Perşembe, Aralık 07, 2017

2017 Retrospektif: Oyunlar

2017 çok fazla oyun oynayamadığım bir yıl oldu. Bunda vakitsizliğin yanı sıra bilgisayarımın her oyunu kaldıramaması da önemli bir faktör. Gene de sabırsızlıkla beklediğim iki devam oyununu da oynayabilme şansına eriştim: "South Park: The Fractured But Whole" ve "Outlast 2".


"South Park"ın devam oyunu aslında geçen yıl çıkacaktı hesapta. Ama erteleme erteleme üstüne bine bine bu yılın sonbaharına ancak görebildi gün yüzünü. Erken çıkıp türlü sorunla oyunculara sunulmasındansa  böylesi daha iyi tabi. Hoş, ben bir bug yüzünden (huzurevindeki combat introsu) oyunu tamamlayamayarak kalanını youtube üzerinden izlemek durumunda kaldım ama genel manada sorunsuz ve herkesin beğenisi kazanan bi oyun oldu. Ben de bir 15-20 saat oynayabildiğim kadarıyla gayet menun kaldım. "Stick of Truth", Cartman ve diğerlerinin LOTR, GOT esintili fantazi temelli oyunlarını işlerken bu sefer keratalar süper kahramancılık oynamaya karar veriyorlar. Dertleri iyi bir süper kahraman evreni oluşturarak diziydi filmdi derken parayı kırmak. Fakat kimin hikayesinin hangi aşamada anlatılacağı üzerine tartışma çıkınca çocuklar arasına bir ayrılık gayrılık giriyor, haliyle gelsin civil war. Bir tarafta Cartman önderliğiindeki Coon Friends, diğer tarafta da Freedom Pals. Siz bu noktada osuruğuyla harikalar yaratabilen yeni çocuk Butthole oluyorsunuz. Osuruğunuz o denli kudretli ki zamanı durdurup geri sarabiliyor. Oyun hikaye ilerledikçe size bu gücünüzün ihtişamını görebileceğiniz olanaklar sunuyor.

Bir önceki oyunu çıkartan Obsidian'dan devralan Ubisoft San Fransisco ilkinin gerisinde kalmayan bir oyuna imza atmış. Her ne kadar ben aralarında olmasam da ilk oyunun combat tarzını başarısız bulanlar olmuştu, ikinci oyunda bu doğrultuda bazı değişiklikler yapılmış, güzel olmuş. Oyunun başında Cartman her biri karakterinize ayrı bir backstory sunan 3 sınıf seçtiriyor. Toplamda 9 sınıf var ve oyun içinde Cartman'a uğrayarak ait olduğunuz sınıfı değiştirmeniz mümkün. Her sınıfın altında combat esnasında kullanacağınız 4'er güç var. Her biri karaktere özel hazırlanmış birbirinden değişik ve komik bu güçler dövüşleri bir hayli eğlenceli kılıyor. Sırf değişik karakterleri dövüştüreyim diye ona buna sataştığım çok oldu. Kazandığınız her dövüş size daha fazla puan kazandırıyor bunlar da size might olarak geri geliyor. Gene espri dolu bir yetenek ağacında mightınızı arttırabiliyorsunuz, kimisi güçlerinizle rakibinize vereceğiniz zararı arttırmaya yarıyor, kimisi aldığınız darbelere daha dayanıklı olmanıza. Karakterin gelişim sistemi gayet detaylı ve özenli, puanlarınız artar artmaz bu sistemde nasıl ilerleme yapabileceğinizi kurcalarken buluyorsunuz kendinizi. 


Bir de crafting sistemi var. Dövüş esnasında çok işe yarayan revive serumları,health düzeyini arttıran envai çeşit aparatı burada craft etmeniz mümkün. Kıyafet vs.de de craft yapılabiliyor ama şahsen hiç kullanmadım. Dövüşlerde işinize yarayacak şeyler dışında çok da uğranılmıyor zaten. Kıyafet demişken oyun boyunca açılan değişik giysi ve suret çeşitleriyle karakterinizin görüntüsü değiştirmeniz mümkün. Söylenenlere göre karakterinizi zenci yaparsanız oyun daha da zorlaşıyormuş:)

Oyunun harita boyutlarını ilk oyuna eşit düzeyde algıladım ben, zaten ilerledikçe Jimmy'nin fast travel sistemine dahil olmanız sayesinde bir yerden bir yere gitmek gayet kolaylaşıyor. Oyunun güzel yanlarından biri de bu buddy sistemi. Hikaye ilerledikçe Kyle, Stan, Butters, Jimmy ile buddy oluyor ve takıldığınız yerlerden onları telefonunuzla yardıma çağırabiliyorsunuz. 



