Cuma, Aralık 30, 2011

2011'in En Kötü Filmleri


The Human Centipede 2

2009 yapımı Human Centipede, çıkış noktasıyla bile mide kaldırmayı başarmışken kimilerince yeterince kanlı olmamakla eleştirilmişti. Yönetmen Tom Six, eleştirilere kulak vermiş olacak ki ikinci filmini tamamen kan ve boka bulamakla kalmayıp, bu kulvardaki çıtayı geri dönülemez boyutlara sürüklemeyi de başarmış. A Serbian Film'deki bebek tecavüzünden daha tiksinç neyle karşılaşabiliriz diye düşünürken Six, filmin sapığından kaçmaya çalışırken panikle doğum yapan hamile bir kadının, bebeğininin kafatasını gaz pedalına basarak parçaladığı bir sahneyle bayrağı devralmış. Bundan başka daha birçok akla ziyan sahne de mevcut. Biri bu adamları durdursun, cidden!


Your Highness

Danny McBride komik bi adam, dahil olduğu her filme renk katmayı başarıyor bir şekilde. Sinemadaki ilk başrolünde aynı zamanda senaryoyu da kaleme aldığı Your Highness'ın fragmanını ilk izlediğimde de gülmekten yarıldığımı hatırlıyorum. Fakat filmi izleme bahtsızlığına eriştiğimizde gördük ki en komik kısımlar fragmanda harcanırken, filmin geri kalanı komiklik niyetine yapılmış bir dolu bayağılıkla doldurulmuş. Bir yere kadar sabretseniz de finale doğru "yuh artık!" der hale geliyorsunuz. Filmdeki yegane işleyen şey Justine Thereoux'un performansı. Natalie Portman'la Zooey Deschanel'in böyle düzeysiz bir filme hangi akla hizmet dahil oldukları ise ayrı bir gizem.


Hanna

 Joe Wright gibi yönetmenler, Pride and Prejudice yada Atonement tarzı filmleri hakkıyla sürükleyebilecek isimler. Fakat aksiyon gibi spesifik bir türler üstüne eğilip o türün dinamiklerini yok sayarak bir çeşit avantgarde yaklaşımlar tutturmaya çalışdığınızda kucağınızda Hanna gibi hilkat garibeleriyle kalakalmanız olası. Benzeri bir durum Ang Lee'nin Hulk'ında da söz konusuydu ama o film bir şekilde kendisini izletmeyi başarıyordu. Hanna'da bu söz konusu değil, ilk yarım saatte izleyeni baymayı başarıyor.


The Change-Up

Your Highness'ın izinden giden bir başka yapım. Judd Apatow ve avanesinin son yıllarda komedi türüne enjekte ettikleri ve yer yer başarılı sonuçlar veren "kabalık" düzeyini bazı yönetmenler tahammül edilemez boyutlara sürüklemeyi başarıyorlar. Birşeyin daha fazlasının değil optimum olanının makbul olduğunu anlamaktan uzak bu zihniyetin elinden çıkma filmler de bol miktarda bebek pisliği, izlemesi şöyle dursun nasıl filme çekildiğine dahi anlam veremediğiniz bir dolu tiksinç seks sahnesiyle dolu yapımlar oluyor. Gene Your Highness'da olduğu gibi kadrodaki Jason Bateman, Ryan Reynolds, Olivia Wilde gibi yeteneği tartışılmaz isimlerin böyle bir senaryoya nasıl evet dedikleri ayrı bir muamma.


Cowboys&Aliens

Listedeki bir başka Olivia Wilde filmi daha. Proje seçerken daha dikkatli olmasını önereceğiz ama yapımcı hanesinde Spielberg ve Ron Howard, senaryoda Damen Lindelof, Roberto Orci gibi isimlerin olduğu bir projeye niye hayır desin ki. Üstüne üstlük Harrison Ford, Sam Rockwell, Paul Dano gibi isimlerin de olduğu bir oyuncu kadrosu da söz konusuyken. Bu kadar iyi malzemeden Cowboys&Aliens gibi yavan bir film çıkarabilmeniz için yönetmen koltuğuna Jon Favreau gibi birini oturtmanız şart zira kendisi o çok beğenilen Iron Man filmlerinden de anlaşılabileceği üzere filmin hikaye ayağının ne derece sağlam olduğuna zerre önem vermeyen bir insan. Daniel Craig çölde uyanıyor, bir kasabaya gidiyor, uzaylılar kasabaya dalıyor ve sonrasında da kovboylar uzaylılara; koca filmin olay örgüsü bundan ibaret. Umuyoruz bu film, kağıt üstünde parlak duran bir konseptin nitelikli bir filmi garanti etmediğine dair Hollywood'a bir ders olur da bu tarz filmler için 160 milyon dolar gibi meblağları harcamaktan vazgeçerler.


