Happy"nin açılış sahnesinde beynini dağıtan baş karakter kafasının üstünden tazyikli bir şekilde kan fışkırtır halde etrafında yarı çıplak kızlarla bir dans pistinde döktürüyor. Elbette bu bir rüya sahnesi, ama dizinin genel tonu ve izleyiciyi neler beklediğine dair net bir fikir vermesi itibariyle çok yerinde bir girizgah.
Dizinin fikir babalarından Brian Taylor, ortağı Mark Neveldine ile birlikte çektikleri "Crank"le piyasaya bomba gibi girdiğinde yıl 2006 idi. Bu edepsiz, deli, kafası güzel filmin ardından stüdyoların kapıları kendilerine ardına kadar açılmıştı ama irtifalarını biraz hızlı kaybettiler. "Crank: High Voltage" ilk filmin çatlaklık çıtasını tavan yaptırdı; cinsellik, şiddet ve absürdlükte porno seviyesine yaklaştı. İzledikten sonra yönetmenlerin cüretkarlığına şapka çıkartsak da -ki bir daha böyle bir stüdyo filmi görmek çok zor- sevmesi neredeyse imkansız bir filmdi, hatta hayatımda gördüğüm en kötü filmlerden biri olabilir. Aynı yıl çıkan "Gamer" ve bir iki yıl sonra gelen çektikleri "Ghost Rider" devam filmi her ne kadar hatırlandıkları kadar kötü filmler olmasalar da zamanında ne gişede ne de eleştirel düzlemde olumlu tepkiler aldılar. Kalite itibariyle düzeyleri değişen filmlerle ortaya çıkmış olsalar da hem içerik hem de görsellik itibariyle benzerlerinden ayrılmaya gayret eden, kendi tarzlarını oluşturmaya çalışan ve bunu başaran bir ekipti Neveldine ve Taylor. Solo olarak yollarına devam etmeye karar veren ikiliden Mark Neveldine 2015'te ne duyduğum ne de izlediğim "Vatican Tapes" diye bir filme imza atmış olsa da Brian Taylor'dan 4-5 yıldır herhangi bir şey görememiştik. Demek ki 2017 sonuna saklıyormuş kendini, hem dizi hem filmle geldi. Hoş gelmiş sefa gelmiş Taylor tarzı haylazlığı özlemişiz.
Mevzu bahis 8 bölümlük dizimiz "Happy" Grant Morrison'ın 4 sayılık bir çizgi romanından uyarlama. Morrison çizgi-roman aleminin en saygı duyulan isimlerinden olsa da "New X-Men" dışında benim bir türlü yazdıklarını bitiremediğim bir yazar olageldi bugüne değin, belki de bu yüzden "Happy" gözümden kaçmış olabilir zira çizer Darrick Robertson'ın "The Boys"dan beri hayranıyım, piyasaya sürdüğü her işi takip etmeye çalışıyorum. Diziyi izledikten sonra artık Morrison'a da bir şans daha verip bir klasik kabul edilen "The Invisibles"a tekrar bir göz atmalıyım belki de.
Morrison aynı zamanda dizinin de yazar kadrosunda yer almış. Hatta Taylor'la ikisi daha projeyi hiç bir kanal sahiplenmemişken ilk bölümün senaryosunu yazmışlar beraber. Kaynak esere yakın bir uyarlama olsa da 4 sayılık bir çizgi romandan 8 bölüm dizi çıkarmak için olaylar ve karakterler daha genişletilmiş haliyle. Chris Meloni'nin canlandırdığı eskinin namlı polisi, şimdinin kimselerce sevilmeyen kiralık katili Nick Sax'in, sipariş üzere birkaç mafya prensini temizlemesinin üstüne kalp krizi geçirmesiyle başlıyor hikaye. Sax uyandığında tepesinde uçuşup duran küçük kanatlı mavi bir eşek buluyor, Happy'yi. Bu eşeğin derdi kadrolu hayali arkadaşı olduğu Hailey isimli küçük bir kızın kaçırılmış olması ve bu konuda kendisine yardımcı olabilecek tek kişinin Sax olması, en azından Happy'ye göre. Sax'in ise daha önemli problemleri var zira mafya alemi önemli bir servete açılan bir şifreye vakıf yegane kişinin Sax olduğu fikrinde ve haliyle ensesinde bitiyorlar. Olaylar bundan sonra mafya çekişmeleri, doğaüstü hadiseler, hikayeye dahil olan eski kapanmamış hesaplar üzerinden çorba kıvamında ilerliyor ama tüm bu hengameyi sürükleyen kafası güzellik hali dizinin en çekici yanı oluyor.
Yönetmenin manyaklığını dizginleme hali "Happy!"de daha az belirgin. Bunda en az Taylor'ınki kadar çarpık bir yaratıcılığa sahip Morrison'la işbirliği yapmış olmasının etkisi de olabilir. Happy'nin kendisi gibi hayali arkadaşlarla rus ruleti oynaması ya da Nick Sax'in öldürdüğü mafya prenslerinden birinin dirilmesi gibi absürd hadiseler Taylor ve Morrison'ın kurduğu dünya içinde hiç yadırganmıyor. Aynı zamanda "Crank"in DNA'sında bulunan çiğlik ve özellikle bizdeki kadın programlarının benzeri bir setup kullanan 2.bölümdeki hayal sahneleri gibi avam tabakasının eğlencelerinden hınzır bir keyif alma haline burada da rastlayabiliyorsunuz. Tek farkı Taylor'ın önceki filmlerinde bu durum başlarda sizi gülümsetip sonradan "bu ne lan!" noktasına sürüklüyorken burada tutturmayı başardıkları bokunu çıkarmama gayreti sayesinde sadece gülümsetiyor, öğürtmüyor.
8 bölümden 4'ünü yöneten Taylor'ın elinden çıkan bölümler diğerlerinden bariz daha iyi ve oluşturduğu görsel yapı dizinin bütününe hakim. İyi bir Brian Taylor filmi için gerekli en önemli ögelerden olan, hikayedeki tüm manyaklıkları keyifle canlandıracak bir kasta sahip olma yönünden de dizi çok kısmetli çünkü Chris Meloni'nin başını çektiği ekip resmen döktürüyor, özellikle Scaramucci kardeşleri canlandıran Debi Mazar ve Ritchie Coster'a dikkat. Oynamış olduğu yan rollerle herkesin zihnine iyi kötü kazınmış olan Meloni eline geçen bu fırsatı iyi değerlendirip son yılların en başarılı anti kahramanlarından birini yaratmış. Happy'nin seslendirmesinde Patton Oswalt da abartıldığı kadar iyi olmasa da Meloni'ye güzel bir tezat oluşturuyor sesiyle.
Dizinin ikinci sezonu nasıl olur, aynı tadı verir mi bilinmez ama onayı çıktı. Şu an halihazırda var olan materyal üzerinden hareket edip evreni genişletmeyi başarmış durumdalar, devam sezonunda kendileri üste bir şeyler koymaları gerekecek, dolayısıyla ne çıkacak bilmiyoruz. Ama şurası bir gerçek, Brian Taylor, imzasını attığı işleri görmeyi, daha sık görmeyi istediğimiz, özgün bir yönetmen. Bundan sonra arayı bu kadar açmaz diye umuyoruz.