Salı, Nisan 10, 2018

The Alienist


Beat jenerasyonu hakkında az buçuk fikir sahibi olan herkes Lucien Carr'ın ismini duymuştur. Kendi bir yazar olmasa da dostluğu ile  Jack Kerouac, William Burroughs ve Allen Ginsberg'i bir araya getiren, yer yer ilham kaynağı yer yer de akıl hocalığı yapan isim olarak bilinir. Diğerleri özgürlük ve spontanlığı vaaz eden hayat tarzlarıyla özellikle 60'ların hippie tarzına ilham kaynağı olma yoluna gitmişlerse de Lucien yaşlandıkça durulmuş, çoluk çocuğa karışmış, gözlerden uzak bir hayat sürmüştür. Ama oğlu Caleb Carr'ın dediklerine bakılırsa evliliklerinde sorunları olmuş ve çocuklarına karşı hiç de iyi bir baba olamamıştır. Muhtemelen Caleb'in 1993 yılında piyasa çıkmış "The Alienist"i yazmasındaki en önemli motivasyonlarından biri de buydu zira hikayede bu geçmişin izleri bir hayli belirgin.

1896 yılı New York'unda geçen öykü vahşice katledilmiş genç yaştaki bir erkek fahişenin cesedinin bulunmasıyla başlıyor. Güvenlik kuvvetlerince hakir görülen bir meslek erbabı olması hasebiyle bu cinayetin üzerinde kimse durmuyor ama benzeri başka bir hadiseyle bağlantısını kuran psikolog -o dönemki adlarıyla "alienist"- Doktor Kreitzler işin peşini bırakmıyor ki cinayetlerin de devamı geliyor. Bu durum, başında Theodore Roosevelt'in bulunduğu polis teşkilatını harekete geçmeye zorluyor zorlamasına ama Roosevelt olayın çözülmesinde hem teşkilat içinden hem de dışından yoğun bir dirençle karşılaşıyor, haliyle o da Kreitzler'ın hadiseye olan ilgisine karşılık vererek gizli bir soruşturma yürütmeye başlıyor. 
 
O dönemler seri katil olgusu oturmamış olduğu için bir insanı periyodik ve ritüelistik bir biçimde öldürmeye iten faktörün ne olabileceği hususu Kreitzler'ın merakını gıdıklayan temel nokta. Bu yönü itibariyle daha fragmanları çıkar çıkmaz "Mindhunter" ile kıyaslanmaya maruz kaldı "The Alienist" ama kaynak eserin 20 küsur yıl önce yazıldığı göz önüne alındığında biraz yersiz. Sadece bu da değil üstelik; "Mindhunter" bu seri katil dediğin canlı nedir, suyuna ne katılmıştır da bu hale gelmiştir üzerine dönen goygoylardan ibaretti. "The Alienist" ise o mevzular üstüne eğilecekmiş gibi yapsa da esasında bir whodunnit öyküsü olarak başlayıp öyle bitiyor. Dolayısıyla derinlik ve sofistikelik açısından "Mindhunter"la aynı kulvarda olmasa da sürükleyicilik itibariyle daha öne çıkabilen bir yapım. Görsel olarak müthiş zengin kareler sunmaya müsait 19. yy'da geçmesi de dizinin hanesindeki bir diğer artı.


"The Alienist" piyasaya çıktığı günden beri uyarlanması için uğraşılmış, maliyet stüdyoların gözünü korkutunca kimsenin el atmaya cesaret edemediği bir kitap olagelmiş. Ta ki TNT kanalı kesenin ağzını açana kadar. Her bölümü 6-7 milyon dolara mal olmuş dizide paranın nereye gittiğini her karede görebiliyorsunuz. Budapeşte platolarında yaratılan dönemin New York'unu gerçekçi kılmak için hiçbir detaydan kaçınılmamış, dükkan tabelaları bile elle yazılmış. Sanat yönetmenliği böyle döktürürken görüntü yönetmeninin de eli armut toplamamış tabi, her ne kadar gözler bir Tim Burtonvari gotik renk paleti arayıp bulamasa da, dönemin kasveti ve haşmetini bir arada verebilen, "From Hell"in biraz daha özenli versiyonu denebilecek bir görselliği var dizinin.


