Bu yılın benim için en büyük keşiflerinden biri CNN'in Decades serisi
olarak adlandırabileceğimiz belgesel dizisi oldu. 2014 yılında "The
Sixties" ile başlamış olan seri ertesi yıllarda sırasıyla "The Seventies"
ve "The Eighties" ile devam etmiş. Bense ancak bu yıl yakalayabildim ve
tüm serileri başlamamla bitirmem bir oldu. Her bir bölümü belli bir olaya ve olguya ayrılarak ABD'nin her bir on
yılına damga vuran hadiseleri ve olayları anlatan serinin içinde en
başarılısı "The Sixties". Bunda 60'lı yılların sosyolojik ve politik
olarak çok hareketli geçen yapısı en önemli etken. Küba
kriziyle zirve yapan soguk savaş, Kennedy suikasti, Vietnam Savaşı,
Afro-Amerikalıların Martin Luther King öncülüğünde hak mücadelesi, 68
olayları ve alt kültür hareketlerinin hepsi seride kendine yer bulmuş. 45-50
dakikalık, son derece akıcı hazırlanan ve arşiv görüntülerini
çok etkili kullanan bölümleri bitirdiğinizde ABD üzerinden dünya
genelinde iz bırakan toplumsal değişimlere dair fikir edinmiş oluyorsuz. 70'lere
geldiğimizde Charles Manson ile başlayıp o yıllarda sıklıkla görülen bir fenomen haline gelmiş olan seri katil olgusu, gene o dönemde tüm dünyada eylemlerine rastlanılan küresel terör örgütleri ve kadın hakları üzerine olan bölümler özellikle başarılıydı. 80'ler bu iki seriye göre biraz daha zayıf kalmış ki 80'lerin ne derece renkli bir dönem olduğu düşünülünce ilginç bir durum bu; AIDS ve dönemin yuppie kültürü üstüne olan bölümler en akılda kalıcıları.
"The Nineties"in seri için bir forma dönüş ya da güzel bir kapanış olduğu söylenebilir. Zira 2000'leri anlatan bir seri yapmak için fazla erken bir tarih kanımca, dolayısıyla bunun son halka olacağını kabul ediyorum ki herhangi bir devam duyurusu da yapılmadı. Bölümler özelinde konuşursak, her serinin birer bölümü dönemin müzik akımlarına ve televizyondaki önemli olaylara değiniyor. Eğer ilgili dönemin dizi ve müziklerine özel bir ilginiz yoksa bu bölümler atlanabilir, benim de yegane izlediklerim "The Nineties"dekiler oldu. Gene her seride olduğu gibi burda da bir bölüm dönemin başkanına ayrılmış, yani Clinton yılları. Bir bölüm internet çağının başlangıcına ayrılırken bir bölüm de Sovyetlerin çöküşüyle oluşan yeni dünya düzenini işliyor. En başarılı iki episoddan birisi Rodney King hadisesi, 92 Los Angeles ayaklanmaları ve O.J.Simpson davası gibi o yılların ırkçılık merkezli olaylarına değinen "Can We Just Get Along"; diğeri ise bunun muadili olarak görülebilecek beyazların üstünlüklerini tehdit altında görmeleri ve bunu terör eylemleriyle dışa vurmalarının Ohlahama patlaması, Unabomber gibi örneklerinin yanı sıra Columbine Lisesi Katliamı, 93'te Dünya Ticaret Merkezi'nin bombalanmasını da konu eden "Terrorism Hits Home". Her iki bölüm de süresi itibariyle yer verdiği olayların tüm detaylarına inemese de genel hatlarıyla o yılların resmini başarılı bir şekilde çizmeyi başarıyor. Tarihe, özellikle de Amerikan tarihine ilgili kişilerin kesinlikle kaçırılmaması gereken diziyi denk getirilebilirse Habertürk'te de yakalamak mümkün.
