Pazar, Temmuz 03, 2011

Trust


Friends izlememiş bi insan olarak David Schwimmer ismine çok aşina değilim. Kendisiyle müşerref olmamız aktörlüğüyle değil de yönetmen kimliğiyle arz-ı endam ettiği 2010 yapımı bu filme nasipmiş. Trust, 14 yaşındaki bir kızın internette tanıştığı biri tarafından iğfal edilmesini ve akabinde hem kendisinin hem de ailesinin bu durumla halleşme sürecini konu ediniyor. Çok sık örneğine rastlamadığımız bu ilgi çekici olduğu kadar tehlikeli çıkış noktası, Trust'ın en büyük cazibe unsurunu oluşturmakta. 
Kendisiyle yaşıt zannettiği Charly ile internet vasıtasıyla arkadaşlık kuran Annie, herşeyiyle klasik bir ergen. Kabul görme ve popülerlik kaygılarından muzdarip. Ayrıca okulundaki birçok arkadaşının ve tabii ki popüler kızların aktif bir cinsel hayatı var. Bu nedenlerden ötürü Charly ile giderek samimi hale gelen muhabbetleri, tüm bu "olağan" yaşam tarzına dönük bir ilk adım niteliği taşıyor. Gene belki bu nedenden ötürü, aşamalı olarak yaşça büyük olduğunu itiraf edip en nihayetinde orta yaşlı bir adam olarak karşısına çıkan Charly'nin tüm söylediklerine nerdeyse aptalca denebilecek bir biçimde inanıp ağına düşüyor kolaylıkla. Olay açığa çıktıktan sonraki şoku atlatan babasının ve Annie'nin bu durumu atlatma çabaları ve hadiseyi değerlendirmede yaşadıkları farklılıklar filmin temel çatışmasını oluşturmuş. 
Klasik biçimde kıza her şekilde destek olan,yanında duran annesinden farklı olarak baba kızının böylesi bi tuzağa nasıl düşebildiğine inanamıyor önce, cebren buna zorlandığını düşünmek istiyor. Fakat kazın ayağının öyle olmadığını çok geçmeden anlıyor zira Annie olayın verdiği şokun da etkisiyle kendisini iğfal eden adamla aralarında bir sevgi bağı olduğuna inanıyor, Charly'nin sırf onu tuzağa düşürmek için onu seviyormuş gibi yapabileceğine ihtimal vermiyor. Üstüne üstlük FBI gibi resmi yetkileri olaya müdahil edip Charly'yi tehlikeye atmasından ötürü babasına da güceniyor hatta.  Kızının hadiseye bakışının böyle olduğunu idrak eden baba da ona karşı tavır alıyor, Charly ile kızı arasındaki chat muhabbetlerinin dökümünü FBI ajanının çantasından yürütüyor mesela, bunları okuyup kızının düşündüğü kadar saf bir melek olmadığını farkedince de şirazeden çıkıyor. Trust baba-kız arasındaki çatışmayı bu noktaya kadar çok dengeli biçimde götürürken, geri kalan sürede baba karakterini saplantılı bir ruh haline sürükleterek bu durumu biraz zedeliyor. Yönetmen Schwimmer, filme hakim olan muhafazakar tonu biraz yumuşatmak mı istedi bilinmez ama şahsen üstüste yaptığı hatalar neticesinde finalde kızından özür dilemek durumunda kalan bir baba yerine, hem kızın hem de babanın hikayenin sonunda karşılıklı olarak birbirlerini bağışladıkladıkları bir final izlemeyi yeğlerdim. Gerçi bu hadiseye nasıl yaklaşıldığıyla alakalı bir durum, cinsellikle tanışma yaşının hayli düşük olduğu batı toplumlarında mevzu karmaşık. 
Annie'ye göre "okulundaki kızların yarısı futbol takımındaki çocuklarla ilişkiye girmişken" kendi durumunun bu kadar büyütülmesi çok yersiz, ki bu açıdan bakıldığında haksız da değil. Öte yandan baba da kızının daha önce karşılaşmadığı ve kendisine yaşı hakkında sürekli yalan söylemiş bir adamla bir otel odasına gidip ilişkiye girmesine anlam veremiyor, ki o da haklı. Bu noktada yönetmen Schwimmer'ın günümüzde reklam, film vs. yollarla cinselliğin pazarlanışına ve bunun genç nesiller üzerindeki etkileri üstüne söyleyecek bir iki sözü var gibi. Bir reklamcı olan babanın pazarlamasını yaptıkları konfeksiyon ürünlerinin reklam çekimlerinde yarı çıplak mankenler kullanılırken, hadise yaşandıktan sonra bu afişlerden birinde kendi kızını hayal ettiği sahne bu noktada manalı. Günümüzde sinema,televizyon vs. platformlarda cinsel imgeler o kadar yoğun bir şekilde bir şekilde pompalanıyor ki, hayata yeni atılan körpe zihinlerin bu durumdan etkilenmemesi imkansız. Buna artık günlük hayatın ayrılmaz bir parçası olan internet vasıtasıyla iletişim ve bilgi akışının fazlasıyla kolaylaşması da eklenince filmin konu edindiği türden hadiselerin yaşanması kaçınılmaz bir hal alıyor. 

Trust, içeriği itibariyle üzerine konuşmaya değer özellikler taşırken, sinemasal özellikleri yönüyle genel olarak sade bir film,  daha ziyade oyuncularından aldığı güçle ilerliyor. Clive Owen bugüne kadar gördüğüm en iyi performansını bu filmde vermiş, karakterinin yaşadığı çalkantıları seyirciye aktarmakta çok başarılı. Zor bir rolün altına giren 15 yaşındaki Liana Liberato, dramatik bir iki sahnede biraz sırıtsa da geri kalan kısımlarda çok başarılı, filmi sürüklemeyi başarıyor. Kadronun bir diğer göze çarpan ismi ise Viola Davis. Asıl ününü tiyatro sahnesinde yapmış olan Davis, sinemada daha ziyade yan rollerde karşımıza çıksa da gene de kendinden söz ettirmeyi başarıyor, Doubt filmiyle 2008'de oscara aday olmuşluğu da var. Bu yıl It's Kind of a Funny Story'den sonra ikinci kez psikolg rolüyle beliren Davis, bu role o kadar yakışıyor ki anlamak için filmi izlemek lazım. İçerdiği güçlü performanslar, insanı düşünmeye ve sorgulamaye iten konusu ile Trust görülmesi gereken bir film zaten. Kusursuz olmaktan uzak ama yönetmeninin hanesine artı olarak kaydedilebilecek samimi bir çalışma. Bundan sonraki işlerinin takipçisi olucaz, orası kesin.