Çarşamba, Temmuz 17, 2019

The 5th Wave(2016)


 
Yeni milenyumla birlikte yıldızı en çok parlayan janr "young adult" (YA) türü olmuştur herhalde. Bu bağlamda türün en kalburüstü ve sıradışı örneği olan "Battle Royale"in 2000 yılında gösterime girmiş olması da ilginç. Tam olarak YA kabul edilmemekle birlikte "Harry Potter" serisinin popülaritesinin de sinemalarda bu tarz örneklerin sıkça başvermesinde etkili olduğu su götürmez bir gerçek.

 
YA tabiriyle burada konu etmeye çalıştığım bir şekilde kendilerini kahramanlık yapmak durumunda bulan, yeri geldiğinde ait oldukları muhiti yeri geldiğinde tüm dünyayı kurtarma yükünü üstlenen ergenleri merkezine alan hikayeler; "Harry Potter", "Hunger Games" vs. Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere tuttuğu zaman gayet iyi tutan bir formül bu. Neticede ergen dediğimiz yaşam formu tüm mahlukatın kendi ekseninde döndüğüne inanan bir canlı türü; bu inanışın sağlamasını yapan her tür hikayeyi de hap gibi yutmaya teşneler. Tabi bu her önüne geleni yiyecekleri anlamına da gelmiyor zira yukarıda saydığımız başarılı örnekler madalyonun sadece bir tarafı. Diğer tarafında da "The 5th Wave" gibi örnekler var.


"The 5th Wave". Goodreads'teki yorumlara bakılırsa belli ölçüde seveni olan bir kitap; okuyanların yalancısıyız tabi. Hollywood'un hemen dikkatini çekip yılı dolmadan film hazırlıklarına başlandığına göre var bir tabanı. Film ismini istilacı uzaylıların bunu 5 aşamada yapmalarından alıyor ki bunlardan biri de  "Invasion of Body Snatchers" misali insan kılığına bürünüp ayın oyun işlere girmek. Ordu kurmayları bu durumun üstesinden gelmek için en uygun yolun bacak kadar çocuklara askeri eğitim vererek onları sahaya sürmek olduğuna karar veriyor ve başlıyor çocuk toplamaya.

 
Chloe Moretz'in canlandırdığı Cassie'nin erkek kardeşi de kaderin ağlarını örmesi vesilesiyle kendini bu askeri kamplarda bulanlardan. Cassie ahdediyor ki kardeşini bulup geri alacak, yola düşüyor. Gene kahpe feleğin entrikacı mizacı dur durak dinlemiyor ve Cassie'nin liseden platoniği delikanlı da aynı askeri bölüğe düşüyor. Gel gör ki Cassie yollarda bir başka yakışıklıyla tanışıyor, aklı başından gidiyor, bir şekilde üç yol birleşip otobana çıkıyor vesaire vesaire...


Filmin hedef kitlesi olan demografik dilime mensup güruha mantıklı gelen bir olay örgüsü olabilir bu ama bir yetişkin için tüfek kadar boyu olmayan çocuklarla dolu bir ordunun uzaylılarla savaşmak için eğitilmesi olgusu o kadar saçma ki. Günümüzdeki çocuk asker olgusuna dair bir alt metin falan mı geliştirmeye çalıştılar diye bakıyorsunuz yok. Film kendisi de bunun saçma bir fikir olduğunu bir noktada kabul ediyor zaten ama o noktaya gelen kadar hiç mi "ya bu nasıl iş" diyen çıkmadı düşüncesi de beyninizde yerini yapıyor. 
 
 
 
Hadi beyni dinlenmeye aldık, sadece keyfine izleyelim deseniz bile elde avuçta bir şey yok. Büyük bütçeli filmlerin bir çoğuna kalemi bir şekilde değen, Hollywood'un senaryo fahişelerinden Akiva Goldsman'ın yanında Susannah Grant ve Jeff Pinkner gibi isimlerin olduğu senaryo o kadar özensiz, en ufak bir yaratıcılık emaresi göstermeyen bir yapıda ki acaba bunu bir yapay zekaya falan mı yazdırdılar acaba diye sorası geliyor insanın. Becerikli bir yönetmenin elinde kötü senaryodan seyredilebilir filmler çıktığı görülmemiş şey değil, ama bunu yapabilecek kişinin J Blakeson ismindeki -artık o nasıl isimse, ebeveynleri adını JarJar falan mı koydular nedir- şahıs olmadığı da aşikar. Filmin yapımcısında bile en ufak bir gayret yok; insan uzaylı istilası anlatan bir filmi 40 milyon dolara yapmaya kalkar mı, uzaylının u'su gözükmüyor, tek tük bir iki efekt var onlar da Allahlık.

Chloe Moretz bu filmin akabinde bir süre yeni projede yer almayacağını açıklamıştı. Şayet kariyerime Martin Scorsese'ler Tim Burton'larla başlayıp kendimi bu filmde bulsaydım ben de bir  sorardım nereden geldim nereye gidiyorum diye. Hoş sonrasında da kimsenin varlığından haberi olmadığı indie filmlere verdi kendini ya neyse, o ayrı bir konu. Kendisinde yaş ilerledikçe bir yetenek gerilemesi gibi bir durum gözlemlemek de mümkün, buradaki niteliksiz materyale bağlamak da ama neticede filmde bir karakteri canlandırmadığı sadece "rol kestiği" her bir karede acı verici bir şekilde belli oluyor. Karşısındakilerden Nick Robinson "The Kings of Summer"dan tanıyıp sevdiğimiz yetenekli bir genç, filmin işlevsel nadir ögelerinden biri aynı zamanda. Hakeza Alex Roe'da her ne kadar ilk bakışta biraz itici bir görüntü verse de elinden geleni yapmış. Liev Schreiber kalibresindeki bir karakter oyuncusunun burada ne aradığı sorusu insana üzüntü verse de en azından Maika Monroe ve Maria Bello'nun göz kanatıcı oyunculuklarına maruz kaldıktan sonra kendisini izlemek bünyeye iyi geliyor. Allah film işine giren herkese yetenekli tiplerle çalışmayı nasip etsin. Amin.