Geride bırakılan bir yıla dair değerlendirme yaparken en başarılı diziler arasında bir yerli diziye yer vereceğim aklıma gelmezdi ama bu yıl "Masum" bunu başardı. Bu durum Türk dizilerine karşı snob bir tutumdan ileri gelen bir durum değil. Türk televizyon tarihi birçok başarılı dramayla dolu; "Süper Baba", "İkinci Bahar", "Hatırla Sevgili" vs... Fakat son 10 yıllık dönem içinde RTÜK'ün reklam kısıtılamaları sonucunda kanalların daha fazla reklam kuşağına yer verebilmek için süreleri artık absürd hale gelmiş sınırlara çekmeleri en çok dizilerin kalitesinden götürdü. Yurdum insanı akşam oturup 2,5 saatlik dizileri izleyerek kanallara reyting tatmini yaşatabilir ama sektörün içindeki birçok insan da bu durumdan şikayetçi. "Geniş Aile", "Yalan Dünya" gibi bazı komedi dizileri bu handikabı atlatarak belli bir kalite düzeyi tutturabildiler ama dramalar resmen yerlerde sürünür hale geldi. Bu durumun oluşmasında sürelerin yanısıra halihazırda süregelen bir kreatif kabızlığın da etkisi var gibi zira tüm diziler havuzlu lüks evlerde dönüp duran entrikaları konu edinen, daha fragmanından ne mal olduğu anlaşılabilecek, birbirinin kopyası pembe dizilere dönüştü. Bu tarz dizilerin dünya çapında da her zaman izleyicisi var ama gündüz kuşağında, çalışmayan ev kadınları izlesin diye yapılan şeyler çoğunlukla, bizdeki gibi prime-time dizisi değil hiçbirisi. Emmy aldık diye sevinen "Kara Sevda" ekibine verilen ödül de "en iyi pembe dizisi" ödülüydü zati ki ülkedeki televizyonculuğun mevcut durumunu gösteren en net hadise bu.
"Masum" mevzubahis bu ortamda bir serap gibi beliren ve gerekli şartlar sağlandığında ülkede kalburüstü işlere imza atabilecekler yetenekler olduğunu gösteren bir yapım oldu. Berkun Oya'nın "Bayrak" isimli bir oyunundan uyarlanan dizinin 8 bölümü de "Çoğunluk" filmiyle tanınan Seren Yüce tarafından yönetilmiş. Bu tarz Cary Fukunaga-True Detective durumları diziyi yönetmenin 8 saatlik bir filme dönüştürmesine yarıyor ve elindeki materyale hakim bir yönetmense bu tadından yenmiyor. İlk gösterildiğinde Türkiye'nin ilk online dizisi olması üzerinden ses getiren yapım yayınlandığı platformun getirdiği avantajla hikayesini istediği tempoda ve istediği uzunlukta anlatma şansına erişmiş. Eski bir komser ve onun sorunlarla dolu ailesinin etrafında gelişen bir cinayet gizemini konu edinen hikayeyi özetlemek biraz zor ama teatralliğe kaçan bazı sekanslar haricinde sürükleyiciliğinden hiç ödün vermeyen ve kimilerine aynı hissiyatı veremese de tatmin edici bir finalle noktalanmış bir dizi "Masum". Göz kamaştıran oyuncu kadrosunun içinde resmen döktüren Haluk Bilginer en öne çıkanı, Okan Yalabık da ondan geri kalmıyor. Bir tek Bartu Küçükçağlayan bir hayli sırıtmış oyunculuğuyla, Orçun rolleri için mi doğmuş eleman nedir.
"This Is Us" 2016'nın sonbaharında beklenmedik bir şekilde ortaya çıkıp herkesi kendine hayran bıraktı. 2017'yi de hayran kitlesini genişleterek geçirdi. Peak Tv dönemi diye adlandırılan, kablolu kanalların ve internet televizyonculuğunun alıp başını gittiği şu dönemde NBC gibi bir network televizyonundan böylesi bir üst düzey bir işin çıkmasını kimse beklemiyordu. Yayımlandığı mecranın dışında popüler olan birçok diziden farklı içeriğiyle de öne çıkan bir yapım "This Is Us". 2000'lerin ikinci 10 yılını da devirmeye az kalmışken artık ahlaki olarak gri sularda gezinen, anti kahramanların cirit attığı cynic dizilere o kadar alıştık ki "This Is Us" umut ve pozitiflik aşılayan hikayesiyle herkesi hazırlıksız yakaladı. Umulur ki kaliteyi bozmadan cevam etsinler ve zirvede noktalasınlar.
