Bu filmin ilk duyurulduğu zamanı hatırlıyorum, heyecan yapmıştı. "Dark
Shadows" diye eski bir "gotik pembe dizi"nin filme uyarlanmasını
Burton-Depp ikilisi yapacaktı. Tanımdaki pembe dizi ifadesi garip
duruyordu ama gene de ikinci bir "Sleepy Hollow" olur mu diye de
ummuştum. Çıkar çıkmaz sinemaya da gittim izledim. "Sleepy Hollows" ile
uzaktan yakından alakası yoktu, genel olarak korku ile çok işi yoktu,
komediydi bildiğin. Hayal kırkıklığıyla ayrılmıştım salondan. Yıllar
sonra tekrar izlediğimde gördüm ki biraz fazla yüklenmişim,yersiz bir
beklentiye sokmuşum kendimi.
"Dark Shadows" zamanında yüz vermediği bir cadı (Eva Green) tarafından
lanetlenerek vampirleşen, yaşadığı kasaba halkı tarafından diri diri
gömülen Barnabas Collins'in (Depp) hem halen hayatta olup kasabayı eline
geçirmiş olan cadıdan intikam alma çabalarını hem de Collins ailesinin
hayattaki bireylerine karışarak ailenin eski saygınlığına dönmek için
uğraşmasını konu alır. Film birkaç ayrı hikayeyi paralel biçimde
anlatmaya çalışır ki bu yüzden biraz odaksızlıktan muzdariptir.
Cadı
Angelique, Barnabas'tan sonra en ilginç karakterdir çünkü Barnabas'ın
hayatını kaydırmış olmasındaki temel saik ona olan duyduğu devasa aşktır
ve 200 yıl sonra hala bir umut Barnabas'ın kendisine dönmesini
beklemektedir. Barnabas intikam hisiyle dolup taştığı Angelique'nin bu
hislerine tümüyle kayıtsız da kalamaz. Bu iki ilginç kişilik ve aralarındaki bu dinamik filmin merkezi olması gerekirken Bella
Heathcote'un canlandırdığı Victoria karakteriyle oluşturulan aşk üçgeni
hikayeye zarar verir, çünkü karakter esasında- Heathcote'un gayet
gizemli ve cool oyunculuğunun da katkısıyla- kendi draması olan ilginç
bir kişilik olsa da filmin yapısı içinde eğreti durur. Muhtemelen Tv
dizisinin uzun soluklu formatında bu tarz farklı yan hikayeler
birbiriyle güzel ilişkilendirilerek anlatılmıştır ama elde en fazla 2
saat süresi olan bir film olunca tüm hikayeleri sığdırma çabası biraz
beyhude kalır.
Collins ailesinin fertleri vardır bir de kadro kalabalığı yapan. Aileyi
eski şaşaalı günlerine getirmek isteyen anne (Michelle Pfeiffer), onun hayırsız kardeşi (Johnny Lee Miller) ve yetim oğlu, asiliğin doruklarında gezen ergen kız(Chloe Moretz), evin hademesi (Jackie Earle
Haley) ve ailenin doktoru (Helena Bonham Carter). Bunların her biri bir
iki fırça darbesiyle zenginleştirilmeye çalışılmış ama çok da
derinleştirilememişlerdir haliyle. Pfeiffer ailenin reisi pozisyonunu
gayet iyi doldurarak aralarında durumu en iyi kurtaran olur. Haley
filmin mizahında Depp'e yancı olarak yer alır ve yer yer başarılıdır
da. Moretz'in oyunculuğu da karakteri de biraz fazla yapmacıktır ama
gene de bir Helena Bonham Carter kadar yer işgal eden bir yapısı da
yoktur. Neyse ki artık Burton'la boşandılar da her filmine eş
kontenjanından girip duramayacak artık.
Orjinal dizinin hayranı olan Depp, ta 2007'de Burton'ı ikna etmiş filmi
yönetmesi için. Bu hayranlığı gösterdiği oyunculuktan da anlaşılır. Her
ne kadar başta Eva Green olmak üzere kastın diğer üyeleri ondan geri
kalmıyor olsalar da genel olarak Depp'in şovuna dönüşür film. Hikayenin
merkezinde olan karakterinin yabancısı olduğu bu zaman diliminde kendini
bulduğu garip durumlar ve bunlara verdiği eğlenceli tepkiler filmin en
güçlü yanıdır. Özellikle kamp ateşi etrafında hippilerle olan sahne gibi
bölümler insanı sesli güldürmeyi başarır. Eva Green'le olan kimyaları
da Heathcote'a kıyasla çok daha başarılıdır ki yukarıda da belirttiğim gibi
keşke film bu ikisini karakterine daha ağırlık verseymiş dedirtir. Zaten
giriş ve gelişme kısımlarını başarılı bir şekilde götürse de finale
doğru biraz kayışı koparır film, tüm hikaye damarlarını tek gecede
birbirine bağlama hamlesi filmin çok lehine işlemez.
"Half-Blood Prince" ve "Amelie"den tanıyıp sevdiğimiz Bruno Delbonnel
ilk kez bu filmde Burton ile bir araya geldi ve sonra 2 kez daha beraber
çalıştılar. "Dark Shadows" güzel resimlere sahip bir film dolayısıyla
verimli bir ortaklık olmuştur ama "Alice" filminden sonra Burton'ın
iyice abaran CGI aşkı bazı sahnelerin çok sırıtmasına sebep olur ve
filmin atmosferine zarar verir. Ayrıca Helena Carter'ın saçının cılık
rengini kabak gibi öne çıkarmak kimin fikriyse bravo demek lazımdır zira
seyirciyi sahneden koparmak için birebir olmuştur.
Burton'ın Depp ile yaptığı son film olma niteliği taşıyan "Dark Shadows" yönetmenin filmografisi içinde düşüş döneminin ögelerinden biri kabul edilir genel olarak. Biraz haksız bir yaklaşım çünkü sevilecek birçok özelliği var filmin. Ama 90'larda birçok klasiğe imza atmış, 2000'lerde de ara ara kalburüstü işler çıkarmayı başarmış yönetmenin artık o günleri geride bıraktığı konusunda da herkes hemfikir gibi. Son 10 yıl içindeki en iyi filmi olan "Frankenweenie"nin kendi filminin yeniden çevrimi olması bu durumu gayet iyi özetler aslında. Kim bilir belki önümüzdeki seneler eski formunu yakalar ve yepyeni bir klasikle karşımıza çıkar Burton ama o zamana kadar "Dark Shadows" gibi kusurlu ama yetkin filmlerle karşımıza çıksa da kafi bence, her halükarda "Dumbo"dan iyidir çünkü.