Cumartesi, Nisan 21, 2018

Ready Player One


"People stopped trying to fix problems and started just trying to outlive them."

"Ready Player One"ın esas oğlanı Wade Watts insanların karavan parklarından müteşekkil gettolarda altlı üstlü yaşadıkları 2045 dünyasını böyle tarif ediyor: "İnsanlar sorunları çözmekten vazgeçip sorunlardan daha uzun ömürlü olmaya gayret eder oldular".  Filmin tasvirini yaptığı dünya portresine cuk oturan bir laf çünkü bu cümlede ifadesini bulan bezginliğin getirdiği aymazlık, insanların sanal gerçeklik alemi "Oasis"i gerçek dünyaya tercih etmelerine sebep olan temel saik. Tercihten de öte, burayı adeta bir vatan belleyerek can siperane bir biçimde savunuyorlar çünkü Oasis'in kurucusu James Hathaway'in ölmeden önce oyunun içine 3 adet anahtar gizlediğini ve bunları ele geçiren oyuncunun oyunun tek hakimi olacağını açıklamasıyla başlayan easter egg avının en yaman katılımcılarından biri IOA isimli bir teknoloji şirketi ki Oasis'in bunların kontrolü altına geçmesi demek bir nevi Oasis'in bitişi demek. Onların karşısında durmaya cesaret edebilen direnişçilerin ihtiyacı olan kurtarıcı rolü de yeni yetme Wade oluyor tabi haliyle.



Naif iyimserliğiyle bilinen ve en karanlık filmlerinde bile bu yanından izler bulunan Spielberg için hikayenin niye ilgi çekici geldiğini anlamak çok zor değil. Aşılması imkansız görünen engellere ve kötü kişilere karşı bir kişinin bile dik durmasının fark yaratabileceğinin hikayesi film temel olarak ve bu yönüyle politik bir duruş olarak da görmek mümkün. Filmin karanlık gelecek tasvirini Trump yönetiminin Spielberg'in de aralarında bulunduğu Amerikan liberalleri arasında yarattığı kaygının bir iz düşümü olarak okursak Wade ve arkadaşlarının başlattıkları mücadeleyi de dikta eğilimli kontrol odaklarıyla mücadele için hiç bir zaman geç olmayacağı yönünde bir mesaj olarak algılamak mümkün kanımca. Özgürlük mücadelesinin sanal bir platform üzerinden yürümesi de bu noktada biraz ironik çünkü günümüz global politik ortamında otoriter eğilimli yönetimlerin avam nezdinde daha kabul görür hale gelmeye başladıklarını söylemek mümkün. Realite böyleyken Spielberg'in nezdinde liberal dünyanın "Ready Player One" gibi özgürlük mücadelesi öyküleriyle kendilerini iyi hissetmelerinin sağlanması ve bir nevi umut ortamının tesisi, filmde Wade ve arkadaşları için umudun olduğu tek yer olan anti-realite Oasis adına savaşılıp kazanılması üzerinden karşılık buluyor. Filmin finalinde verilen gerçekliğe sırtını dönerek sanallığa sığınmanın akılcıl olmadığı çünkü sanal olanın gerçek olanın yerini hiç bir zaman tutamayacağı mesajı, bu tarz kaçış öykülerinin insanlara kendilerini iyi hissetme olanağı verseler bile asıl mücadele edilmesi gereken yerin dış dünya olduğu yönünde bir vurgu olarak okumak mümkün belki de.


