Son yıllarda Marvel'ın en başarılı serileri, kadın kahramanları konu alanlar oldu. Bu yıl 2. volümleri sonlanan Robbie Thompson'ın "Silk" ve Dennis Hopeless'ın "Spider-Woman" serileri, geçen yılın en çok ses getiren işlerinden olan Chelsea Cain imzalı "Mockingbird" hem üst düzey dialog yazımları hem de sıkmayan olay örgüleriyle benzerlerinden öne çıkan yapıtlar oldular hep. Kelly Thompson'ın "Hawkeye" serisi de bu çizginin bir devamı. Orjinal Hawkeye Clint Barton'ın yetiştirdiği Kate Bishop'ın yeni bir şehre yerleşmesi, bir deteklif bürosu açarak yeni bir hayat kurmaya çalışması üzerinden ilerleyen hikaye 2016 Aralık ayından bu yana kalitesini düşürmeden 13 üncü sayısına ulaşarak Kelly Thompson'ı takip ettiğimiz yazarlar arasına sokmayı başardı. İnşallah yukarda andığımız seriler gibi Marvel'ın editoryal politikalarına kurban giderek erkenden sona ermez.
Yılın iz bırakan bir başka kitabı Terry Moore'un yazıp çizdiği "Motor Girl"dü. En yakın dostu konuşan bir goril olan araba tamircisi Samantha'nın çalıştığı hurdalığın uzaylılarca ziyaret edilmesi ve hükümet yetkililerinin bu durumun farkına varmasıyla gelişen olayları ele alan 10 bölümlük kitap, başlarda geyik bir hikaye görüntüsü verse de sonrasında Sam'in asker geçmişine dayalı travmalarını konu ederek gayet dokunaklı bir seri haline geldi ve takip eden herkesi şaşırtıp kendine hayran bıraktı. Hikayenin UFO tarafı anlatıma biraz zarar vermiyor değildi ama Sam merkezli dramaya eklemlenmesi gayet başarılıydı. Terry Moore'un beklenmedik derecede duyarlı tarzı ve başlarda yadırgasam da sonradan kendini sevdiren renksiz,siyah beyaz çizimleri yılın belki de en başarılı çizgi romanının ortaya çıkmasını sağladı.
Image Comics'in bu yılki bombası benim nezdimde "Plastic"ti. Doug Warner'ın yazıp Daniel Hillyard'ın çizdiği mini seri emekli bir seri katil olan Edwyn Stoffgruppen ve biricik aşkı, yanından hiç ayırmadığı şişme bebeği Virginia'yı konu alıyor. Kendini bilmez bir grup suçlu Virginia'yı kaçırma gafletine düşerek Edwyn'in kaygan ruh halini olumsuz yönde tetikleyince bunun bedelini ağır ödüyorlar. Başta kahramanımız Edwyn olmaz üzere çok sayıda uç ama bir o kadar da özgün karakterin arz-ı endam ettiği hikaye Hillyard'ın başarılı çizimlerinin de desteğiyle kısa ama seri katil janrına meftun olanların kaçırmaması gereken türden bir kitap oldu
Marvel'ın "Defenders"ı da bu yılın güzel sürprizlerindendi. Batman'in Marvel evrenindeki karşılığı olarak görülebilecek Daredevil'ın en başarılı hikayeleri New York'un suç çeteleriyle mücadelesini anlatan seriler oldu hep. Brian Michael Bendis'le başlayıp Ed Brubaker'le devam eden volümde buna örnek birçok hikayeye rastlanabilir. Uzunca bir süredir süper kahramanlarla takılıyor olsa da Bendis'in suç hikayelerinde ne kadar yenekli olduğunu "Torso"yu okumuş herkes bilir. "Defenders" vesilesiyle tekrar sokaklara dönen yazar, Daredevil, Luke Cage, Iron Fist ve Jessica Jones'dan oluşan ekibin karşısına Diamondback karakterini geçiriyor. Diamondback'in derdi New York'un yeraltı dünyasını hakimiyeti altına almak, Defenders'a da özel husumeti var. Yavaş yavaş açılan hikaye Punisher, Elektra, Black Cat, Kingpin ve Deadpool'un ara ara hikayeye dahil olmalarıyla gitgide daha keyifli hale gelmeye başladı (Bendis'in bu güne kadar Deadpool'a hiç el atmamış olması resmen ayıp). Fakat vahvahlar olsun ki geçtiğimiz günlerde DC'ye transfer olan Bendis'in ayrılmasıyla serinin akıbetinin ne olacağı şu an belirsiz. Bendis başladığı hikayeyi tamamlayıp mı ayrılacak, ondan sonra biri seriyi devralacak mı yoksa sonlanacak mı bilmiyoruz. Bendis'in yokluğu kendini aratacak olsa da serinin bir diğer cazibe faktörü olan çizer David Marquez devam ettikten sonra yeni bir yazarla devama kimsenin hayır diyeceğini sanmıyorum. İptal etmesinler de.
