Salı, Nisan 24, 2018

I Love You, Daddy


Televizyon dünyasında isim yapmış bir yazar, Glen (Louis C.K.). Onun dünyadan bir haber ergen kızı China (Chloe Moretz). Glen'in hayranı olduğu olduğu, ergen kızlara ilgisiyle bilinen ünlü bir yönetmen, Leslie (John Malkovich). Leslie'nin ilgisi Glen'in biricik kızı China'ya yönelince ortada hayranlık falan kalmıyor tabii ki ama dünyanın en saçma karakterlerinden biri olduğu için herşeyi eline yüzüne bulaştırmayı da başarıyor.
 

Louis C.K.'nın kaleminden çıkma herhangi bir şeyi izlememiştim bugüne kadar, bu filmi izledikten sonra da ister istemez bir "iyi ki vaktimi harcamamışım" hissi de hasıl olmadı değil. Bu kadar itici ve herhangi bir özdeşleşme hissinden uzak karakteri bir araya toplayabilmek de başarı sayılabilir gerçi. Filmdeki erkek karakterler azılı bir feministin "wet dream"i gibi; ya sapıklar (John Malkovich), ya kifayetsiz denyolar (Louis C.K.), ya da hem kifayetsiz hem sapıklar (Charlie Day). Kadın karakterler de onlardan aşağı kalır değil: yeni projesinde rol alabilmek için yazara kur yapıp onla yatan aktris (Rose Byrne) mi ararsın yoksa yazarın düşüncesiz hareketlerine histerik tepkiler verip gene kendini duruma uyduran ezik yapımcı (Edie Falco) mı. Özellikle Moretz'in karakteri China, artık yönetmenlik zaafiyeti midir yoksa kızın oyunculuğuyla alakalı bir sıkıntıdan mıdır bilinmez, elini kolunu nereye koyacağını bilemeyen, sahnede resmen eğreti duran oyunculuğuyla muhtemelen sinema tarihindeki kafası karışık ergen karakterler arasında en itici yazılmışlarından birine dönüşmüş. Hayır, bir ara yapımcı tayfası Moretz'in burdaki performansı için oscar kampanyası falan başlatmayı planlıyorlarmış, ne gördüler de böyle bir fikre kapıldılar anlamak insan hayret ediyor.


Ne yapmaya ya da ne olmaya çalıştığı belli değil filmin. Komedi desen, komik değil; dram desen, bir drama yok. Woody Allen'ın özel hayatından esinlenerek Woody Allenvari bir film yapmayı denemiş gibi duruyor yönetmen ama ben Allen'ın yerinde olsam bu filmdeki yönetmen için esin kaynağı olarak anılmak üzerdi beni. Hollywood'daki ahlaki yozlaşmışlık hakkında kırıp dökmeden bir şey söylemeye çalışıyor gibi yapıp sonra da o taraklarda hiç bezi yokmuş gibi davranmakla ne amaçlanmış anlamak mümkün değil. 
 
 
 
Filmin artık talihsizliği mi denir yoksa layığı mı buydu bilemiyorum ama hem uçkurlarının sınırı olmayan erkek karakterleriyle hem de bu durumu görmezden gelmekle kalmayıp gayet içselleştirmiş kadın karakterleriyle görücüye çıkabileceği en kötü zamanda, "metoo" yaygarasının ortasında belirdi. Üstüne üstlük yönetmenin kendisinin de saçma sapan hareketlerinin bir süre sonra açığa çıkmış olması filmin samimi olarak bir derdinin olmasından ziyade yönetmenin kendi kafa karışıklıklarını peliküle dökme denemesinden öte bir şey olmadığı hissiyatını da daha bir hakim kıldı. Neticede tüm skandalların akabinde Louis C.K. filmini kimselere gösterme imkanı bulamadı ve bu durumdan zarar gören tek kişi de kendisi oldu, ne sinema dünyası ne de biz sinemaseverlerin hiç bir kaybı yok.