Amerikan sineması uzun zamandır özgün işler çıkaramamakla eleştiriliyor. Biraz abartılan bi durum olsa da bu remake-reboot-sequel modasına kendilerini fazla kaptırdıkları bi gerçek. Amerikalıların sinemadaki bu sözde tıkanıklıklarının aksine tv dizileri son bir kaç yıldır altın dönemini yaşıyor denebilir. Gerçi benim adamların televizyonlarında yeni hangi dizi çıkmış, hangileri tutmuş başarılıymış takip edişimin geçmişi 4-5 yıldan öncesine gitmiyor o ayrı mevzu ama, neticede benim gibi çok da ilgili olmayan bi insanı bile ilgili hale getirdiklerine göre mevzubahis patlamanın 2000'lerın ikinci yarısı itibariyle yaşandığı söylenebilir heralde.
Lost sözünü ettiğimiz yükselme devrinin bayraktarlığını yapmış bir dizi. "Fenomen" kelimesinin bi anlamı da "alışılagelenden farklı olan" ise "Lost" bu manada tam anlamıyla bi fenomendi. Birbirinden farklı hususiyetlere ve geçmişlere sahip bi düzine karakteri ıssız bi adada mahsur bırakmak gibi bi öncülden hareket eden "Lost" işi orda bırakmayıp bilimkurgu ve korku edebiyatından -ve sinemasından- ödünç aldığı gizemleri serpiştirmeye ahdetmiş bi yapıda çıktı izleyicinin karşısına. İşte bu nokta "Lost"un bugün eriştiği mertebeye ulaşmasında temel itici güçtü, insanlar kendilerini bu denli meraka sevkeden bi diziyi hasretle kucakladılar. İnternet kültürünün iyice gelişip serpildiği bir döneme denk gelme talihi de sağolsun tüm dünya üzerindeki izleyiciler "Lost"un namının kulakta kulağa yayılmasına vesile oldular, dizinin vadettiği gizemler üstüne komplo teorileri havada uçuştu 6 sezon boyunca.
"Lost"un ilk sezonu en iyi sezonu olma özelliğine sahip. Türlü türlü garip hadiselerin yaşandığı bir adada mahsur kalan kahramanlarımızın bu sırlı perdeyi aralamak için verdikleri çabaların yanısıra adaya bir türlü gelmek bilmeyen yardımdan umudu kesip kendi başlarına adadan kurtulmaya yeltenmelerine de şahit olduk bu sezon boyunca. Birbirine yeni yeni ısınmaya başlayan kazazedelerin birbirleri arasındaki ilişkiler de dizinin önemli motor güçlerinden biriydi ki "Lost"u benim için bu denli çekici kılan temel nokta bu olagelmiştir her zaman; karakterlerin birbirleriyle etkileşimleri ve adada oluşagelmiş bu komün hayatı. Zira bu küçük toplum(cuk) sadece gizemli güçlerle cebelleşmiyor aynı zamanda birbirleriyle de ister istemez bi iletişime geçiyor, bu durum da bazen dram,bazem aksiyon, bazen komedi dolu anların oluşmasına vesile oluyordu. Yani "Lost" aynı anda bilimkurgu, korku, dram ve komediyi bünyesinde barındırabilen türler üstü bi yapıya sahipti, en büyük meziyetini bu durum teşkil ediyordu. Bu sezon bütünü itibariyle birbirinden başarılı birçok bölüm içerse de bana göre en baba olanları "Pilot", "White Rabbit", "The Moth", "Homecoming", "Do No Harm" ve tabii ki büyük final "Exodus" olmuştur.
İlk sezonun sonlarına doğru ana karakterlerden Boone'u öldürerek bu konuda ellerini korkak alıştırmayacaklarını göstermiş olan senaristler, ikinci sezonda da bu duruşlarını koruyarak birden fazla ana karakteri dizinin dışında bıraktılar ama aynı zamanda yenilerini eklemekten de geri durmadılar. Bu sezon yapımcıların da ifade ettiği üzere ağırlıklı olarak "ambar"ın etrafında döndü. Başlarda karakterler arasındaki coğrafi bölünmenin neticesi olarak adayı kapsayan hikaye akışında iki başlı bi yapı hakim olsa da 8 bölüm sonrasında birlik bütünlük tesis edilmiş oldu. İlk sezonun ortasından itibaren nasıl ikinci sezonun sürükleyici unsuru olan ambarla ilgili bir hikaye açılımı yapıldıysa ikinci sezonun ortasından itibaren de üçüncü sezonun hikaye akışının belirleyicisi olan "diğerleri" üstüne bi açılım gerçekleştirildi. Malum olduğu üzere hikayedeki gizemlerin bi kısmı açıklığa kavuşurken açığa çıkandan çok daha fazla yeni gizem hikayeye yedirildi.
