Geçtiğimiz yıl çıkan "Shadow..." ile son bulan Tomb Raider üçlemesinin ikinci oyununu ziyaret etmek için bundan daha ideal bir zaman olamaz diye düşündüm. Cepheden bakınca biraz saçma bir düşünce, ilk oyundan başlamak varken neden 2.oyun yani?.. Sebebi şu ki,ilk oyunu zaten iki kere oynamışlığım var. Yani problem değil, bir kere daha oynayabilirim büyük bir keyifle, benim için tüm zamanların en iyi oyunlarından biridir "Tomb Raider". Ama gel gör ki zaman denilen mefhum sınırlı bir kaynak ve idareli kullanılması gerekiyor, dolayısıyla ben de daha önce 2 kere oynadığım oyunu değil de bir kere oynadığım oyunu tekrar oynamaya karar verdim. Etkin zaman kullanımı benden sorulur.
Hikayeciliğe dönük eleştiriler bir yana ilk "Tomb Raider"ı oynarken de akılda kalan şey Lara ve serüveni değil şahane mekanikleriydi, bu oyunda da durum değişmiyor. İlk oynadığım zaman beklediğimi bulamama gibi bir hissiyata gark olmuştum ama muhtemelen ilk oyunun beklenmedik bir şekilde insanı afallatan iyiliğinden ileri gelen bir durummuş zira ilki kadar olmasa da ona yaklaşan derece şahane bir oyun deneyimi sunan bir oyunla karşılaştım ikinci seferde. Tomb Raider'ların en sevdiğim yönü türlü maceraya gebe şahane güzellikte doğal ortamlarda serüvenden serüvene atlama duygusu. Ok, pompalı, makineli tüfek ve tabancayla çeşit çeşit aksiyon sahnesinin içinde yer alıp türlü akrobatik hareketle yükseklik korkumu depreştirmesi hissine hastayım diyebilirim. Sibirya'nın soğuğu yerine daha sıcak iklimlerde takılmayı tercih ettiğimi görmek ilginç oldu zira Lara titredikçe onun yerine bn üşüyordum resmen. Neyse ki oyunun ileriki bölümlerinde kara batıp çıkmadığımız ortamlarda daha çok takılıyoruz, ama buz oyunun her daim önemli bir parçası.
Öncülü ve ardılında olduğu kadar soluk soluğa koşarak canımızı kurtardığımız bir felaket filmi sahnesi yok bu oyunda, QTE'ler zaten komple terk edilmiş, tek tük vardıysa da hatırlamıyorum. Boss dövüşleri de görece daha kolay diğerlerine göre, özellikle final boss. Tomb'ların hepsine uğramadım ama keşfettiklerim de çoğunlukla keyif veren bulmacalardı, vakti boşa harcıyorum bir an önce hikayeye döneyim hissini vermediler hiç. Combat mekanikleri bu oyunda da canavar, ama Lara'nın böyle eğilip bükülerek yürümesi sağa sola atlayıp zıplarken yer yer sinir bozucu olmuyor da değil. Oyunu düşük ayarlarda rahatlıkla oynayabildim, bilgisayarımın yaşı ve oyunun yaşı arasında çok fark olmadığı düşünülünce gönül isterdi ki yüksek kalitede oynayabileyim ama neredeyse hiçbir Assassin's Creed oyununu rahatça oynamayı başaramadığımı düşününce buna da şükür diyebiliyorum ancak. Muhtemelen benim beceriksizliğimden ileri gelen bir durum da şu ki gamepadle oynarken nişan almakta bir hayli zorlandım ve birkaç denemenin akabinde pes edip mouse-klavye ikilisinin kollarına bıraktım kendimi.
"Baba Yaga: Temple of The Witch" DLC'si oyunu gerçekçiliğine meydan okur gibi yapan saykedelik bir deneyim sunup yer yer korku filmi sularına seyrediyor ama sonunda kökü Gulag'lara uzanan ilginç bir öykücük de sunuyor. "Blood Ties" ise Lara'nin doğup büyüdüğü köşk içerisinde bilmediği aile sırlarını keşfettiği ufak bir hikaye eşliğinde bir tomb bulmacası,herhangi bir combat yok, combat için expeditions bölümünde aynı hikayenin ucubeli versiyonuna gitmeniz lazım, bana vakit kaybı gibi göründü, baktım geçtim. Expedition'lar içinde yer alan "Cold Darkness Awakened" ise Tomb Raider içine yedirilmiş bir walking dead deneyimi sunuyor bir nevi ama o da çok üzerine vakit harcanacak bir bölüm değil.
Eklemeleri ve kaplamalarıyla doyurucu bir oyun deneyimi sunmayı başarabilmiş bir oyun "Rise.." son tahlilde, bunu ikinci oynaşımda daha net görmüş oldum. Hikayedeki keşif duygusuna gösterilen özeni aynı ölçüde karakterlerini daha kanlı canlı hale getirmeye de uğraşsaymış mükemmel ötesi bir işe imza atacakmış Crystal Dynamics ama geçti gitti tabi. Sonrasında bayrağı Eidos Montreal'e teslim ettiler zaten. Gene de oyuncu alemine ilk muhteşem "Tomb Raider" oyununu armağan ederek bu güzel seriye kapı araladıkları kendilerine şükranlarımı da sunuyorum naçizane.