"Ready Player One"ın hem en temel cazibesi hem de en çok eleştirilen yanı nostaljiklik üzerine yaptığı vurgu oldu. 90'lar ve 2000'lerden figürler de yer alsa da ağırlıklı olarak 80'li yıllarda popüler kültürde iz bırakmış "A Takımı"nın karavanından tutun da Chucky'ye kadar birçok imgeye Oasis'te rastlamak mümkün, hepsini saymaya çalışmak beyhude bir çaba resmen. 80'ler popüler kültürünün 60 yıl sonra geçen bir hikaye için nostalji malzemesi addedilmesi ilk bakışta biraz mantıksız dursa da Oasis'in mimarı Halliday'in çocukluğunun bu döneme tekabül etmiş olması bu durumun sebebi olarak gösteriliyor. Özellikle 2010'dan sonra Hollywood'da bu 80'ler saplantısı iyice belirgin hale geldi, hatta son bir iki yıldır bu durumun 90'lara da sirayet etmeye başladığını gözlemler olduk. Burada çok da anlaşılmayacak bir şey yok gerçi, filmin uyarlandığı kitabın yazarı Ernest Cline gibi günümüzün faal bir çok hikaye anlatıcısı çocukluğu 80'lere tekabül eden kişiler, dolayısıyla hikayelerine referans olarak o dönemi seçmelerinde çok da şaşılacak bir şey yok. Tartışılabilecek nokta, her hikayenin bu nostalji eğilimine müsait yeri olup olmadığı hususu. Örneğin "Strenger Things" hem 80'lerde geçen hem de 80'lerde çekilmiş filmleri andıran bir hikaye örgüsüne sahip yapısıyla öykündüğü döneme bir saygı duruşunda bulunmakla kalmayıp aynı zamanda döneme dair nostaljik unsurları hikayesine yedirmeyi başarabilen bir örnek. Öte yandan "Ready Player One"ın aynı yetkinliğe sahip olduğunu söylemek güç. Çocukluğu 90'larda geçmiş biri olsam da 80'lerin filmleriyle büyüdüm, dolayısıyla bu filmin temel hedef kitlesi arasında yer alıyorum, buna rağmen filmin nostalji bombardımanın bende duygusal bir karşılık yarattığını söylemem mümkün değil çünkü filmde yer alan 80'ler vurgusunun yukarıda verdiğim "Stranger Things" örneğinde olduğu gibi bir organikliği yok. Gelecekte geçen bir hikayenin şimdinin 30 yıl gerisine referans yapması bir yana, tüm o referans ve göndermeler anlatılan hikaye yapısı çerçevesinde güzel görseller sunmak dışında bir şeye hizmet etmiyorlar. 80'lerin kendisinden ziyade 80'ler nostaljisine bir güzelleme haline gelmiş "Ready Player One".


Kariyerinin bu noktasında Spielberg'in kötü bir film çekmesi bence imkansız ama yer yer  çok da ilgi çekici olmayan filmlere imza attığı oluyor. "Ready Player One"ın bu kategoride olduğunu söylemek haksızlık olur ama ciddi derecede yakınlaşmıyor da değil. 2,5 saate yaklaşan süresi filme zarar veriyor her şeyden önce, daha rafine kurgulanmış olsaydı çok daha yoğun ve tesirli bir deneyim olabilirmiş. Hikayedeki karakterizasyonlar yavan kalmış, filmin kötü adamı olan IOA ve yöneticileri karikatür derecesinde derinlikten yoksunlar, ki artık bu günümüz popüler sinemasında kronik bir problem haline gelmeye başladı. İyi karakterlerin de onlardan çok geri kalır yanı yok, herhangi birini seyirci olarak umursamamız hususunda çok tembel film, haliyle elimizde kalan zorlama romantik yakınlaşmalar  ve normal şartlarda bizi gaza getirmesi gerekirken nihayete erdiğinde anca gaz yapabilen bir direniş öyküsü oluyor. Çocuk yaşta "Mud" gibi filmlerde döktürmüşlüğü olan Tye Sheridan, minikken devasa işler çıkartıp serpilip büyüdükçe çaptan düşen çocuk yıldızlar (bkz. Haley Joel Osment) kervanına katılmaktan uzak görünüyor ama artık elindeki materyal kısa geldiğinden heral hiç akılda kalıcı bir performans gösterememiş. Onun karşısında Olivia Cooke yer aldığı her işe ışığını taşıyabilen bir aktris,burada da durum değişmemiş. Bunlar dışında Ben Mendehlson ve Mark Rylance her zamanki gibi sevimsiz, Simon Pegg de her zamanki gibi sevimli oyunculuklar sergilemişler. Oyuncuların dijital avatarları fragmanlar itibariyle biraz "tekinsiz vadi" sendromundan muzdarip görünüyorlardı ama izlerken çok da batmıyorlar. Hatta filmdeki en başarılı performans da Oasis merkezli zati; normalde çok sevmem ama T.J.Miller I-R0k karakteriyle filmin eğlence çıtasını yükseltiyor resmen.


Biraz fazla gömer gibi olduk buraya kadar yazdıklarımızla ama kötü bir film değil Ready Player One", kötü diyeni Allah çarpar. Usta bir hikaye anlatıcısının elinden çıktığı her halinden belli olan, başından sonuna ilgiyle izlenebilen bir film. Shining sekansı gibi etkileyici bölümleri de mevcut. Politik tonlamaları da çok kör göze parmak değil, tahammül edilir düzeyde. Fakat Spielberg kalibresini standart aldığımızda yönetmenin akılda kalan işleri arasında yer almayacağı kesin gibi görünen, çerezlik bir eğlencelik. Çerezlik eğlencenin kralını bugüne kadar defalarca yapmış bir adam olunca direksiyonda insan ister istemez biraz daha beklentiye giriyor, da artık kısmet başka filmlere.