Perşembe, Ocak 20, 2011

Black Swan


Black Swan, geride bıraktığımızın yılın en ses getiren filmlerinden biri oldu. Darren Aranofsky zaten sinemaseverler nezdinde hatır sahibi bi yönetmendi ama bu filmiyle ödül törenlerinin gediklisi haline gelince stüdyoların da gözdelerinden biri oluverdi. Bir sonraki projesinin Wolverine 2 olması bunun en belirgin işareti olsa gerek. Gerçi zamanında Chris Nolan devralmazdan evvel Batman için onun adı da geçmişti, ama fikirleri fazla uçarı bulununca vazgeçilmişti.

Stüdyo sisteminden uzakta durması Aranofsky'ye hep kendi istediği filmleri yapma yolunda bir teşvik oldu denebilir. Projelerine finansman bulmakta hep zorluk çekti ama neticede özgün, belli bir çizgisi olan bir filmogrofi oluşturmayı başardı. Tüm filmlerinde biz insancıkların birşeye tutkuyla bağlandıklarında onun içinde nasıl kaybolup gidebileceğimize dair örnekler sundu. Bu, Pi'de sayılarla kafayı bozmuş bi matematikçi, başyapıtı Requiem For a Dream'de köşeyi dönmek için kendini uyuşturucu batağında bulan bi grup genç, Wrestler'da yaptığı işe adanmışlığından ötürü sağlığını ve ailesini hiçe sayan bir güreşçi oldu. Black Swan ise hayallerindeki rolü canlandırma şansına sahip olan bir balerinin bunu en iyi şekilde yerine getirebilmek uğruna geçirdiği dönüşümün hikayesi.


Natalie Portman'ın canlandırdığı Nina, aslında daha onu gördüğümüz ilk sahneden çok da tekin bi karakter izlenimi uyandırmıyor. Dolayısıyla iyiden kötüye bi dönüşüm değil, halihazırda çok da  sağlıklı olmayan bir halet-i ruhiyenin daha da karanlığa gömülmesinin hikayesi bu. Black Swan'ın en büyük falsosu da burdan çıkıyor aynı zamanda. Nina'nın niçin böyle çok kırılgan, ama aynı zamanda çok azimli ve hırslı bir karakterde olduğu, dengesiz kişiliğinin ne tarz saiklerle beslenip şekillendiğine dair bir fikir edinemiyoruz. Annesi ile arasında sevgi-nefret arası gidip gelen hastalıklı bir ilişkileri olduğu belli ama bunun da temelleri açıklanmıyor. Yönetmenin her bir karakterin psikolojik motivasyonlarını aşikar etme gibi bir zorunluluğu yok elbette ama bir ruhsal çöküş hikayesi olan Black Swan gibi bi filmde bu noktaları boş bırakınca öykünün inandırıcılığına ve tesir gücüne de sekte vurmuş oluyorsunuz ister istemez. Filmdeki yoğun cinsel ton da bu bağlamda tartışmaya açık bir nokta. Aranofsky'nin yönetmen olarak sanatını bilip takdir etmeyen birisi, yönetmenin Mila Kunis ve Natalie Portman gibi iki güzel aktris arasında seksüel çekimi filmine malzeme yapmak yoluyla medyanın ilgisini çekmeye çalıştığını -ki filmin kaldırdığı toz dumanda bu sahnelerin etkisini kimse inkar edemez- düşünebilir. Zira hikayenin akışı içinde bu cinsel çekim muhabbeti bana çok eğreti duruyor gibi geldi. Şüphesiz Nina Kunis'in canlandırdığı Lily'yi bir rakip olarak görüyor ve rolün istediği kimi hususiyetleri Lily'de gözlemliyor ama burdan yola çıkıp lezbiyen sulara yelken açmak biraz ucuz bir hamle gibi göründü bana.


Öte yandan kusurlarına rağmen Black Swan özgün sıfatını sonuna kadar hakeden bir film. Polanski'nin erken dönem filmleri yönetmenin esin kaynaklarındanmış, hakkaten hissedilen bir akrabalık sözkonusu. Filmde rol alan Vincent Cassell de filmi Cronenberg'in tarzına yakın bulmuş ki bu da yerinde bir tespit, keza Black Swan yer yer body horror sularında geziniyor. Özellikle finalde Nina'nın sahnede siyah kuğuya dönüşümü ile filmin teması da çok yerinde bir şekilde görselleştirilmiş oluyor. Performansı yere göğe sığdırılamayan Portman, aldığı övgüleri sonuna kadar hakediyor, Nina'nın metamorfozunu sergilemekte üst düzey bi başarı göstermiş. Kunis onun yanında biraz daha sönük kalıyor haliyle ama o da canlandırdığı karakterin karanlık ve seksi havasına cuk oturan bir tercih olmuş. Aranofsky'nin filmlerinin ayrılmaz bir parçası olan Clint Mansell imzalı müzikler de baya beğeni topladı ama açıkçası ben hiç etkileyici bulmadım.


Neticede geride bıraktığımız yılın ilgi çekici işlerinden birisi olduğu su götürmez bir gerçek. Ama en iyilerinden mi orası tartışılır. Aranofsky benim favori yönetmenlerimden biri, karmaşık bulunan hatta kimilerince yerden yere vurulan Fountain'ını bile beğenmiştim ben. Ama açıkçası yönetmenin filmogrofisinde Black Swan, Fountain'dan daha üst düzey bir örnek değil bana göre. Tüm bu övgü yağmuru insanların hem yeni hem de iyi bir film görmeye aç olmalarından mı kaynaklanıyor bilmiyorum ama gene fazla abartılan Social Network'le beraber ödül sezonunun favorilerinden Black Swan. Halbuki hem Fincher hem de Aranofsky, kariyerlerinin başlarında birden fazla başyapıt çıkarmış isimler, o zamanlar hakettikleri halde kendilerinden esirgenen ödüller şimdi günah çıkarmak için mi önlerine sunuluyor belli değil. İşin kötüsü bu iki film uğruna Inception gibi üst düzey bir film görmezden gelinecek gene, ve on yıl sonra bu sefer de Chris Nolan'ı görece daha kötü bir filmi için ödüllere boğacaklar,kesin.