Tales From The Script, aynı isimle yayımlanan bir kitabın ek ürünü (ek ürün, bu durumda kullanılabilecek en uygun ifade heralde). Gerçi okuma imkanımız olmadı ama söylenenlere bakılırsa kitap, film için bir nevi kılavuz hüviyetindeymiş. Paul Robert Herman ile birlikte kitabın yazarlarından olan Paul Hanson'ın yönetmenliğini üstlendiği belgesel Hollywood'da senaryosunun filme dönüştüğünü görme şansına mazhar olmuş irili ufaklı birçok senaristle yapılmış röportajlardan müteşekkil. Belgeselde kimler yok ki... Bugün daha ziyade yönetmen kimlikleriyle kendilerini kabul etttirmiş olan Frank Darabont, John Carpenter, Paul Schrader (Taxi Driver, Hardcore, Last Temptation of Christ), Peter Hyams (2010, Time Cop, End of Days), Ron Shelton (Bull Durham, White Men Can't Jump) gibilerden tutun da sadece senarist olarak da bi şekilde nam yapmayı başarabilmiş Shane Black( Lethal Weapon, Last Boy Scout), John August(Corpse Bride, Big Fish), John D.Brancato(The Game, Terminator 3),Larry Cohen(Phone Booth, It's Alive), William Goldman(Butch Cassidy and Sundance Kid, The Ghost and The Darkness),David Hayter(X-Men, Watchmen), Jonathan Lemkin(Devil's Advocate, Shooter), Bruce Joel Rubin(Ghost, Jacob's Ladder, Deep Impact) ve Guinevere Turner(American Psycho) gibi irili ufaklı birçok isim belgesele katkıda bulunuyor.
"Tales..." Hollywood'da bir senaryo yazarı olmanın ne anlama geldiğine dair gayet içeriden bir portre. Belgesele katkıda bulunan birçok isim, bu zorlu serüvene atılma süreçlerinden kariyerlerinin bir çok iniş ve çıkışlarına dair samimi beyanatlarda bulunuyorlar. Belgesel süresince kurmaca film sektöründe bir senaristin konumunun ne olduğuna dair bir fikir edinmekle kalmıyor, aynı zamanda Hollywood'da film yapım sürecinin zaman içinde ne tarz dönüşümler geçirdiğine ilişkin de bir fikrimiz oluyor. Neticede ortaya çıkan tablo, hiç de güllük gülistanlık olmuyor. Senarist olarak kendilerini kabul ettirmek için mücadele veren bir çok isim, prodüksiyon aşamasında olabildiğince arka plana atılmaktan yakınıyor, bazıları bir filmle yakaladıkları başarının devamını getirememenin sıkıntısını çekiyor, sonuçta maddi açıdan başarıya ulaşan çoğu kalibre ismin bile kreatif bir tatminsizlik içinde olduğu görülüyor. Belgeselin son bölümünde herbir yazarın kişisel bir hesaplaşmaya tutunduğu bölüm bu manada son derece ilginç bir nitelik arzediyor. Zaten belgesel süresince birçok ünlü senaristin ilgi çekici beyanatlarına tanıklık etme imkanına sahip oluyorsunuz. Bu manada görüşülenler arasında en kıdemli kabul edilebilecek olan Goldman'ın söyledikleri biraz daha muteber kaçıyor. Eskiden Butch Cassidy gibi bir filmi 5-10 milyon dolara yapmak mümkün iken bugün aynı şeyin sözkonusu olmadığı belirtiyor Goldman örneğin,çünkü kendi ifadesiyle "everything is fucking expensive". Bazılarınca bir savaş alanına benzetilen film yapım sürecinin karmaşıklığına ve sürece etki eden faktörlerin çetrefilliğine dem vuran en uygun ifade de Goldman'dan geliyor;"nobody knows anything". Filmin kötü adamı yapımcılar,çünkü yazma ve yaratma sürecine uzaklıkları itibariyle senaristlerin gözünde en büyük problem kaynağını bu güruh oluşturuyor. Sadece yapımcılar değil, yönetmen ve starların da süreç içinde yazarların yapıtlarının olduğundan çok farklı bir hale gelmelerine sebep oldukları bir sır değil, set ortamında bir çok senaryonun yeniden yazıma tabi tutulduğu bilinen bir şey. Şüphesiz, her hikayenin içerdiği her bir karakterin perspefinden ayrı ayrı yorumlanması mümkün,dolayısıyla film yapım sürecine ilişkin sıkıntılara yönetmenler yada yapımcılar nezdinde yaklaşan başka bir yapımın da senaristlere dair bir iki sözü olabilir. Fakat bu filmde yanıstıldığı haliyle yazar tayfasının tecrübeleri çok esaslı duruyor. Gerçi belgeselde ifade edildiği üzere "kendilerine özsaygıları düşük,egoist bir güruh" olarak nitelenen senaryo yazarlarının günün sonunda sektör içindeki konumları ne olursa olsun genel bir tatminsizlik içerisinde oldukalrı seziliyor. Ama tabii bu sadece bu grubun, insanoğlunun doğasına dair bir defo, haliyle bu hususta yapılabilecek bir şey de yok.