Hikayeye gelirsek, bizzat Trey Parker ve Matt Stone ikilisinden gelmesi itibariyle dizinin hissiyatını olduğu gibi taşıyor, o cepte. Fakat bu sefer ki hikaye biraz daha, dağınık gibi. Özellikle finale doğru, bu kadar saçıldılar nasıl toplayacaklar diye düşünüyorsunuz.  "Stick of Truth"un hikayesi daha bir derli topluydu, belki de daha uzun bir gelişim süreci olmasından ileri gelen bir durumdu, söylemek zor. Ayrıca ilk oyun kadar cüretkar  da değil. "South Park"tan insan bir noktada kendisine yok artık  dedirtmesini bekliyor. İlk oyunun finalinde, oyunu oynamış olanların hatırlayacağı seçim anında, Mr.Slave'i ziyaret etmektense diğer kapıyı tercih ederek oyunu patlatmayı tercih etmiş adamım ben. Burda öyle zor tercihler yapmak durumunda hissetmedim hiç kendimi. Gene insanın suratını ekşiten bir iki yeri yok değil (özellikle gece kulübündeki sahne), grafik şiddetin dozajı artmış bir hayli, ama ilk oyuna nispetle daha uysal bir serüven. Artık yaşlandıkça olgunlaşıyolar mı nedir, dizinin son sezonları da daha bi efendi zaten.

Lisanslı oyunlar genelde uyarlandıkları materyalin popülaritesinden faydalanarak üç beş kuruş daha kazanmak için hazırlanan şeylerdi eskiden. Video uyun piyasasının ebatları genişledikçe artık IP sahipleri de bu platformları daha iyi değerlendirmeye çalışıyorlar. Dolayısıyla artık uyarlandıkları materyalin ruhunu yansıtabilen oyunlarla daha sık karşılaşabiliyoruz, Batman Arkham serisi,her ne kadar oynanışı aynı ölçüde kaliteli olmasa da Deadpool aklıma gelen ilk gelen örnekler. South Park'ın şansı,yaratıcılarının da sıkı bir gamer olmaları ve işi en başından çok ciddiye almalarıydı. Bunun neticesi de nadiren karşılabilecek derecede 2 oyun olarak ortaya çıktı. Dizinin hayranı olan birisinin bu oyunu es geçmesi zaten mümkün değildir heralde ama olmayanların da oynanış kalitesiyle beğenisini kazanabilecek bir oyun olmuş Fractured But Whole. İnşallah seri bu oyunla noktalanmaz ve yakın gelecekte bir South Park oyunu daha oynama keyfine erişiriz.


"Outlast" piyasaya çıktığında herkesi tavlayan tarafı oyuncuyu ne derece çaresiz bıraktığıydı. Allah'ın unuttuğu bir yerde, birbirinden azılı manyakların tıkılı olduğu bir akıl hastanesinde mahsur kalmak gerçek hayatta ne kadar ürkütücü olabilecekse bu oyunda da o derece korkunçtu. Kapkaranlık bir binada tek ışık kaynağınız elinizdeki kameranın gece görüşü ve yaklaşan bir tehlike karşısında yapabileceğiniz tek şey saklanarak tehlikenin geçmesini beklemek. Bu parlak fikirden çıkışla entrika dolu bir olay örgüsüyle akıllara kazınan Outlast'in DLC'si "Whistleblower", daha kısa süreli olmasından mütevellit daha yoğun bir deneyim sunmasından olsa gerek bir şekilde orjinal oyunun ürkünçlüğünü aşmayı başarmıştı. Bu sebeplerle "Outlast 2"nin çıkışı hem dört gözle beklendi hem de ertelemeler yaşandıkça beklentiler katmerlendi. Neticede öncülünün kalitesi "Outlast 2"nin en büyük talihsizliği oldu. 

Oynanış olarak ilk oyunla ikinci oyun arasında hiç bir fark yok; elinizde kamera koşturuyorsunuz. Farklı olan şey oyunun geçtiği yer ve zaman. İlk iki oyun Mount Massive Akıl hastanesi ve Murkoff Şirketinin burda yürüttüğü tehlikeli faaliyetler çerçevesinde ilerliyordu. İkinci oyunda ise bir cinayet haberinin peşinden ücra bir yerlere giden bir haber ekibinin kameramanısınız. Helikopteriniz düşüyor ve siz de ekibin sunucusu olan eşinizi aramaya koyuluyorsunuz. Bu esnada birbirinden fanatik iki dindar grubun eşinizin karnındaki çocuk üzerinden birbirleriyle didişmelerinin de ortasında kalıyorsunuz.


