Cumartesi, Şubat 24, 2018

500 Days of Summer (2009) - Marc Webb


Tom (Joseph Gordon-Levitt) mimarlık mezunu olsa da okulunu okuduğu işte tutunamamış, geçimini tebrik kartlarının üzerine klişe sözlerin yazıldığı bir şirkette çalışarak kazanan bir genç insan. Bir gün patronunun yeni asistanı Summer (Zooey Deschanel) ile tanışıyor ama nasıl tanışma! İkisi de asansördeyken Summer, Tom'un kulaklığından The Smith isimli grubu dinlediğini işitiyor ve anında anlıyor ki hayal gücü geniş ve duyarlı bir erkek insan bu Tom, onlar ancak böyle müzikler dinler zira! İkisi arasındaki romantik yakınlaşma tam da bu damar üzerinden yeşeriyor zaten, bu ikisinin etraflarını çevreleyen sahte ve aptalca olarak algıladıkları şeylere karşı duydukları üstünlük hissiyatı, bir kendini beğenmişlik, bir ben herkeslerden daha modernim, daha hipim havaları. Aynı şeyi filmin izleyici, daha ziyade hayran kitlesi için de söylemek mümkün ama buna ileride değinicez. 


Gel gör ki, ikili arasında tam olarak 500 gün süren bu ilişki yitip gitmeye mahkum  ve Tom'un hafızasından ilişkinin tüm seyrini, kronoloji kaygısı gütmeden bir başından bir sonundan, iyi günüyle kötü günüyle seyretme imkanı buluyoruz. Sorun şu ki Tom tüm kalbiyle aşka inanan bir adamken Summer da böyle bir durum söz konusu değil, ya da Summer alenen Tom'a aşık değil. O yüzden ilişkiyi bitirip erkek egosunun ezeli düşmanlarından "arkadaş kalalım" cümlesini sarfettiğinde Tom'un dünyası da başına yıkılıyor.


Bu noktada Summer'a bir nebze eğilmekte fayda var. Son yıllarda film ortamlarında sıkla anılır hale gelmiş yeni bir klişe söz konusu; Manic Pixie Dream Girl. Zach Braff'ın zamanla ilk çıktığı zamanki kadar beğenilmez bir hale gelen "Garden State"inin mimarı olduğu söylenebilecek bu klişe kabaca mutsuz erkek karakterin hayatına girip onun hayatını hizaya sokmasına yardımcı olmak dışında hikayeye bir katkısı ya da herhangi bir karakter derinliği olmayan, özgür ruhlu, güzel mi güzel kadın karakterleri temsil ediyor. Summer da Tom için tam böyle bir muğlak arzu nesnesi. Tom'un kaderinde yazılı olduğuna emin olduğu romantik aşk hususlarında tamamiyle zıt şekildeki sakin ve coşkusuz tavrı daha en başında Tom'la arasındaki görünüş itibariyle ciddileşmekte olan bağı bir romantik ilişki olarak nitelemekten imtina etmesinde kendini gösteriyor. Film bilinçli bir şekilde Tom'un bakış açısını benimsediği için Summer'ın bu görece yüzeyselliğini Tom'un kendisine karşı olan saplantısına bağlamamızı beklediği söylenebilir film ekibinin.


İlişki kaçınılmaz bir şekilde sona erdiğinde film bu 500 günlük süre zarfındaki iyi günler ve kötü günler arasında  serbestçe bir ileri bir geri dolaşıyor, böylelikle Tom nerede hata yaptığını ve bunları düzelterek Summer'ı geri nasıl kazanabileceğini anlamaya çalışıyor. Bu noktada en yakın müttefikleri şaşkın yakın arkadaş ve büyümüş de küçülmüş, herkesi herşeyden daha çok biliyor gibi duran küçük üvey kız kardeşi (Chloe Grace Moretz). Bu ikisi filmin ait olduğa türe dair en klişe taraflarından olsa da bana birçokları kadar batmadı ve Moretz'in roldeki performansı geleceğinin parlak olacağının habercilerinden.


Marc Webb iyi bir yönetmen ve Bollywood tarzı dans sahnesi olsun, bölünmüş ekran yöntemiyle Tom'un Summer ile tekrar birleşme hayallerinin realiteyle eş zamanlı gösterildiği sahneler olsun, parlak yönetmenlik hamleleri ile romantik aşk kavramının anlaşılmazlığı üzerine bir iki kelam etmeyi başarıyor. Öte yandan film Nora Ephron filmlerine burun kıvırıp romantik komediden de uzak kalamayan modern izleyici kitlesi için olduğunu agresif bir şekilde vurgulamaya  çalışıyor ki söz konusu örneklerden çok da uzağa gidemediği düşünülünce biraz yersiz kaçıyor bu.