Başlangıcı 2017'den öncesine dayanan kimi favori kitaplar da aynı güçte yollarına devam ettiler bu yıl. Bunların başını da "Postal" çekti. Hakkı yeterince teslim edilmeyen yeteneklerden Matt Hawkins'in Bryan Hill'le birlikte yazdığı seri kaçak suçlular için bir nevi gayrıresmi tanık koruma kasabası olarak tasarlanmış Eden kasabasının valisi ve onun oğlu, kasabanın asperger sendromundan muzdarip dahi postacısı Mark'ın çevresinde gelişen olayları anlatan seriyi Hawkins'in diğer kitaplarına odaklanması nedeniyle bu yıl tümüyle Hill devraldı ve çizer Isaac Goodheart ile birlikte gayet sağlam bir iş çıkarmaya devam ediyor. Yakın zamanda TV uyarlamasının yapılacağı da açıklanan "Postal" fazla göze batmayan bir seri ama stoik karakterleri, gizem dolu öyküsüyle piyasadaki en başarılı noir kitaplardan, türün meraklısı olanlar için kaçırılmaması gereken bir hazine.
Noir denince artık bir marka haline gelmiş bir başka isim olan Ed Brubaker-Sean Philips ikilisinin yeni kitabı "Kill or Be Killed" de hızını kaybetmeden ilerlemekte. Gördüğü bir şeytan halüsünasyonu kendisine kötü insanları öldürmesini emir buyurunca şehir çapında bir suçla mücadele dalgası başlatan Dylan'ın öyküsü görece klişe bir çıkış noktasından hareket etse de hikaye ilerledikçe beklenmedik yerlere gittiğine şahit oluyoruz. Brubaker'ın bir önceki kitabı "Fade Out" da hızlı başlayıp sonlara doğru biraz formdan düşmüştü, "Kill or Be Killed"ın akıbeti inşallah bundan farklı olur diye umuyoruz.
Formunu koruyamama deyince yılın ilk çeyreğinde sonlanan Joshua Williamson-Mike Henderson ikilisinin eseri "Nailbiter"a ayrı bir parantez açmak lazım. En vahşisinden 16 seri katilin memleketi olan Buckaroo kasabasını araştırmaya gelen bir FBI ajanı ortadan kaybolunca yakın arkadaşlarından birinin onu bulmak için kasabaya gelmesini ve kasabanın en kötü şöhretli katillerinden "Tırnak Yiyen" Edward Warren'ı yardımına başvurmak durumunda kalmasını anlatan kitap, "seri katiller nasıl ortaya çıkar?" sorusundan hareketle "Se7en"dan tutun "Kuzuların Sessizliği"ne birçok klasikten esinlenen sürükleyici bir öyküye sahipti ve sonuna kadar okuyucuyu avcuna almayı başardı. Fakat bitime doğru artık hikayenin sürüklendiği hissedilir hale geldi ve finali itibariyle tatmin edicilikten uzaktı. Gene de okuyan herkesin zihninde çoğunlukla olumlu bir intibayla hatırlanacağı kesin.