Oynanış itibariyle herhangi bir yenilik olmaması nedeniyle "Outlast 2"yi seleflerinden farklı kılabilecek yanı hikayesi ve gerilimli anları. Fakat her iki noktada da bir geri adım söz konusu. İlk oyunun hikayesi de tüm koşturmacanın arasında takip etmesi kolay olmayan bir hikayeydi ama finale vardığınızda nolup bittiğine dair az biraz bir fikriniz oluyordu. "Whistleblower" zaten en net hikaye akışına sahip bölümdü. "Outlast 2" ise çok açık uçlu ve tümüyle anlamak için 50'den fazla belge ve video kaydını hatmetmeniz gereken bir yapıya sahip. Neyse ki o kadar boş vakti olmayanlar için internet diye bir şey var, oyuna dair net bilgiler edinmeniz mümkün, fakat işbu halde bile fazla dağınık bir konu ve anlatım söz konusu. Arada bir beliren parlak ışığa maruz kaldıkça -ki bu ışık da "Outlast 2"yi diğer oyunlara bağlayan noktayı oluşturmakta- akıl sağlığınız yavaşça kayboluyor ve lise yıllarınıza dair etraflı halüsünasyonlar görmeye başlıyosunuz. Bu karakterin sorunlu bir geçmişi olduğunu göstererek oyunun rahatsız ediciliğini arttırabileceği yeni bir platform yaratma amaçlı bir hamle belli ki ama sonuç itibariyle karaktere dair pek de anlamlı bir finale bağlanmamasının dışında zaten halihazırda kavraması zor hikayeden sizi daha da uzaklaştırmaktan öte bir işe de yaramıyor. Oyunun genel teması akıl sağlığının kaybı neticesinde insanın gerçeklikle bağının kopması olunca oyunda görülen şeylerin gerçekliği de tartışma konusu oluyor,  bu çervede hikayenin açık uçlu olması ve netlikten kaçınması anlaşılabilir olabilir ama gene de bunun hatları biraz daha belirgin bir çevrede işlenmesi mümkündü gibi görünüyor. 

Hikayeden tatmin edici bir tat alamayınca yaşadığınız gerilimli anlar yanınıza kar kalıyor ama bu noktada da geri kalınmış. Jump scare bu oyunda daha az gibi geldi bana, grotesk ve kanlı sahnelerin sayısı ise aynı düzeyde, ne eksik ne fazla. Peşinizdekiler gene korkutucu ama, belli bir ölüm sayısından sonra izleklerini keşfedip yolunuza devam etmeniz de mümkün. 

Tüm bu anlatılanlardan sonra Outlast 2'nin kötü bir oyun olduğu sonucuna ulaşılmasın. Tekil ele alındığında sürükleyici ve gayet korkutucu bir yapıt. Fakat bir devam oyunu olarak kıyasa tabi olması kaçınılmaz ve eksikleri de bu noktada göze batmaya başlıyor.


Görünüşe bakılırsa bu yıl sequeldan başka birşey oynamamışım. Gerçi sırada bahsini edeceğim "Resident Evil: Biohazard", bitecek gibi görünmeyen serilerden olan RE'nin 7.oyunu ve ben daha önce hiçbir RE oyunu oynamamışım biri olarak hikayeye dalış yaptım. Şansıma ki parçası olduğu mirastan bağımsız kendi yolunu çizebilen ve RE evrenine yabancı olanların da keyif alabileceği bir oyunla karşılaştım. 