Görünürdeki tüm malzemeleri muntazam olan "The Alienist" başlarda bir Cory Fukunaga projesi olarak hayat bulmuştu. Kendisinin ismi duyulunca akla hemen "True Detective"in ilk sezonu geldiği için herkes bir heyecan yaptı ama sonradan projedeki dahlinin yönetmen olarak değil sadece yapımcı rolünden ibaret olduğu belli olunca beklentilerde bir düşüş oldu tabi. Televizyon dizilerinin kalite patlaması yaşadığı günümüzde tv yönetmeni-sinema yönetmeni ayrımı yapmak biraz abes geliyor kulağa ama iki medyumun disiplinlerinin farklılığı ortaya çıkan ürünün sinematikliğine de etki ediyor bence. Dolayısıyla tamamı tv dizilerinde çalışmış yönetmenler yerine Fukunaga gibi sinema filmi deneyiminden gelmiş isimler yönetmen koltuğunda otursa daha etkileyici bir deneyimle karşılaşmamız daha olasıymış gibi duruyor. Gerçi "Game of Thrones" da çoğunlukla tv yönetmenlerince çekiliyor ve çoğu sinema filminden daha epik olmayı başarabiliyor ama o örnekte dizini showrunnerlarının net vizyonu yönetmenliği de beraberinde sürüklüyor kanaatindeyim. 
 
 
David Benioff ve D.B.Weiss'in burdaki muadilleri de Fukunaga, Hossein Amini, Eric Roth ve John Sayles gibi isimler, az buz bir kadro da değil yani ama, belli bir düzeyin üstünde olmakla birlikte yazım kalitesinin kalburüstü olduğunu söylemek de güç. Kreitzler ve ekibinin her birinin karakteri belli ölçüde derinleştirmeye çalışılmış ama başarılamamış, özellikle yahudi kardeşlerin özel hayatlarına dair detaylar sırf süre dolsun diye eklenmişler sanki. Temelde ki üçlü Kreitzler (Daniel Brühl), Sara (Dakota Fanning) ve John (Luke Evans) hakkındaki motivasyonlar bile ya son bölüme sıkıştırılmış duygusal çözümlenmelere değin görmezden geliniyor ya da John örneğinde olduğu üzere başlarda üzerine eğilinip sonradan komple boşlanılıyor. Dizideki çoğu kişi ebeveynleriyle alakalı bir travmaya sahip, buradan hareketle katilin peşinde koşarken içsel bir seyahate de çıkıp kendilerine dair aydınlanmalara gark olduklarını görmemizi istiyor metin ama bunu seyirciye aktarmakta çok başarılı olamıyor. Bu bağlamda filmin en ilginç karakterlerinden olan katile geldiğimizde zaten dizinin sonuna gelmiş oluyoruz ve onunla çok vakit geçiremeden hikaye sonlanıyor.

 

Ne brühl ne de Evans'ın bugüne kadarki işlerinden keyif almış biri olarak kastta ilgimi çeken yegane isim Fanning'di ama hem Brühl hem de Evans burdaki performanslarıyla beni şaşırtmayı başardılar. İzlemesi her daim keyifli karakter aktörleri Michael Ironside ve Ted Levine bulundukları her sahnenin gücünü bir tık arttırmayı başarmışlar. Roosevelt'i canlandıran Brian Geraghty ise rolüne hiç uymamış, kendisinin süt kuzusu görüntüsünden ziyade daha karizmatik birinin oyunculuğu o role çok daha iyi giderdi. Benzeri ifadeleri Rupert Gregson-Williams'ın müzikleri için de söylemek mümkün, tarihselliği yoğun böyle bir dizide bu kadar tekstürel müziğin işi ne anlamak mümkün değil.
 
 
Görüldüğü üzere eksiği gediği az olmayan bir yapım "The Alienist". Öte yandan tarihsel polisiye gerilimler de çok sık rastladığımız bir tür değil, bu sebeple belli bir boşluğu dolduruyor ki aldığı yüksek reytingler bu tarz materyallere yönelik talebin bir göstergesi. TNT Carr'ın Kreitzler serisinin ikinci kitabını baz alan bir 2.sezon fikri üstüne kafa yormaya başlamış duyduğum kadarıyla, yaparlarsa yok daha almayalım demeyiz yani.