Burt Reynolds'ın filmogrofisine aşinalığım yok "Deliverance" dışında. Ki yakinen incelemeye yeltenirseniz aşina olmayı gerektirecek film de yok; bi "Deliverance", bi "Boogie Nights", o kadar. Belki de "Last Movie Star" sayılabilir artık, zira yönetmen Adam Rifkin Mabrouk El-Mechri'nin Van Damme için "JCVD"de yaptığını Reynolds için bu filmde yapmaya yeltenmiş. Aynı ölçüde başarılı olduğu söylenemez ama en azından bir şeyler yapmayı denemiş.
Reynolds'ın hayat verdiği Vic Edwards isminde eskilerin ünlü aktörlerinden birinin öyküsü bu. Herhangi bir ailesi olmayan, günlerini evinde ya da Chevy Chase'in canlandırdığı yakın bir arkadaşıyla yemek yerken geçiren biri. Bir film festivali kendisini ödüllendirmek için davetiye yolladağında, mevzubahis ödülün daha önceden De Niro ve Eastwood gibi isimlere verildiğini duyana kadar çok da gitmeye niyetli değil. Niyeti bozup gittiğinde ise festival bulmayı beklerken kendisine şöförlük yapan bir genç kızın (Ariel Winter) başını çektiği bir grup ergenden oluşan bambaşka bir şeyle karşılaşıyor, bu da huysuz ve yalnız ihtiyarı geçmişini ve tercihlerini sorguladığı bir iç yolculuğa çıkartıyor.
Yaşlılığın ve ölümlülük üstüne söyleyecek bir şeyleri olan bir film "Last Movie Star" ve Burt Reynolds'ın canlandırdığı karakter üzerinden terapi seansı gibi ilerliyor . Özellikle filmlerinden bazı sahnelerin kullanıldığı bölümler başarılı olmuş. Geride bıraktığı gençliğin fiziksel ve ruhsal olarak şaşalı günlerinin geri gelmeyeceğini her aynaya bakışında hisseden bir adamın hüznünü siz de bir seyirci olarak hissedebiliyorsunuz. Davet edildiği festival vesilesiyle yaptığı tercihleri de sorgulama sürecine giren karakterin melankolisi film ilerledikçe artsa da tümüyle karanlığa meyleden bir rotaya girmektense daha umut vadeden bir tonla son buluyor film. Zira bir sanatçı ne kadar kötü tercih yapmış olursa olsun geride bıraktığı yapıtlarıyla bu dünyada bir iz bırakarak geçmeyi başarmış oluyor ve Vic Edwards-Burt Reynolds örneğinde olduğu gibi bu yapıtları takdir edecek birkaç insanın olması bile kendisine verilen hayatı tümüyle boşa geçirmediği hissiyatını yaratmaya yetiyor. Filmin değinmeye çalıştığı temaları seyirciye duygusal olarak geçirme görevini Burt Reynolds başarıyla yerine getirirken yitip giden ömür temasına bir tezat oluşturma kabilinden hikayeye biraz ergen aroması katmakla vazifelendirilmiş Ariel Winter kıçını ortalıkta sallamak dışında pek bir şey yapamıyor maalesef. Sinematografik olarak da çok göz alıcı bir yanı yok filmin, ne kadar ihtiyacı olduğu da ayrı tartışma konusu tabii. Gene de elindeki temaları belli bir derinlikle ele almayı başarabilen, vakit ayrıldığında pişmanlık yaratmayacak bir film olmuş son tahlilde.