"Masum" mevzubahis bu ortamda bir serap gibi beliren ve gerekli şartlar sağlandığında ülkede kalburüstü işlere imza atabilecekler yetenekler olduğunu gösteren bir yapım oldu. Berkun Oya'nın "Bayrak" isimli bir oyunundan uyarlanan dizinin 8 bölümü de "Çoğunluk" filmiyle tanınan Seren Yüce tarafından yönetilmiş. Bu tarz Cary Fukunaga-True Detective durumları diziyi yönetmenin 8 saatlik bir filme dönüştürmesine yarıyor ve elindeki materyale hakim bir yönetmense bu tadından yenmiyor. İlk gösterildiğinde Türkiye'nin ilk online dizisi olması üzerinden ses getiren yapım yayınlandığı platformun getirdiği avantajla hikayesini istediği tempoda ve istediği uzunlukta anlatma şansına erişmiş. Eski bir komser ve onun sorunlarla dolu ailesinin etrafında gelişen bir cinayet gizemini konu edinen hikayeyi özetlemek biraz zor ama teatralliğe kaçan bazı sekanslar haricinde sürükleyiciliğinden hiç ödün vermeyen ve kimilerine aynı hissiyatı veremese de tatmin edici bir finalle noktalanmış bir dizi "Masum". Göz kamaştıran oyuncu kadrosunun içinde resmen döktüren Haluk Bilginer en öne çıkanı, Okan Yalabık da ondan geri kalmıyor. Bir tek Bartu Küçükçağlayan bir hayli sırıtmış oyunculuğuyla, Orçun rolleri için mi doğmuş eleman nedir.
"This Is Us" 2016'nın sonbaharında beklenmedik bir şekilde ortaya çıkıp herkesi kendine hayran bıraktı. 2017'yi de hayran kitlesini genişleterek geçirdi. Peak Tv dönemi diye adlandırılan, kablolu kanalların ve internet televizyonculuğunun alıp başını gittiği şu dönemde NBC gibi bir network televizyonundan böylesi bir üst düzey bir işin çıkmasını kimse beklemiyordu. Yayımlandığı mecranın dışında popüler olan birçok diziden farklı içeriğiyle de öne çıkan bir yapım "This Is Us". 2000'lerin ikinci 10 yılını da devirmeye az kalmışken artık ahlaki olarak gri sularda gezinen, anti kahramanların cirit attığı cynic dizilere o kadar alıştık ki "This Is Us" umut ve pozitiflik aşılayan hikayesiyle herkesi hazırlıksız yakaladı. Umulur ki kaliteyi bozmadan cevam etsinler ve zirvede noktalasınlar.
David Fincher'ın anlatacağı bir başka seri katil hikayesine hayır diyecek bir sinemasever yoktur herhalde. Fakat "Mindhunter", "Se7en"dan çok "Zodiac"a yakın bir hikaye, "Zodiac"ın daha uzun süreli ve daha yavaş akan bir türevi bile denebilir. Seri katillerin kafa yapısını çözmeye çalışarak suçun doğasına dair net bir fikir edinmeye çalışan iki FBI ajanının hikayesi neredeyse tamamiyle dialoglardan kurulu, genelde aynı ya da birbirinin benzeri mekanlarda geçiyor; FBI binası, hapishaneler, oteller, karakterlerin evleri vs... Seri katil lafını duyunca gerilim dolu bir dizi bekleyenleri büyük hayal kırıklığına uğratacak dizi, tek beklentisi bu olmayan izleyiciler içinse ilginç bir seyir deneyim sunuyor. Dialog ağırlıklı tempo mevzu seri katiller olunca sizi sıkmıyor, üstelik diğer Netflix serilerine kıyasla bölüm sayısı makul. Fakat hikayenin başlangıcından bitişine bir noktadan diğerine ilerlediğini söylemek güç. Gene de canilerin beyninde gezinirken kendi karanlık yönünü de keşfetmeye başlayan ana akarakterin sonraki sezonlarda daha ilginç bir serüveni olacağını öngörmek zor değil. Başroldeki Jonathan Groff'a pek ısınamamış olsam da Holt McCallany'nin sakin performansı diziye bir ağırlık katmış. Kastın esas yıldızları ise seri katileri oynayan isimler,özellikle Edmund Kemper rolünde Cameron Britton ve Jerry Brudos'u oynayan Happy Anderson.
