Salı, Ocak 22, 2019

They Shall Not Grow Old


Birinci Dünya Savaşı deyince genelde çağrıştırdığı hissiyat travma oluyor. Bunda üzerinde bulunduğumuz toprakların söz konusu dönemde geçirdiği dönüşümlerin yanı sıra dünya tarihi cihetinden bakınca da savaşın yegane mevcudiyet sebebinin açgözlülük olduğu gerçeği de etkili. Sömürge paylaşamadıkları için birbirlerini yiyen liderlerin arkasına dizilen genç insanların ya hayatlarını kaybettiği ya sakat kaldığı ya da shell shock misali türlü psikolojik rahatsızlıkla evlerine döndükleri bu 4 yıllık sürece iştirak etmiş olanlara kayıp nesil denmesi boşuna değil.


Peter Jackson'ın belgeseli "They Shall Grow Not Old" tam da bu noktada savaşa farklı bir bakış açısı getirmeyi başaran bir belgesel. Görüntü kaydına imkan olmayan muharebe kısımları hariç - bu bölümlerde dönemin gazetelerinde yer alan çizimlerden faydalanılmış- tamamı ile arşiv görüntülerinden oluşan belgeselde anlatıcı olarak işlev gören yüzlerini görmeyip isimlerini de öğrenmediğimiz savaş gazilerinin anıları hadiseye yönelik trajedi algılarını yerle bir edecek düzeyde. Savaş başladığında çoğu 20'sine ulaşmamış bu insanların çoğu cepheye gayet istekli bir biçimde gittiklerini çocuksu bir nostaljiyle yad ediyorlar. "Bugün olsa gene bir saniye düşünmem" diyor birisi, bir başkası "hayatının en heyecanlı dönemi" olduğundan dem vuruyor. Cephe öncesi kamplarda aldıkları sıkı eğitim sayesinde hazır kıta asker haline gelen bu adamlar cephe yaşamının sıçanlar,pireler,kış şartları ve çamurdan müteşekkil bataklıklar gibi türlü kötü yanını anlatırken bile bu iyimser havayı sezebiliyorsunuz. Artık çok yadsır hale geldiğimiz garip bir tevekkül hissi hakim sözlerine. Kendilerini yönetenler savaşmalarını söylemiş,onlar da düşünmeden riayet etmişler. Onlar için bu bir kendilerinden yapmaları beklenen bir işten öte değil, bir sonraki cihan harbine hakim olan hakşinaslık, kötü düşmana galip gelip dünyayı kurtarma duygusu burada söz konusu değil. Zaten bu sebeple savaştıkları Almanlardan bahsederken de aynı pozitif hissiyatı koruyorlar çünkü karşılarındaki insanların savaşa katılma sebepleri de kendilerininkinden farklı değil. Evet, yeri geldiğinde birbirlerini öldürüyor yeri geldiğinde yanı başlarındaki arkadaşlarını kaybediyor yeri geldiğinde belki de sakat kalıyorlar ama onlar buna niye maruz kaldıklarını düşünmedikleri için belki de herhangi bir travma esamesi olmaksızın eve dönmeyi başarabilmişler. Muharebe meydanında ölümle burun buruna geldiğinde böyle şeyleri düşünmeye vaktin olmadığını söylüyor bir asker, ya karşısındaki ölecek ya da o. Piyango karşıdakine çıkmış,ölen o olmuş; bu ben de olabilirdim ama olmadım, bunun üstüne söylenecek başka da bir şey yok onun gözünde. Şüphesiz bu savaşın bir boyutu, orada yakınları ya da kolunu bacağını kaybetmiş birilerinin söylediklerine kulak verilse farklı bir resim ortaya çıkar muhtemelen. Zaten izlerken de "hiç mi aklınıza gelmedi ben niye birilerinin hırsı için canımı tehlikeye atıyorum diye sormak?" düşüncesi de sık sık akla geliyor ama  tarihin gördüğü en büyük savaşlardan birine iştirak edip sağ çıkmayı başarmış bu adamların serinkanlı duruşlarından ister istemez etkilenmeden de edemiyorsunuz. 

Filme dair etkileyici yönler sadece içerikle sınırlı değil,film ekibinin belgeseli ortaya çıkarmaktaki çabası da takdire şayan. Kraliyet Savaş Müzesi, ellerindeki döneme dair sayısız arşiv üzerinden modern bir belgesel çalışması yapmasını istediğinde büyük babası bir savaş gazisi olan Jackson teklife havada atlamış ve müze arşivlerinin elden geçirildiği hummalı bir çalışmaya girişmiş ekibiyle. Döneme dair görüntü kayıtları malum, herhangi bir ses kaydına sahip olamayan, Charlie Chaplin filmlerini andırır hareketlere sahip bir hüviyette olduğu için bu kayıtlar tümüyle elden geçirilerek saniye başına kare sayıları 24 olan,renkli dokümanlara dönüştürülmüş. Jackson zaten mevzu sinema teknolojisini sonuna kadar kullanmak konusunda fanatik bir isim ve bu özelliği bu film için biçilmiş kaftan zira ortaya çıkan işin kalitesi tartışılmaz. Görüntüleri renklendirirken döneme dair elbiseler, mühimmat vs. üzerine yapılan detaylı incelemeleri baz almakla kalmayan yapım ekibi filme ses faktörünü eklerken de aynı özeni göstermiş. Dudak okuma uzmanları sayesinde görüntülerdeki askerlerin söyledikleri tespit edilmiş ve dublaj yapılmış, kullanılan araç gereç ve silah seslerinin hepsi de film için tekrar yaratılmış. Filmde kullanılacak ses kayıtlarının elden geçirilmesi bile bir yılı bulmuş, sonunda cephe gerisindeki yaşam, hava ve deniz savaşlarına dair hatıraların kullanılmaması karar verilerek sadece batı cephesine ilişkin kayıtlara yer verilmiş. Jackson bu tercihinin gerekçesi olarak hem filmin odak noktasının çok dağılmasını istemediğini hem de asıl anlatmak istediğinin cephedeki bir askerin gözünden savaşın bir portresini çizmek olduğunu söylüyor. Ortaya çıkan iş itibariyle isabetli bir tercih yaptığı ortada. "What Artists Do All Day" isimli BBC serisinin filmin yapım sürecini anlatan bölümünü de belgeselle birlikte izlemeyi ihmal etmeyin.