"Noah" aslında Darren Aranofsky'nin ilk işi "Pi"den sonra aklına düşen projelerden biriymiş. Fakat senaryonun oluşturulması bir hayli zaman almış zira baz alınan İncil'de çok da detaylı anlatılan bir öykü değilmiş "Nuh'un Gemisi". Kitapta yer alan tufandan sonra Nuh'un sarhoş olması ve oğluyla kavga ettiğine dair bir ifadeden filmin dramasını oluşturmaya karar veren Aranofsky, "Fountain", "Wrestler" ve "Black Swan"ın senaryosunu beraber yazdığı Ari Handel'in yardımıyla tamamlayabilmiş senaryoyu. Sonrasında filmi finanse edebilmek için öyküyü öncelikle çizgi roman formatında piyasaya sürmenin akıllıca bir yöntem olacağına kanaat getiren ikili, Kanadalı çizer Nico Henrichon'un katkısıyla "Noé: Pour la cruauté des hommes (Noah: For the Cruelty of Men)" isimli Fransızca grafik romanı 2011'de yayımlatmayı başarmış ve hakikaten de bunun sonrasında film için 130 milyon dolarlık bir bütçeyi kapmayı başarmışlar.
Nuh'un (Russell Crowe) çocukken babası Lameh'in (Martin Csokas) Tubal-Cain (Ray Winstone) tarafından katledilişi ile açılan film, kısa sürede yetişkinliğine ve kurduğu aileye geçiş yapıyor. Tubal-Cain kaynaklara göre esasında Kabil'in soyundan geliyor ve Adem'in diğer oğlu Şit'in soyundan gelen Nuh'un kayın biraderi esasında ama filmde bunun bahsi geçmiyor hiç. Bir süre sonra yaklaşan bir tufanla ilgili rüyalar görmeye başlayan Nuh, büyükbabası Metusalah'a (Anthony Hopkins) danıştıktan sonra tufanı atlatabilmek için geminin inşasına başlıyor.
Öncelikli fikri yaşayan tüm canlılardan bir erkek biri dişi olmak üzere birer çift barındırmak olan Nuh hikayenin ilerleyen noktalarında insanlığın kötücül doğası nedeniyle ikinci bir şansı haketmediğine ve her ne kadar gemide yer alacak olsalar da kendi ailesiyle birlikte tüm insan soyunun yok olmasının yaratıcının esas dileği olduğuna kanaat getiriyor. Bu kararı oğullarından Ham (Logan Lerman) tarafından haliyle çok da sıcak karşılanmıyor çünkü her ne kadar kısır da olsa ağabeyi Sam'in (Douglas Booth) bir eşi var; Ila (Emma Watson). Dolayısıyla ömrünün geri kalanını yalnız bir şekilde sonunu bekleyerek geçirmeye çok da sıcak bakmıyor haliyle. Tufan olduğunda babasının 600, büyük büyük babasının da 900 küsur yaşında olduğunu düşününce hak vermemek elde değil. Bu sürtüşmenin neticesinde Nuh Ham'in kendisine için seçtiği Nael'in (Madison Dvenport) geride kalmasına vesile olurken Ham da gemiye bir şekilde binmeyi başaran Tubal-Cain'in varlığını babasından gizliyor. Tufan gerçekleştiken sonra kısır Ila'nın çocuk sahibi olması Nuh'u bu yeni canları bağışlamak ya da boğazlamak yönünde bir karara zorluyor ama nihayetinde Yaradanın adaletinden ziyade merhametine sığınıp bebelere kıyamıyor. Kendisine verilen vazifeyi hakkıyla ifa edemediğine kanaat getiren Nuh'un ayyaşlığının kaynağı da bu oluyor.
Tüm tufan hikayesinin özü Tanrı'nın eserlerinden duyduğu memnuniyetsizlikten ötürü herşeye reset atması fikrine dayalı. Fakat bu mesajı açık bir şekilde idrak etmesi mümkün olmayan Nuh'un insanlığın kaderini ellerinde tuttmasının oluşturduğu yük altında ezildiğini, ya da en azından çok zorlandığını varsaymak makul bir yaklaşım. Filmde Nuh ve ahfadının tufan sonrasında gemiye kendilerini almaları için yalvaran insanların çığlıklarını dinlemek durumunda kaldığı sahne bunu gayet güzel ifade ediyor. Aranofsky de filmin temel çatışmasının mutlak adalet mi yoksa merhamet mi sorusu üzerine kurulu olduğunu ifade ediyor verdiği röportojlarda. Tufanda boğulan insanlara karşı merhametini dizginlemeyi başaran Nuh kendi kanından ve canından olan iki bebeğe karşı aynı katı adalet duygusuna sahip olamıyor ve kendisine verilen vazifeyi başaramadığına kanaat getiriyor ama karısının da kendisine ifade ettiği gibi belki de bu merhameti gösterebilecek birisi olduğu için Tanrı tarafından seçildi kendisi.
