J.J.Abrams biraz abartılan bir yönetmen. Her ne kadar geçen yıl "Undercover" isimli dizisi sezonu tamamlayamadan yayından kaldırılmış olsa da "Lost", "Alias", "Fringe" vs. sağolsun, televizyon dünyasında yapımcı olarak ismi bir marka haline gelmiş durumda, orası kabul, ama buna dayanarak sinemacı kimliğinden de aynı ölçüde bir başarı beklemek çok da mantıklı değil. Neticede Abrams, zamanında "Armageddon"un senaryo hanesinde ismi geçen bir adam, o "Armageddon" ki NASA'nın ne lan bu deyip uzmanlarına seyrettirdiği ve neticede en az 168 bilimsel imkansızlığın tespit edildiği, sinema tarihinin en uçuk filmlerinden biri. Yönetmenliğini üstlendiği "Mission:Impossible-3" ve "Star Trek" de öyle çok kalburüstü filmler değildi, zaten bence şu ana kadarki en iyi yönetmenlik performansını "Lost"un pilot bölümünde gösterdi kendisi. Bu sebeplerden ötürü Abrams'a yönelik bu yüksek beklentilere bir anlam verebilmiş değilim.
Gerçi "Super 8"i birçokları için beklemeye değer kılan sadece Abrams değil, Steven Spielberg'ün de projeye en başından beri yapımcı olarak dahil olması, ikisinin beraber bu filmi ortaya çıkarmalarıydı. Zaten içeriği itibariyle de, Spielberg'ün ilk dönem filmlerine bi saygı duruşu olarak algılandı film, ki hakikaten de öyle. 70'li yılların sonunda, 8mm kamerayla kendi filmlerini çekmeye çalışan bir grup çocuğun, çekim yaptıkları bir gece, askeri kargo yüklü bir trenin raydan çıkmasına şahit olmaları filmin çıkış noktası. Kargonun ne olduğu ve ordunun kazanın akabinde kasabayı niye didik ettiği filmin temel gizemi. Tabii bu arada çocuklar arasındaki arkadaşlık, masumane aşklar, Spielberg'ün de filmlerinde çokça yer verdiği parçalanmış aile olgusu ve tabii super 8 ekseninde sinemaya duyulan aşk da "Super 8"in değindiği mevzular. Abrams, tüm bu unsurları derleyip kendince bir çeşni yapmaya çalışmış. Açık konuşmak gerekirse senaryo hanesindeki işçiliğini beğendim, bu bahsini ettiğimiz tüm parçaları güzelce toparlayıp eli yüzü düzgün bir hikaye oluşturmayı başarmış. Yönetmenliğinin aynı ölçüde başarılı olduğunu iddia etmekse güç.
Gerçi "Super 8"i birçokları için beklemeye değer kılan sadece Abrams değil, Steven Spielberg'ün de projeye en başından beri yapımcı olarak dahil olması, ikisinin beraber bu filmi ortaya çıkarmalarıydı. Zaten içeriği itibariyle de, Spielberg'ün ilk dönem filmlerine bi saygı duruşu olarak algılandı film, ki hakikaten de öyle. 70'li yılların sonunda, 8mm kamerayla kendi filmlerini çekmeye çalışan bir grup çocuğun, çekim yaptıkları bir gece, askeri kargo yüklü bir trenin raydan çıkmasına şahit olmaları filmin çıkış noktası. Kargonun ne olduğu ve ordunun kazanın akabinde kasabayı niye didik ettiği filmin temel gizemi. Tabii bu arada çocuklar arasındaki arkadaşlık, masumane aşklar, Spielberg'ün de filmlerinde çokça yer verdiği parçalanmış aile olgusu ve tabii super 8 ekseninde sinemaya duyulan aşk da "Super 8"in değindiği mevzular. Abrams, tüm bu unsurları derleyip kendince bir çeşni yapmaya çalışmış. Açık konuşmak gerekirse senaryo hanesindeki işçiliğini beğendim, bu bahsini ettiğimiz tüm parçaları güzelce toparlayıp eli yüzü düzgün bir hikaye oluşturmayı başarmış. Yönetmenliğinin aynı ölçüde başarılı olduğunu iddia etmekse güç.
Peki bu haliyle "Super 8" vasat bir film mi, elbette hayır. Her iyi çekilmiş Hollywood ürünü gibi ilgiyle takip edilen, seyirci dostu bir film. Özellikle gençlerin performansları takdire şayan. Elle Fanning kesinlikle geleceğin takip edilesi aktrislerinden biri olacak. Daha önce hiç bir oyunculuk deneyimi olmayan Joel Courtney'nin yanısıra Riley Griffiths ve Ryan Lee de karakterlerine cuk oturmuşlar. Netice kaldırdığı toz duman kadar bir ağırlığı olmasa da vasatın üstünde bir film "Super 8", çok üstünde değil işte, tek sıkıntısı da o...