Lori Petty ismi bir yerlerden kulağıma aşina gelse de wikisine bakana kadar çıkaramamıştım. Meğerse "A League of Their Own"da Geena Davis'in kızkardeşini oynayan kadınmış. Hatta yıllar yıllar sonra "House"da Foreman'ın Huntington hastasını oynayan da kendisiymiş. Yıllar kendisine iyi davranmamış, orası kesin ama işten güçten elini ayağını da kesmemiş, hatta iki-üç yıl önce şimdinin yükselen iki yıldızının daha kariyerinin başlarındayken başrolünde yer aldıkları bir filmin yönetmenliğini de yapmış hatta.
Petty'nin senaryosunda payı bulunan ilk filmi otobiyografik, hatta terapik özellikler de taşıyormuş zira annesi bir fahişe olan Petty, 70'lerin sonlarına gelen ergenliğinde annesinin pezevengi tarafından tecavüze uğramış. "The Poker House" tam olarak bunun öyküsünü anlatıyor ama kağıt üzerinde oluşturduğu izlenim nispetinde sert bir film değil, daha ziyade böylesi travmatik deneyimlerden sağ çıkıp filmini çekebilecek konuma gelen bir kadının kendini kutlaması gibi birşey daha ziyade.
1976 yılında 24 saatlik bir süre zarfında geçiyor hikaye. Agnes (Jennifer Lawrence), Bee (Sophi Bairley) ve Cammie(Chloe Grace Moretz) aynı fahişe annenin (Selma Blair) 3 kızı. İncil delisi, şiddete meyilli baba aileyi terkedeli yıllar olmuş, anne de geçimini bu yolla kazanırken pezevengi olan siyah, kızlara bir nevi baba figürü teşkil ederken en büyükleri olan Agnes'i ayartıp annesinin yerini alması için bir potansiyel olarak görmekten de geri kalmıyor. Agnes de her ne kadar pezevengin kendisine gösterdiği ilgiyi samimi zannetse de annesinin düştüğü batağa saplanmak gibi bir niyeti de yok. Hem kızkardeşlerine analık yağıp hem de okuluna,derslerine elinden gelen gayreti göstermeye çalışıyor. Üstelik annesini böyle bu işlerle uğraşmayı bırakıp kendisi gibi para kazanmaya başlaması yönündeki telkinlerine rağmen! Günün sonunda iplerin gerilip Agnes'in başına gelecekleri ateşleyen de kızın bu azmi oluyor bir nevi.
Böylesi bir setupdan insanı intihara teşvik edecek bir film de yapabilecekken ajitasyondan elinden geldiğince uzak duruyor Petty, ama bu aynı zamanda filmin aleyhine de işleyen bir nokta zira tam olarak ne demek istediği pek anlaşılmıyor. Oyunculuktan geldiğinden olsa gerek Petty'nin bir yönetmen olarak en öne çıkan yanı oyuncu kadrosunu en iyi şekilde kullanabilmesi. Kardeşlerden ikisini oynayan Lawrence ve Moretz bugün yıldız isimler ve bu filmdeki performanlarını görünce bu noktaya gelmelerinin şaşırtıcı olmadığını idrak edebiliyorsunuz. 90 dakikalık süre zarfından bir seyirci olarak kendinizi bu kızlar için endişelenirken buluyorsunuz zira Petty'nin muhtemelen kendi yaşamından senaryosuna yedirdiği realist detayların da etkisi ile karakterlerini ekstra bir gerçekçilikle hayata geçirmeyi başarmışlar.
Oyuncuların arasındaki bu güçlü dinamik filmi bir noktaya kadar taşımayı başarsa da tümüyle sırtlayamıyor tabii ki de çünkü oyunculuklar dışında filmi çok izlenebilir kılan, sürükleyici bir şey yok maalesef, yer yer sıkıcılaşıyor. Mevzubahis travmatik hadise filmin 3/4'lük bölümü geçtikten sonra gerçekleşiyor ve akabinde anne-kız arasında iç parçalayan bir sahne mevcut ama buradan ötesinde hikaye nereye götüreceğine dair bir fikri yok gibi yazar/yönetmenin. Yani illa bir mesajı olsun demiyoruz ama tam olarak ne anlatmaya çalıştığı da geçmiyor pek seyirciye. Birinin hatıra defterinin başka biri tarafından müsamereleştirilmiş versiyonu gibi bir hali var. Eğer iyi oyunculuk bana kafi diyorsanız mutlaka göz atın ama ötesinde pek bir şey vaad eden bir yapım değil ne yazık ki.