Üstat Garth Ennis'in "Red Team:Double Tap, Centre Mass"i de bu yıl içinde nihayete eren serilerden oldu. Birkaç yıl önce çıkan "Red Team"in devamı niteliğindeki hikaye, ilk kitaptan geriye kalan iki karakter olan Eddie ve Trudy'nin, ilk kitapta olduğu gibi suçluları yakalamak için gerekirse kanunu da çiğnemek durumunda oldukları bir çete savaşının öyküsüydü. Sert suç öyküleri Ennis'in en güçlü yanı olsa da bu kitabın vurucu tarafı iki karakter arasındaki duygusal yakınlaşmanın olgunlukla işlenmesi oldu ve üstatın bibliografisinde üst sıralarda yer alabilecek bir yapıt statüsüne erişti benim gözümde. Gönül isterdi ki aynı şeyi yeni kitabı "Jimmy's Bastards" için de söyleyebilseydik...
Bu yıl sonlanan şeylerden biri de Marvel'ın X-Men kitaplarına yaklaşımıydı. Yılın ilk çeyreğinde çıkan "Inhumans vs. X-Men" ile birlikte kimi insanları inhumanlara dönüştürürken mutantların hayatına mal olan Terrigen gazı çevresinde dönen drama da sonlanmış oldu. Komple teorilerine inanacak olursak Marvel'ın orta vadede planı telif hakları Fox'un elinde olan X-Men'i Inhumans ile ikame etmekti, ki bir kaç yıl önceki "Avengers vs. X-Men" hikayesinden beri Mutanlar hem birbirleriyle (Profesör X'in ölümüne sebep olan Scott Summers'ın yanında olanlar ve karşısında olanlar), hem de insanlarla mücadele halindeydiler. Geçen yıl yayımlanan ve Scott Summers'ın nasıl öldüğünü anlatan "Death of X" daha isminden bu sürecin artık sonuna gelindiğini ilan ediyordu. Çoğu X-Men hayranı, mutantların akıbetinin son hikayeleri 2014'te yayımlanan Fantastic 4'a benzemesinden korkuyordu, belki de bu yüzden Inhumansla olan kapışmaya yönelik daha baştan bir önyargı hakimdi. Hikayenin direksiyonuna Charles Soule gibi akılda kalıcı olmayan işlerin yazarı biri oturtulması da eklenince sona erdiğinde "neyse ki bitti de kurtulduk" hissiyatı veren bir öykü ortaya çıkmış oldu. Fakat fanların beklentilerinin aksine Marvel X-men'i sonlandırmaksa seriye yeni bir yön vererek birden fazla kitapla mutantların hikayesini anlatmaya devam etme kararı verdi. Kendi deyimleriyle yeni kitaplar mutantların hayatta kalmak için çabalamalarını değil kötülere karşı mücadele ettikleri kahramanlık öykülerini anlatacaktı. Marc Guggenheim'ın "X-Men:Gold"u ve Cullen Bunn'ın "X-Men:Blue"su bu yeni dönemin iki bayraktarı. Peki netice? Çok da parlak değil. "Gold", "Blue"ya nazaran daha başarılı olmakla birlikte ikisi de şu ana kadar çok heyecan verebilmiş değiller. "Avengers vs."den sonra X-Men'i devralan Bendis'in yazdığı "Uncanny X-Men" ve "All New X-Men" yazarın güçlü kalemi sayesinde akılda kalan ve keyifle okunan seriler oldular ama Bendis'ten sonra X-Men kitaplarının yazım kalitesinde görülen düşüşe bir son verilememiş gibi görünüyor. Artık editoryel olarak fazla mı müdahele söz konusu yoksa Dennis Hopeless (All New X-Men V.2), Jeff Lemire (Extraordinary X-Men),Guggenheim ve Bunn gibi yazarlar bu iş için ideal isimler mi değillerdi bilemiyorum ama çıkan bu iki yeni kitap da bu makus talihi değiştirebilmiş değil an itibariyle.