Pazartesi, Ağustos 16, 2010

Cell 211


“Cell 211” 2009’un en çok ses getiren filmlerinden biriydi. Francisco Pérez Gandul’un bir romanından uyarlanan film, İspanya nın oskarları niteliğindeki goya ödül töreninde en iyi film ve yönetmen de dahil olmak üzere 8 dalda ödül aldı. Bizde gösterime girme olanağı bulamadıysa da bu yılki İstanbul film festivali sayesinde memleket insanının bi kısmı filmi sinema perdesinde izleme imkanı buldu. Parlak bi çıkış noktasından hareket eden film, süresi boyunca bu hususiyeti korumayı becerip nihayete erdiğinde vaadini yerine getirebilen nadir yapımlardan.



Juan isminde bi eleman bi hapishanede gardiyan olarak işe başlamazdan bi gün evvel, hevesli olduğunu amirlerine göstermek için hapishaneyi ziyaret ediyor. Kendisine yeni arkadaşlarınca hapishanede gezinti yaptırılırken ufak bi kaza neticesinde yaralanıyor, doktor gelene kadar boş bi hücreye alınıyor. Aynı esnada gardiyanların dikkatsizliğinden faydalanan azılı mahkum Malamadre serbest kalıyor, akabinde de tüm mahkumlar… Ortaya çıkan kargaşada kendilerini hücrelerden mümkün olduğunca uzağa atan gardiyanlar Juan’ı geride bırakıyorlar. Kendine geldiğinde nerde olduğuna anlam veremese de kısa sürede durumu kavrayan Juan da akıllıca bi hareketle hücreye yeni gelmiş bi mahkum gibi davranmaya karar veriyor. Bundan sonrası ise Juan’ın başlangıçta hapishane yönetimi için de içerdeki bi köstebekken mahkumlar için isyanın önemli bi figürüne dönüştüğü bi dizi olayı beraberinde getiriyor.


“Cell 211”in en dikkat çekici tarafı başkarakterini ortasına bıraktığı hırsız,tecavüzcü ve katillerden müteşekkil hapishane ahalisini ne yargılayarak ne de sempatize ederek nesnel bi biçimde yansıtmayı becermesi. Hikaye akıp giderken bu adamları isyana sevkeden sebepleri gözlemliyor ve hak veriyorsunuz ki daha ilk sahnesinden itibaren “Cell 211”in öncelikli derdinin ülkesindeki cezaevi sistemini sorgulamak olduğu aşikar. Bu sorgulamanın asıl özdeşlik kurduğumuz karakter olan Juan üzerinden yürütüldüğü film, bu karakteri beklemediği bir dramatik olaylar zincirine tabi tutarak finale doğru köklü bir değişim geçirtiyor. Sinemasal dilinde herhangi bir özgünlüğe yeltenmeyip asıl olarak iyi tasarlanmış içeriğinden güç alan “Cell 211”, yönetmen Daniel Monzon’un dördüncü filmiymiş. Kendisiyle bu filmde tanışma imkanı bulmuş olsak da çıkan netice itibariyle bundan sonraki işlerini takip edeceğimiz bi isim olacağı kesin. Ama bununla birlikte hikayeyi anlatırkenki kimi artistik tercihleri de sorgulanabilir duruyor. Hikayenin başında bi gardiyanın olayları bi kurula anlattığı sahne örneğin. Bu haliyle film sanki geri dönüşler üzerinden ilerleyecekmiş gibi bi görüntü verirken finale kadar bu yöntemin uygulanmayışı tutarsız bi hareket olmuş. Herhangi bir stilistik hamleye girişmeden gerçekçiliği esas alarak doğrudan hikayesini anlatmayı tercih eden yönetmenin kendisinin de katkıda bulunduğu sağlam senaryo dışındaki bir diğer avantajı da filmin kastı. Özellikle Malamadre rolünde Luis Tosar’ın dikkat çekici bi performans sergilediği filmde Juan rölündeki Alberto Ammann da temiz yüzüyle karakterini daha bir özdeşleşilebilir kılıyor.

İspanyol sineması son yıllarda hususiyle korku sinemasında gerçekleştirdiği ilginç yapımlarla dikkat toplamıştı. “Cell 211” de bu ülke sinemasından ne kadar sağlam işler çıkabildiğinin sağlamasını yapması açısından önemli bir örnek. En azından artık İspanyol filmi deyince aklımıza sadece Pedro Almadovar, Tinto Brass yada Bigas Luna falan gelmiyor.