Üçüncü sezon "Lost"a dair ilk ciddi tepkilerin yükseldiği yıl oldu. İlk 6 bölüm sonrasında 3 ay süren bi ara tatile giren dizinin yaratıcıları, bu süre zarfında hem eleştirilen noktaları düzeltip hem de hikayenin gidişine dair daha net kararlar aldılar muhtemelen, zira dizinin 6 sezon sonunda noktalanacağı ilk olarak bu dönem duyuruldu. Yapımcıların hikayenin gidişatına dair net bir fikre sahip olduklarını çeşitli platformlarda defalarca kereler ifade etmiş olmalarına rağmen izleyenlerde bu yönde bi izlenim oluşmuş değildi zira "Lost"un tüm yayın hayatı boyunca karşılaştığı en temel eleştiri olan çözdüğünden daha fazla bulmaca sunma durumuna dair tepkiler bu devrede ayyuka çıktı. Bana göreyse, tüm bu tepkilere karşın 3.sezon "Lost"un son iyi sezonu olmuştur. "Diğerleri" merkezli ilk bölümlerin ardından Jack'i geride bırakarak gerçekleştirilen kaçış, sonrasında onu geri alma çabaları, bu arada Locke'ın malum mallıkları neticesinde diğerleri ve kazazedelerimiz arasında gerçekleşen kaçınılmaz çatışma ile noktalanan sezon bütünü itibariyle şahane bi izlek tesis etmişti bana göre. Ayrıca kazazedelerin oluşturduğu komün hayatının da dizinin fonunda yer aldığı son sezon da bu yıl olmuştur. Gene çoğunlukla Hurley üstüne olan episodlarda hayat bulsa da Lost"un mizah ağırlıklı bölümlerine de bu sezondan sonra rastlamak mümkün olmamıştır. Aynı zamanda dizinin sonraki gidişatının ilk izlerini verse de neticede son derece şık olan finalini de hesaba katarsak nezdimde 3.sezonun 2.den daha makbul olduğunu söyleyebilirim heralde. Özellikle "Every Man for Himself", "I Do", "Tricia Tanaka Is Dead", "The Brig" ve hususiyle de "Left Behind" bu sezonun en ilgi çekici episodları olmuştur.
4.sezon "Lost" için o yılın finalinin ismi gibi sonun başlangıcı oldu. Geride bırakılan sezon finalinde açığa çıkan adadan ayrılışın nasılını gördük sezon boyunca, aynı zamanda adadan ayrıldıktan sonra kurtulan 6'lının ne alemde olduğunu da. Flashbacklerin yerini flashforwardlar aldı malum. Bu sezon aynı zamanda Jack'in kişiliğindeki kaymanın da başlangıcına tekabül ediyor. Öyle ki bu dönüşüm neticesinde karakterinin mezmele bi hale bürünmesi görüntü olarak Matt Fox'a da sirayet etti, son 3 sezonda resmen göçtü adam. Dizideki depresif izlek sadece Jack'le sınırlı kalmayıp bütüne yayılmıştı sezon boyunca. Adadan ayrılışın nasıl bir dramatik hadise neticesinde gerçekleştiği ve geride kalanları korumak adına ayrılanların ne sebeple yalan söyleme durumunda kaldığı bu sezonun sürükleyici soruları oldular. Gerçi bi sonraki sezondan da öğrendiğimiz üzere ortada o kadar da abartılacak bi durum yoktu. Gene 3.sezonda Benjamin Miles'ın doldurduğu herşeyi bilen kötü adam pozisyonunu bu yıl Charles Widmore işgal etti. Dizinin gidişatında kesin bir viraja tekabül etse de bütünü itibariyle başarılı bi sezondu "Lost" için. "Ji Yeon", "Something Nice Back Home" ve özellikle yaydığı buram buram kötü bir şey olacak hissiyatıyla gayet vurucu nitelikteki sezon finali son derece izlemesi keyifli bölümler olmuştu.
5.sezon birçoklarınca başarılı addedilse de benim nezdimde o kadar makbul olamadı. Herhalde bu hissiyatımda yalnız değildim ki dizinin reytingleri bir önceki yıla göre düşüş gösterdi. Ama ne kadar hoşnutsuz olsak da "Lost"a sırt çevirme gibi bi lüksümüz yoktu. Bu sezon "Oceanic 6"in ne etmeye adaya dönmeye karar verdiği üzerine duruldu başlarda. Herbir karakterin makul ve ya değil kendince bir gerekçesi mevcuttu. Bu arada geride kalanlar da başlarda biraz sıkıntı çekseler de netice itibariyle mevcut durumları itibariyle hiç de hallerinden şikayetçi değillerdi diğerlerinin zannettiği gibi. Bu arada yeni kötü adamımız "değişmiş" John Locke oldu, ne derece değiştiğini sezon sonuna doğru anlayabildik. 5.sezon bütünü itibariyle sıkıcı bi sezon olsa da gene hoş ve vurucu bi finalle noktayı koydu.