Bu damar üzerinden ilerlediği yerlerde insanı düşünmeye zorlayan bir yapım "Noah" ama Ham'ın abaza triplerine bağlandığı yerlerde bu etkisini ister istemez kaybediyor. Kaynaklarda her bir oğulun yanlarında eşleriyle gemiye bindiği belirtilmekte, dolayısı ile Ham'in kendisini haksızlığa uğramış hissetmesi ve Tubal-Cain ile babasına komple kurması olay örgüsü tamamiyle Aranofsky'nin icadı. Yukarıda bahsettiğimiz çatışmaların altını daha da doldurmak amacıyla böyle bir yoruma gidildiği aşikar, ama gene de Tubal-Cain'in bir şekilde işlevini ifa ettiğini kabul etsek de Ham'ın etrafından dönen olay örgüsünün filmin pek de hayrına işlediğini söylemek mümkün değil. Tüm çocukları eşleriyle gösterip bu şekilde bir baba-oğullar çatışması yaratılmaya gayret gösterilseymiş çok daha verimli bir sonuç alınabilirmiş kanaatindeyim.
İçeriğine dair fikriniz ne olursa olsun görsel olarak filmin dört dörtlük olduğu su götürmez bir gerçek. Aranosky'nin sabit görüntü yönetmeni Matthew Libatique ile büyük çoğunluğunu İzlanda'a çektiği film göz alıcı bir kıyamet öncesi dünyasını sunmayı başarıyor bizlere. İlginç bir nokta da tarihin bu noktasında dünyanın taştan meleklerin cirit attığı, insanların barutu kullanabilen, belli ölçüde sanayileşmiş bir topluluk olarak yer aldıkları bir mekan olması. İlk başta insana saçma gelen ve ekranda görülenleri yadırgamaya teşvik eden bu durum mevzu bahis döneme dair tarihi bilgilerin ne denli kıt olduğu ve var olan bilgilerin çoğunun da dini kitaplardan geldiği göz önüne alındığında bir perspektife oturuyor ve yönetmenin yapmaya çalıştığı şeye anlamaya başlıyorsunuz. Belki de hakkaten insanlar ile insan dışı varlıkların bir arada olduğu bir ortam söz konusuydu. Belki de insanlık filmde gösterilenin de daha ilerisinde bir uygarlık seviyesine ulaşmıştı. Kafa yorması ve spekülasyon yapması bir hayli keyifli bir alan yakalamış olan Aranofsky belki de bütçesel kaygılarla hayal gücünü biraz dizginlemiş gibi duruyor ama gene de filmini görsel açıdan güçlü bir şekilde inşa etmeyi başarmış. Özellikle tufanın başlaması ile birlikte gelen kıyamet hissini seyirci olarak iliklerinizde hissetmeyi başarıyorsunuz.
Bu noktada yönetmene destek çıkan en önemli ismin Clint Mansell olduğunu söylemek mümkün. Aranofsky ile bu altıncı birlikteliğinde bir kez daha Kronos Quartet'e bestelerinde yer veren müzisyen yaylıların yanı sıra yeri geldiğinde etnik enstrümanların, yeri geldiğinde elektro gitar tınılarının, yeri geldiğinde de elektronik seslerin duyulabildiği, filme katkı yaptığı kadar filmden bağımsız olarak da dinlemeye teşvik eden etkileyici müziklere imza atmış. Her bir parçanın isminin incildeki pasajlardan geldiği uzunluğu neredeyse bir buçuk saate ulaşan albümün özellikle "For Seasons, and For Days, and Years", "Make Thee An Ark", "In Sorrow Thou Shalt Bring Forth Children" ve "The Judgment of Man" isimli parçaları en dikkat çekenleri.
Gösterime girdiğinde global olarak 400 milyon dolara yakın hasılat yapan "Noah" dini çevrelerin eleştirisine maruz kaldığı gibi bir çok müslüman ülkede de yasaklanmıştı. Yönetmenin görsel olarak "Fountain" ile birlikte en iddialı işi olan, o filme nazaran daha derdi anlaşılabilen bir film olsa da bunları ne denli kifayetle ifade edebildiği izleyen göre değişebilen bir yapım. Tümüyle bir başarı olduğunu söylemek mümkün değil ama kesinlikle izleyenin ilgisini çekmekte zorlanmayan bir seyirlik.