Green Lantern

2011'in iyi davranmadığı isimlerden biri de Ryan Reynolds. Oynadığı her role ve dahil olduğu her filme bir izlenebilirlik kazandıran, hem komik hem de karizmatik olmayoı başarabilen, bu sene yer aldığı filmlerin başarısızlığının ardından sorgulanır hale gelse de kesinlikle yıldız niteliklerine sahip bir isim. Fakat Change-Up gibi berbat komedilerde yada Green Lantern gibi kötü tasarlanmış filmlerde yer aldığı müddetçe bu konumunu pekiştirmesi güç. Green Lantern da Hollywood'un ders çıkarması gereken filmlerden zira nitelikli bi çizgi roman uyarlaması yapmak istiyorsanız ya o çizgi romanının evrenini gerçek yaşama monte etmeniz (Dark Knight, X-Men filmleri) yada sinema perdesinde soluk alıp veren bir çizgi roman evreni inşa etmeniz(Tim Burton'ın iki Batman filmi ve Sin City) şart. Kesinlikle yapmamanız gereken şeyse koca kafalı iyi uzaylıların ve gene koca kafalı kötü adamların olduğu, korku yutan bi bulutun dünyayı ele geçirme ihtimali üzerinden ilerleyen, süper kahramanın düşen bir helikopteri kurtarmak için yüzüğüyle yarış pisti yarattığı bir film yapmak! Hadi kafanıza sert bi cisim düştü yada silah zoruyla falan böyle bir şeye onay vermiş bulunsanız bile kesinlikle bu projeye 200 milyon doları gömmemelisiniz. Yoksa kucağınızda nur topu gibi bi gişe faciasıyla kıç üstü oturup kalmanız hayli olası.


Killer Elite

Gene oyuncu kadrosuna ve fragmanlarına tav olup havamızı aldığımız bir başka yapıt. İnsan hiç birşeyden olmasa Hanna'ya rakip olmaktan utanır zira aksiyon filmiyim diye ortaya çıkıp izleyeni afakanlara garkeden ikinci film bu. Olan Dominic Purcell'e olmuş zira canlandırdığı yan karakterde hem rol yapabildiğini hem de istedikten sonra iyi rol yapabildiğini kanıtlamayı başarmış.

 

Don't Be Afraid of The Dark

Bu film de afişinde Guillermo Del Toro var diye bir filmi izlememeniz gerektiğinin kanıtı. Geçen yıl gösterime giren Splice'ı da bu noktada yadetmeden geçmemek lazım. Bu filmde ekstradan, her daim izlemesi keyifli Guy Pearce, uzun zaman sonra Tom Cruise'un karısı rolünden başka bişeyde karşımıza çıkan Katie Holmes ve kağıt üstünde ilginç bir öykü de vardı ama gene bildik numaraları tekrarlayan, klişe bir tür örneği olmuş çıkmış.


Just Go With It

Adam Sandler birbiri ardına kötü filmler yapmaya son sürat devam ediyor. Söylenenlere bakılırsa benim fragmanına bile tahammül edemediğim Jack&Jill'le bu mevzuda kendi nirvanasına ulaşmış durumda ama Just Go With It de kendi çapında gayet feci bir film. Başkarakterin Brooklyn Decker gibi bir afeti bırakıp Jennifer Aniston'ı tercih ettiği bir film ne derece kaale alınabilir ki zaten, yani hangi evrende mümkün böyle bir şey? Resmen fizik kurallarına ters, yerçekimini inkar gibi bişey!


Drive Angry 3D

Dibe vurma yolunda son sürat ilerleyen bir başka isim de Nicolas Cage. Görünüşe bakılırsa Face/Off yada Lord of War gibi nitelikli filmlerde bir daha belirmeyeceğine dair yemin falan etmiş durumda zira birbiri ardına hangi amaca hizmet ettiği anlaşılmaz yapımlarla karşımızda çıkmaya devam ediyor (maksat Amber Heard'ün önünü açmaksa başka tabi, o açıdan başarılı bi film!).