Perşembe, Ağustos 11, 2011

Murder In The First


1995 yapımı Murder in the First, gömülü bir hazine olarak görülebilir mi bilmiyorum ama oyuncu kadrosundaki yıldız isimlere bakarak çok bilinen bir film olmadığı söylenebilir, zira ne Gary Oldman'ın ne de Kevin Bacon'ın biyografilerinde öncelikle anılan bir film değil. Halbuki görmezden gelinemeyecek kimi falsolarına rağmen üzerine konuşmaya değer bir film.

1930'ların sonunda geçen Murder in the First, meşhur Alcatraz hapishanesinden kaçmaya yeltenen Henri Young isimli mahkumun etrafında geçiyor. Teşebbüsünde başarısız olan Young, suç ortağı Rufus McCain'in kendini satması üzerine tamamiyle cezaevi müdürünün kişisel insiyatifiyle 3 yıllık bir hücre cezasına çarptırılıyor. Çıktığında akli dengesinin büyük bir kısmını yitirmiş olan Young'ın yaptığı ilk iş de kendini satan adamı öldürmek oluyor. Murder In The First, esas olarak bu dava sürecinin hikayesi.

Çıkış noktası olarak aldığı kaçış teşebbüsü gerçeklere dayansa da hikayenin geri kalan kısmı ağır biçimde değişikliğe uğratılmış. Gerçek Henri Young, filmde tasvir edildiği gibi aç kız kardeşini doyurmak için posta ofisinden para çalarak hapse düşmüş biri değil. Rehin aldığı insanlara şiddet uygulamasıyla bilinen bir banka soyguncusu, cinayetten tutuklanmış bir adam. 5 kişilik kaçma teşebbüsünde yakalanınca McCain'le birlikte uzun süreli olarak hücre cezasına çarptırıldıkları rivayet edilse de birkaç ay içinde genel koğuşa geri döndükleri de söyleniyor. Ertesi yıl Young, McCain'i filmde tasvir edildiği gibi kaşıkla öldürmüş ama sebebini hiçbir zaman ifşa etmemiş. İşin en ilginç tarafı, filmdeki akıbetinin aksine McCain'den önceki cinayet suçundan ötürü müebbete mahkum edilen Young, 1972'de şartlı tahliyeyle serbest bırakılmış, kısa süre sonra da tahliye şartlarını ihlal ederek ortadan kaybolmuş. O günden sonra izini kaybettirip kendisinden bir daha bilgi alınamayan 1918 doğumlu Young, filmin çekildiği yıl halen hayatta ve filmi izlemiş olma ihtimali var.


Henri Young'ın hayat hikayesindeki kimi boşluklar üzerinden yola çıkarak tamamiyle kurmaca bir hikaye anlatan Murder In The First, bu haliyle ister istemez bir ajitasyon örneğine dönüşüyor. Halbuki Young'ın öyküsündeki kimi unsurları ödünç alarak kurmaca bir karakter üzerinden bu hikayeyi anlatmaya yeltense kalbur üstü bir drama dönüşmesi işten değilmiş. Gene hikayedeki vurucu unsurlar belli ölçüde etkileyiciliklerini koruyorlar ama bir süre sonra ister istemez izlediklerinizin gerçeklerin çarpıtılmış versiyonu olduğu ya da olabileceği duygusu filme yönelik iyi niyeti baltalıyor. Hollywood bu tarz mevzularda son derece pervasız, ikisi de Ron Howard'ın elinden çıkma A Beautiful Mind ve Cindrella Man konu üzerine iki sabık örnek zira her iki film de hikayesini işledikleri tarihsel kişiliklerin biyografik kimi gerçekliklerini ciddi ölçüde saptırmalarıyla biliniyorlar.

Öte yandan, hikayesindeki affedilmez yaklaşım hatalarına karşın gene de güçlü bir film Murder In The First. Seyirci dostu iki alt türü, hapishane ve mahkeme dramasını çok yetkin bir biçimde birbirine yedirmeyi başaran film oyuncularından aldığı güçle de benzerlerinden sıyrılıyor. Oyunculuğunun zirvesine 90'lı yıllarda ulaşmış olan Gary Oldman, filmdeki performansıyla bir kez daha bu savın sağlamasını yapmış oluyor, görece ikincil bir rolde olduğu halde üstelik. Gene Oldman gibi her zaman nezdimizde muteber yıldızlardan olan Kevin Bacon'ın Henri Young portresi ilk başlarda biraz abartılı bi oyunculuk gösterisi gibi görünse de hikaye aktıkça toparlıyor. Filmin esas yıldızı ise, Christian Slater. Kendisinin çok büyük hayranı olmasam da bu filmde tek kelimeyle dört dörtlük bir performan sergilemiş. Yan rollerde her zaman bulunduğu projeye bir renk katmayı başaran R.Lee Ermey'yi ve William H.Macy'yi de ekleyince sırf oyuncu kadrosunun mahkeme salonunda karşılıklı olarak döktürmesini izlemek için bile görülmesi gereken bir sinema olayına dönüşüyor Murder In The First. Zaten kesintisi fazla olmayan,uzun sekanslardan oluşan duruşma sahneleri, bir bakıma tiyatral bir özellik de taşıyor ve oyunculara kendilerini gösterme imkanı veriyor bolca. Bu noktada yönetmen Marc Rocco'nun etkileyici anlatımı da filme güç katıyor. 80'lerin sonunda çektiği iki gençlik bir filminin ardından bu filme imza atan Rocco, akabinde bir iki bir filmin yapımcı hanesinde belirse de pek ortalıkta görünmemiş ama şu aralar Soul Survivors isimli yeni projesini bitirmekle meşgul.


Kimilerince 70'ler olarak kabul edilse benim gözümde sinemanın altın dönemi 90'lı yıllardır, zira bu dönemdeki filmler müthiş bir ritm duygusuna ve akıcılığa sahiptirler ki ne öncesi ne de sonrası dönemdeki filmlerde bu nitelik aynı düzeyde bulunmaz. Murder In The First de kusurlarına rağmen, gene bu dönemin izlemesi keyifli filmlerinden.