Seriye yabancı biri olarak önceki oyunlarla karşılaştırma yapmam mümkün değil doğal olarak, fakat netten anlaşıldığına göre serinin hayranları için de tatlı bir sürpriz olmuş "Biohazard". Bir kaç yıl önce ortalıktan kaybolan eşinden aldığı bir video mesajı sonunda yollara düşüp kendini Baker çiftliğinde bulan Ethan ana karakterimiz. Mekana varmamızla çiftliğin kaçık sakinleriyle tanışmamız arasından çok zaman geçmiyor ve kan revan dolu bir yolculuk başlıyor. "Outlast"den farklı olarak burda elimize, cephaneleri bir hayli kıt olsa da, çeşitli silahlar geçiyor ve ilerleyebilmek için bu durumu da sonuna kadar kullanıyoruz. Fakat savaştığımız düşmanlar elinizde kendinizi savunabilecek birşeyler olduğunda dahi sizi zorlayacak manyaklıkta ve ürkütücülükte olunca oyun korkutuculuğundan bir şey kaybetmiyor. Bir shooter oyunu değil, her şeyiyle bir korku oyunu "Biohazard". "Outlast"in de en güçlü noktalarından olan korku atmosferi, bunun getirdiği tedirgin edici hissiyat bu oyunda mevcut. Aralarındaki en önemli fark, birisi öcülerini insanlardan seçip daha realist bir görüntü çizerken diğerinin doğaüstü öğeleri insani faktörlere başarıyla yedirmesi. Başlarda "Texas Chainsaw Massacre" tarzı hasta bir aileyle mücadele edeceğiniz intibası verse de ilerledikçe çeşit çeşit gudubetle sizi muhatap edip korkutmayı başarıyor "Biohazard". Manyak ailemizin RE evrenine nasıl eklemlendiklerini öğrendiğimizde de ilginç bir dramatik boyut da eklenmiş oluyor hikayeye.

Oyun genellikle çiftlik içinde geçse de tüneller bodrum katları vesaire vasıtasıyla geniş ve detalı bir mekan tasarımı söz konusu. Arada elinize geçen video kasetleri izledikçe de o kasetteki yaşanan hadiseleri yeri geldiğinde farklı karakterlerle oynuyorsunuz. Macera boyunca çözmeniz gereken birçok bulmaca konulmuş. Çoğu iyi tasarlanmış bu bulmacalar kimilerine oyunun akışını bozabilecek mahiyette gelebilirse de tüm gerilimin arasında biraz nefes alma imkanı tanıyorlar.  Grafik düzeyi Outlast'den daha başarılı olmasına rağmen orta güçte bilgisayarımı Outlast kadar yormadı, PC'ye portda iyi iş çıkarılmış.


Senenin en tatlı en sürprizi ve en keyifli deneyimini yaşatan oyunu "Hob" oldu.  Oyun çıktıktan bi süre sonra sonra kapatılan Runic Games'in önceki oyunu olan "Torchlight"ı oynamamış, oyunu değerlendiren çoğu kişinin atıf yaptığı "Zelda"ya da tümüyle yabancı biri olarak "Hob" beklenmedik biçimde senenin oyunu olmayı başardı benim için. Görsel olarak çok zengin biçimde betimlenmiş bir dünyada küçük ve sessiz bir yaratığı kontrol ederek ilerlediğimiz oyunda hikayenin üzeri bir hayli örtük. Yitip gitmiş steampunk bir medeniyetin kalıntılarından ibaret duran tek kelimenişn edilmediği bu dünyaya ne olmuş, karakterimiz kim, yol boyunca mücadele ettiğimiz yaratıklar kim neredeyse hiçbir fikir edinmeksizin ilerliyor, ilerledikçe edindiğimiz bilgi kırıntılarıyla hikayenin geçtiği dünyaya dair kafamızda bir anlam oluşturmaya çabalıyoruz. Runic Games geliştiricileri bu noktadaki gönülsüzlüklerini oyuncuyu yönlendirme konusunda da sürdürmüşler, neredeyse hiç elinizden tutmuyor "Hob", kendi yolunuzu kendiniz buluyorsunuz. Diğer taraftan buraya kadar belirttiğimiz şeyler normalde bir oyunun eksi hanesine yazılabilecek şeylerken "Hob"un verdiği keşif duygusunu azamiye çıkartmaya yarıyorlar. Geniş haritada yön aramaya çalışmak, karşınıza çıkan bulmacaları çözmek ve çözdükçe oyunun dünyasının değişik katmanlarına erişmek çok keyif veriyor. Yer yer karşınıza çıkan yaratıklarla dövşmek zorunda kalsanız da çoğu zaman buna gerek kalmadan ilerleyebiliyorsunuz. Ama dövüşmek isterseniz de oyunun combat sistemi gayet başarılı. "Hob"a dair yegane can sıkabilecek nokta, eğer benim gibi klavyeyle oynamaya niyetlenirseniz birçok kez karakterin lüzumsuz yerlerden düşmesiyle uğraşacağınız gerçeği. Oyunun kıvrımlı dünyasında w-a-s-d ile ilerlemek çok zor ve gamepadle oynamak için tasarlanmış olduğu aşikar. Gene de oyun bıraktıracak kadar usandıran bir husus değil. Böylesi harika bir oyuna imza atan Runic Games'in dağıtımcı Perfect World tarafından sonlandırılmış olması "Hob" a ağızlarda acı bir tat bırakan tek nokta muhtemelen.