Pazar, Nisan 10, 2011

I Saw The Devil


Seri katil teması sinemada defalarca ele alınmış bi olgu, büyük bi çoğunluğu Hollywood tarafından olmak üzere. Çok yıpratılan her şey gibi bu tür de yer yer klişelere boğulmuş örneklerle ara ara karşımıza çıkmaya devam ediyordu, hatta bizde bile her ne kadar hedefi ıskalamış olsa da Ejder Kapanı gibi bir film yapılmıştı. Janrı içine düştüğü kısır döngüden kurtarıp bi revizyona tabi tutmak için kolunu sıvayansa Kore sineması olmuş görünüşe bakılırsa. A Tale of Two Sisters ve A Bittersweet Life'ın yönetmeni Kim Ji-woon, son filmi I Saw The Devil ile mevzuya yeni bir soluk getirmeyi başarmış. 

Kore sinemasının en takdire şayan yanı, alışılagelmiş kalıplardan, ele aldıkları konuya dair klişelerden uzak durmak için gösterdikleri çaba. Normalde katilin kimliğini ifşa etme işini finale bırakan türdaşlarından farklı olarak daha filmin başında katille tanıştırıyor bizi I Saw The Devil. Hamile bir kadını gözünü kırpmadan öldüren psikopat, bu sefer baltayı sert taşa vuruyor, zira maktülün nişanlısı, aynı zamanda polis teşkilatının cevval elemanlarından biri ve sevdiceğinin cesedini parçalara ayıran adamı bulup kat kat fazla acıyla cezalandırmaya ahdediyor. Film bundan sonra daha da özgün bir hal alıyor, zira çok geçmeden adamı ele geçirmeyi başarıyor yaslı polis. Gerçi bu noktada senaryo mantıki açıdan biraz bocalamıyor değil, zira cinayet şüphelisi dört adaydan biri olan katil, her ne hikmetse polisce bulunamıyor, üstüne üstlük şüpheli olarak aranmasına rağmen katilimiz liseli kızlarla dolu bir okul servisinde şöför olarak çalışabiliyor. Öldürdüğü kızın nişanlısı tarafından yakalanması da servisteki kızlardan birini kaçırması sonucu gerçekleşiyor zaten. Yakaladığı avını bi güzel pataklasa da intikamını o an oracıkta almayı tercih etmiyor polis. Bayıltıp bi çukura bırakıyor ve adama baygınken yutturduğu bir verici sayesinde onu takip etmeye başlıyor. Ne zaman yeni bir cürüm işlemeye yeltense tepesinde bitiyor ve her seferinde canını daha çok yakmaya başlıyor. Ama katil de en az polis kadar akıllı, aynı zamanda psikopat olduğu için işler bi noktadan sonra sarpa sarıyor.



Yukarda da belirttiğimiz gibi I Saw The Devil'in en büyük meziyeti, tüm klişe manevralardan kendini sıyırıp, seyirciye beklemediği çalımlar atması. Bu hem merak duygusunu arttırıyor hem de seyir zevkini. Karakterlerini sempatik göstermek, yada çok yönlü olarak ele almak gibi bir şeye yeltenmiyor film. Travmatik bir çocukluk, akabinde peyda olan kişilik kayması gibi freudyen şablonlara yüz verilmemiş. Katil zevk için öldürüyor, polis de ciğerini soğutmak için. Yegane motivasyonları kendilerini rahatlatmak. Zaten filmin kötü karakterlerinin herbiri ortalama kötü adam standartlarına göre bayağı hastalıklı kişiliklere sahip olarak tasvir edilmiş, dolayısıyla herhangi birine sempatiyle yaklaşmak mümkün değil. İyi adamımızın da acısına ortak olduğumuz için otomatik olarak kendimizi onun safında buluyoruz. Kendi adaletini kendi tesis etme mevzusuna politik bir yaklaşım söz konusu değil, ama filmin başında polislerin cinayet mahallindeki beceriksizliklerine bakınca filmin böylesi bir durumda adalet sisteminin etkinliğine çok da güven bağlamamaktan yana bir tavır aldığı aşikar. Zaten Kore sinemasının polis bürorasisi ile bi problemi olduğuna daha önce de şahit olmuştuk( bkz. Chaser, Memories of Murder).

Kim Ji-woon'un yönetmenliği son derece şık. Zaten özgün mizansenler yaratma hususunda yetenekli olduğunu çoktan kanıtlamış olan yönetmen, burda da taksideki bıçaklama sekansı gibi akılda kalıcı sahnelere imza atmayı başarmış. Bazılarınca film fazla vahşi bulundu ama bence dozunda bi kan-revan durumu söz konusu. "İhtiyar Delikanlı" Choi Min-sik, arızalı rollerin insanı olduğunu bir kere daha ispat etmiş. Ama Lee Byung-hun filmi asıl sürükleyen isim, hem aksiyon sahnelerine yatkınlığı, hem de karakterinin duygusal boyutunu başarıyla yansıtması takdire şayan. Son tahlilde bazen suyunu çıkardıkları özgünlük kaygısının, uzakdoğu sineması adına olumlu sonuç verdiği örneklerden bir yenisi I Saw The Devil. Kim Ji-woon kesinlikle takip edilesi bir yönetmen. Yeni filmi The Last Stand'le Hollywood'a ilk adımını atmış olacak, hatta geçenlerde valilikten aktörlüğe geri dönüş yolu arayan Arnold Schwarzenegger'in filmde rol alabileceği dedikodusu dolaşıyordu. Bakalım hayırlısı...