Ve en nihayetinde büyük final sezonuna eriştik...Bir önceki yılın sonunda gerçekleşen "hadise"nin vaat ettiği üzere karakterlerimizin uçak kazası hiç gerçekleşmemiş olsaydı ne halde olacaklarına dair vizyon, bu sezon için flashback yada flashaforwardların ikamesi oldu. Ama durumda bir bokluk olduğu daha en başından belliydi zira kimseyi bıraktığımız gibi bulamıyorduk (Jack'in gene boşanmış ama çocuk sahibi bir baba olması, yada Sawyer'ın dolandırıcı değil polis olması gibi...). 6.sezon bu zamana kadar perde arkasında kalmış olan kukla oynatıcılarının kapıştığı bir yıl oldu. Merak edilen tüm soruların cevaplarına sahip oldukları düşünülen Richard, Jacob ve "Kara Duman/Siyahlı Adam"ın neticede kendilerine verildiği kadar bilgiye sahip olduğunu anlamak televizyon tarihinin en büyük hayal kırıklıklarından birini oluştursa da çok da beklenmedik birşey değildi. Çünkü geride bırakılan 6 sezonluk süre zarfında neredeyse her bölüm başına birer tane düşecek şekilde izleyiciye o kadar çok bilinmeyen sunulmuştu ki bir noktadan sonra bunları toparlamanın imkan dışı olduğu aşikardı, bir arkadaşımın da ifade ettiği üzere Lost ancak böyle bitebilirdi, kafalarda "noldu lan şimdi?" sorusunu her daim bırakarak. Zaten son sezonun başından itibaren seyircinin istediği cevapları alamayacağı belli olmuştu çünkü mevcut bilinmeyenlerinin üstüne boyna yenileri inşa ediliyordu. Tapınak sakinleri üzerine son derece gereksiz bi şekilde 6 bölüm harcanmasının ardından tümüyle Richard'a odaklanılmış 9.bölümle birlikte izleyicinin ağzına bi kaşık bal sürülmüş gibi oldu. Sezonun en başarılı bölümü olan, Jin ve Sun'ın dramatik bi biçimde can verdiği "The Candidate"in akabinde gelen "Across the Sea" ile birlikte daha önce seyirciler olarak başladığımız noktaya geri dönmüş olduk. Esas oğlanlarımız Jacob ve "Siyahlı Adam"ın geçmişinin hikaye edildiği bu bölümle görmüş olduk ki bu adamların da adanın ne menem bi yer olduğuna dair bi fikirleri yok. "Lost"un takipçilerine atmaya bayıldığı "fake"lerden biri de bu olageldi zaten, önce Ben Miles için herşeyi bilen adam dedik fos çıktı, sonra sırasıyla Widmore, Locke, Richard, Kara Duman ve Jacob... Ben birçokları gibi içerdiği gizemler vesilesiyle "Lost"un cazibesine kapılan bi adam olmadım hiçbir zaman, yukarda da ifade ettiğim üzere karakterler ve aralarındaki ilişkiler benim için hep ön planda oldu. Ama gene de, öyle herbir soruya cevap verilmesinden geçtim, şöyle bi nebze olsun tatmin hissi vererek öykünün bi nihayete varmasını bekliyor insan, böyle baştan savma biçimde olayı Araf"la ilişkilendirip "anlattık oldu" diyerek değil...
Tüm bunların ardından "Lost"a vakit ayırdığımıza pişman mıyız? Tabii ki hayır, benim için hala tüm zamanların en iyi dizisi olma hüviyetini koruyor, yakın bi gelecekte de bu payeyi başka birine devretmesi olası değil. Hem Josh Holloway, Matthew Fox, Jorge Garcia, Evangeline Lilly, Mark Pellegrino, Nestor Carbonell, Maggie Grace başta gelmek üzere izlemesi son derece keyifli kastı ile hem de herbir bölümü bir sinema filmi kalitesinde filme alınmasıyla her daim tekrar tekrar izlemeye değer bir dizi ki şu ana kadar zaten ilk üç sezonu itibariyle birkaç kere hızlı hızlı geçerek de olsa tekrar etmişliğim var. Bundan sonra hayatımızda "Lost" olmayacak, peki yerini doldurmak mümkün olacak mı?...Zor, zira giden gelmiyor...