruması altına alınan güç ve yetki sahibi bir insanın, eylemlerinin sonuçlarından sorumlu tutulmadığı, güven içinde ve her istediğini yapmakta özgür olduğu bir ortamda neler yapmaya muktedir olduğunun da ibretlik bir örneğini sergiliyor The Whistleblower. Korunmaya muhtaç insanları kollamakla yükümlü BM yetkililerinin, bu insanların ırzına geçmekle kalmayıp aynı zamanda onların pazarlanmasına peşkeş çekerek bu kirli çarktan nemalanmalarını da hikayesinin eksenine yerleştirmeyi başaran yönetmen Kondracki, bu noktada sözünü sakınmayarak politik doğruculuğun konforlu sularına hiç girmiyor ve vicdanlı ve delikanlı bir sanatçı duyarlılığı göstermeyi başarıyor.
Başroldeki Rachel Weisz'e ek olarak kendisi de politik aktivistliğiyle bilinen Vanessa Redgrave (Filistin meselesinde İsrail'e sesini yükseltmeye cesaret eden birkaç insandan biridir), Monica Bellucci, David Strathairn, Nikolaj Nie Kaas, Roxana Condurache ve Anna Anissimova'yı da barındıran uluslararası oyuncu kadrosu da filmin izlenirliğini arttıran etkenlerden. Çeşitli festivallerden ödül toplamış olsa da hakettiği ilgiyi görmemiş bu az bulunur nitelikteki politik sinema örneği, hem ele aldığı konu itibariyle (seks trafiği üstüne çok da sık film yapılmıyor) hem de bu mevzuya yaklaşımıyla görülesi bir çalışma.