Bunların dışında yeni dizilere kısaca değinecek olursak; "Handmaid's Tale" ABD'de yere göğe sığdırılamamış olsa da izlediğim 5 bölümü itibariyle bu beğeninin dizinin niteliğinden çok konjönktürel olduğu intibasını uyandırdı bende. Trump şokunu atlatamayan Amerikan liberalleri özgürlük mesajı veren feminist tonları ağır bir diziyi görünce ağızlarının suyu akmış gibi ama benim gördüğüm ilgi çekici bir çıkış noktasından hareket etse de seyirciyi götürmek istediği yere emekleyerek giden bir yapımdı. Dizinin temel alındığı kitabın yazarı Margaret Atwood'un bir diğer eserinden uyarlanan, 19 yy. Kanada'sında gerçekleşen bir cinayetin yegane zanlısı Grace'in öyküsünü anlatan 6 bölümlük mini mini bir seri "Alias Grace" ise tarihi arka planı ve olay örgüsü başarılı olsa da finali itibariyle fazla açık uçlu ve tatmin edicilikten uzaktı. Netflix'in Marvel dizilerinden "Iron Fist" eleştirmenlerin yerin dibine sokmalarını hiç bir şekilde hak etmeyen ama herhangi bir akılda kalıcılığı da olmayan bir yapımdı. Bir diğer Marvel dizisi "Defenders" ise "Avengers"ın dizi muadili olma potansiyeline sahip olduğu halde sıkıcılıktan muzdaripti ne yazık ki.
Uzun yıllardır sevip takip ettiğimiz diziler ise iyi kötü formlarını korudular. "South Park" son iki yıldır benimsediği serileşme yaklaşımını bu yıl da sürdürürken geçmiş yıllara göre biraz daha durulmuş bir görüntü verdi. Gene Heidi-Cartman ilişkisine odaklanan bölümlerle durumu kurtardı. "Game of Thrones" üzerine edilmemiş kelam kalmış mıdır bilmiyorum ama sona yaklaştıkça epiklikte tavan yapmaya başladığını söyleyebilirim naçizane. Gerçi ilk sezonlarda bir karakterin bir diyardan diğerine yolcuğu en aşağı bir sezon sürerken artık nerdeyse ışık hızıyla dolaşıyor olmaları şaşırtmıyor da değil. Hayır, madem bu kadar seri ilerlemek isteniyordu dizi niye bu zamana kadar bitmedi? Yok yavaş ve sakin gitmekse amaç, bu önümüzdeki yıl bitirme gayreti niye? Bir 10 sezonu kaldırır çünkü dizinin altyapısı. Eleştirmenlerin best of listelerine girmeden ya da ödül törenlerinde boy göstermeden fenomen olmayı başarmış "Narcos"un Escobar'sız 3.sezonu dizinin Escobar'ın varlığından ne kadar güç aldığını gözler önüne sermiş oldu zira Cali kartelinin öyküsünü anlatan sezon önceki yılların sürükleyiciliğinden bir hayli uzaktı. "Walking Dead" ortalamanın üstünde ama çok da hatırda kalmayan bir yılı geride bıraktı ve yeni sezonun gittikçe düşen reytinglerine bakılırsa dizi ya altın yılarını geride bıraktı ya da ciddi bir silkelenmeye ihtiyacı var. Bu son yazdığım cümle kendisi hakkında defalarca söylenmiş olsa da sadık hayran kitlesi ve kendiyle dalga geçmekten çekinmeyen meta yapısıyla 12 sezonu geride bırakmış olan "Supernatural"ın bir sezonu hakkında artık iyi-kötü şeklinde bir yorum yapmak bana manasız geliyor çünkü tam anlamıyla bir kült haline gelmiş bir yapımdan bahsediyoruz. Önceki yıllarda olduğu gibi bu yıl da ertesi yıl bir anlamı kalmayacak büyük bir felaketi atlatarak kimisi çok sıkıcı kimisi de çok eğlenceli 23 bölümlük bir sezonu daha geride bıraktı 2017'de. "House of Cards" bir önceki yıldan hallice bir sezonu ilginç bir noktada tamamlamıştı ama Spacey'nin kariyerinin sonlanmasıyla Frank Underwood da tarihe karışmış oldu. Claire karakterine odaklanacak olan yeni sezonun duyurusu geçen günlerde yapıldı ama House of Cards=Frank Underwood olmasından mütevellit dizinin final yaptığını söylemek yanlış olmaz kanısındayım.