Perşembe, Nisan 12, 2018

Throwback Ten: Street Kings - David Ayer


90'larda üstat James Ellroy'un elinden çıkma bir senaryoymuş aslında "Street Kings". Bugüne kadar modern zamanlarda geçen bir hikaye yazmamış olan yazarın bu öyküsü de 50'lerde geçiyormuş esasında. Sonradan bir hayli gezinip çeşitli senarist ve yönetmenlerin elinden geçen senaryo bir şekilde David Ayer'in kucağına düşmüş ve o da kendince modernize etmiş. Senarist-yönetmenin senaryosunu yazdığı "Dark Blue", "Training Day", "S.W.A.T." gibi filmler ile aynı damardan ilerleyen bir yapım zaten. Dedektif Ludlow (Keanu Reeves) kanuni olup olmadığına bakmaksızın uyguladığı yöntemlerle sonuca giden bir polis. Bunu yapabilmesinin temel sebeplerinden biri de bağlı bulunduğu birimin başı Wander'in (Forest Whitaker) birimindeki polislere aşırı şekilde sahip çıkması. Tabii bu durumun teşkilat içinde rahatsız ettiği birçok kişi var ve bunlardan biri de Ludlow'un eski ortağı Washington. İçişlerinden Biggs'in (Hugh Laurie) ex-ortağı vesilesiyle kendisini soruşturduğunu Wander'dan öğrenen Ludlow, Washington'ın ağzını burnunu dağıtmak için gitttiğinde adamın gözü önünde taranmasına şahit oluyor. Başına bela olacağı kesin olan bu adamdan kurtulmuş olması içini rahatlatacağı yerde Ludlow vicdan yapıp soruşturmayı yürüten Diskant (Chris Evans) ile birlikte baş şüphelilerden birisinin kendisi olduğu bu cinayeti araştırmaya koyuluyor. İşin ardını biraz kurcaladğında da mevzunun beklediğinden çok daha derinlere gittiğini zamanla idrak ediyor tabi.


Artık maalesef eskisi kadar sık rastlamadığımız "yozlaşmış polis" filmlerinin sağlam örneklerinden birisi "Street Kings". Ellroy'un tercih ettiği zaman dilimine ait olmasa da onun kitaplarında karşımıza çıkabilecek karakterler filmdekilerin hepsi; ya tamamen ya da kısmen pisliğin içine batmış, işin ucunda para olduktan doğru ile yanlışı birbirine bulamaç etmekten çekinmeyecek bir sürü adamın arasında esasında birçok yönlerden farkı olmayan ama içindeki vicdan kırıntısından tümüyle de kurtulamamış bir anti kahraman. Ludlow içine düştüğü komplonun ayrıntılarını yavaş yavaş çözmeye başladıkça yaptığı birçok yanlışı aklamayacak olsa bile en azından bu mevzuda doğru olanı yapmak konusunda kararlı bir adam. Bu yolda doğru bildiği bir çok şeyin yanlış olduğunu, dost bildiklerinin düşman düşman bildiklerinin de esasında dostu olduğunu anlıyor hikayenin sonunda. Aynı zamanda yanlışlarla dolu bir adam olmasının buradaki haksızlığı çözebilmesinde başat faktör olmasının yanı sıra kendisini başkalarının yanlışlarını kapatmak için kullanacakları en uygun isim haline getirdiğini de idrak ediyor.


İkinci yönetmenlik denemesinde Ayer görsel olarak çok da bir şey sunamayan, düz bir anlatıcı olduğunu gösterse de anlattığını dünyanın detaylarına ve karakterlere hakim olduğunu hissettiriyor seyirciye. Hikaye örgüsünün kilit noktalarını kademe kademe seyirciye ifşa etmesi ve öyküsünün ritmini kontrolü takdire şayan. Örtülü ırkçılıklarından tut kullandıkları dile kadar karakterlerini otantik bir biçimde portleyebiliyor da, içinde bulunduğumuz ultra-pc dönemlerden bakınca ferahlatıcı bir hususiyet bu.  Zaten gene bir polis öyküsü olan bir sonraki filmi "End of Watch" ile kariyerinin en övgü dolu işine imza atması bu alanda işini iyi bildiğine bir dalalet. Filmografisinin sonraki örnekleri ile polisiye dışında başka sulara yelken açan ve değişken bir başarı düzeyi yakalayan Ayer en azından filmlerini şık bir oyuncu kadrosu ile doldurmakta başarılı. "Constantine"den sonra bir kez daha dallama bir karakteri canlandıran Reeves gene on numara, gerçi biraz kilo verse fena olmazmış. Captain America'lığın birkaç yıl uzağında olan Chris Evans, coolluğunu House dışında bir karakterde daha gösterme fırsatı yakalayan Hugh Laurie ver her daim iyi bir iş çıkaracaklarına emin olabileceğiniz Forest Whitaker, Naomie Harris ve Cedric The Entertainer gibi oyuncular filmi güçlendiriyorlar.


Filmi güçlendiren bir başka öge de 2013'den beri filmlerde ismini göremediğimiz Graeme Revell'in yaptığı müzikler. Elektronik bir temele dayanıyor olsa da orkestral bir his vermeyi de başaran Revell'ın film için yaptığı bestelerin sahnelere uyumu yer yer tartışmaya açık olsa da filmin dramatik altyapısını güçlendirmekte son derece başarılı olduğu da bir gerçek. Zaten çok başarılı bir genel tema müzik var, geri kalanlar da onun varyasyonları. Spotify'da rastlayamadığım albümü başka kanallardan dinleme şansı bulanların özellikle "Ludlow wakes up" ve "Street Kings X" kulak vermesi şart.